çıkıkçı
-
çıkıkları * tıbbi tedavi olmaksızın iyileştiren kişilerdir. bu yeteneği, bu gücü nereden edindikleri bilinmez. hatta nasıl uzmanlaştıkları da sorulamaz. tecrübe olmaksızın kemikleri nasıl yerine oturttukları tam bir muammadır, en ufak şüpheniz varsa tedavi etmezler, evlerinden kovarlar sizi.
güzel bir yaz günü, anane bahçesi, 3-4 çocuk bir araya gelmiş koşturuyoruz. börtü-böcek, doğa ve tabi ki ağaçlar. dönemin popüler yapımı ninja kaplumbağalar. elimde tahta hançerlerimle raphael olmuşum, ** kababungaaaa diyerek atlıyorum ağaçtan. soluğu çıkıkçıda alıyoruz.
bacak komple acı olmuş, kıvranıyorum. geniş bir salon, sakallı bi amca karşılıyor bizi. anneme sarılmışım, deli gibi ağlıyorum. "hangi bacağın, bu mu acıyor?" diye soruyor. o esnada da elleriyle sıkıyor bacağı. ben cevap bile veremiyorum. "bu mu, baksana bana yavrum" diyor. kafamı kaldırıyorum. kaldırmamla beraber semiallahülimenhamideh diye otutturuyor bacağı. şrrraakk diye bir ses geliyor, aynı anda da salonda inleyen bir bebe çığlığı. anne elinden uzaklaşıyorum. 3-4 adım hızlı hızlı ve topallayarak dönüyorum salonun ortasında. gözlerimden yaşlar fışkırıyor. ama saniyeler sonra bakıyorum ki ayağımın üzerine basabiliyorum, hatta adım atabiliyorum. "dohtura gideydiniz alçıya falan alacaadı, aylar sürerdi iyileşmesi" diyor adam. annem parayı uzatıyor, yürüyerek çıkıyoruz amcanın evinden.
yıllar öncesinde de küçücük bir sabiyken, reklamların büyülü dünyasına kapılmışım, gözümü ayırmıyorum tv'den. geri geri giderek arkamdaki koltuğa oturmaya çalışıyorum. koltuk kayıyor, pat kolumun üstüne düşüyorum. birdenbire sıcacık oluyor kol, yanmaya başlıyor. azap vermeyen sıcak, tatlı bir duygu. ancak kol işlevini yitirmiş, kalkımıyor yerinden, hareket edemiyor. o zaman da o amcaya götürüyorlar, ama ne yaptılar inan hatırlamıyorum.
ve bir gün kuzenimle oynarken yine, somyaların üzerine çıkmışız, o karşı somyada ben diğerinde. ellerimizde kağıttan uçaklar, havada kalma süreleri en fazla üç saniye. ama biz de uçuyoruz onlarla, öyle bir hayal dünyasında yaşıyoruz. ikimiz de aynı anda atlıyoruz, havada çarpışıyoruz ve kuzen bacağının üstüne düşüyor. ben durumun vehametinden habersiz ehe ehe gülüyorum. nasıl olsa sakallı amca var iyileştirir bizi.
ertesi gün teyzemle geliyor kuzenim, bacağı sarılı. teyzemin üstünde mayo, meğer o gün yüzmeye gideceklermiş. ankara'da da havuz bulmak büyük nimet o aralar, havuzun tek açık olduğu gün de cumartesi. biz de cuma günü çarpışmışız, tesadüfe bak. kuzen gıcık gıcık bakıyor bana, sonra bir şekilde unutuveriyoruz, dalıyoruz oyuna. o michelangeloyu seçiyor, bana yine raphael olmak kalıyor...
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap