8 entry daha
  • “14 şubat dünya öykü günü’ne atfen"

    sokaktayız, yaşamın tam ortasında…
    acele adımlarıyla önümüzden gelip geçiyor insanlar; çoğunda bir koşuşturma, bir telaş… bazısı, hemen yakınımızda durup, ayaküstü konuşuyor arkadaşıyla; harfleri yutarcasına bir şeyler anlatanların yanında, kiminin durgun bir nehir gibi sesi …
    bir sıraya, yan yana oturmuşuz, dirseğin dirseğime değiyor. yüzüne bakıyorum: elinde tuttuğun kâğıtlarda yazılanlara kendini öylesine kaptırmışsın ki, sana baktığımı fark etmiyorsun; o güzel dudaklarının ince ince kıpırdayışını, nasıl bir mutlulukla seyre daldığımı… hatta sana sokulup saçlarını derin derin kokladığımı bile...

    “… ellerinden başlıyordu içimdeki serüven; her şey onlardı, bütün anlamlara, bütün mucizelere isim olanlardı: ellerin bambaşka bir dünyaya açılan bembeyaz bir kapının iki koca kanadıydı. göğsümün orta yerinde, asi bir kuş gibi çırpınan özgürlüğüm, ellerinde buluyordu kendi gür sesini. onlara dokunduğum an, yüreğimi baştan başa yaran dikenli teller yok oluyordu, önümde yemyeşil bir deniz uzanıyordu. kasvetli düşlerimde yapayalnız gezinirken; korkulardan koridorlarda, duvarları yoklaya yoklaya yolumu bulmaya çalışırken; karanlıktan bir dev, ürkünç nefesiyle ensemde, buzdan bir gülle gibi soğuk soğuk solurken, hep sen, hep ellerin oldu yanımda, onlar birer beyaz fener gibi yol gösterip, aydınlığa çıkardılar beni.
    ah onlar! kucağımda yatan çocuklarımdır benim; bakarlar gözlerime sev diye! sevgilim, sen duymasan da ben hep söyledim: ellerindir senden bana en güzel hediye…”

    — kız ne almış sana ferit, yanında mı?
    — ay ne alacak be nuran, geçen yılkinin aynısı.
    — nasıl yani? yine saat mi almış ala ala?
    — evet, o kadar da dedim, bana farklı, güzel bir şey al alacaksan! elime aldığımda, koluma taktığımda ya da sırtıma giydiğimde bir bakanın, dönüp bir daha bakacağı bir şey olsun! sıradan bir şey düşünüyorsan bırak düşüncede kalsın, diye!
    — alınma şekerim ama senin bu sevgilinde romantikliğin r’si yok.
    — yi’yim onun romantikliğini ben kız. r’si olmadığı gibi onun o koca kulaklarına romantik sözü bir kez olsun çarpmamıştır bile. hem bilmez misin sen onu, kendisi bir duvardan azıcık yumuşak, bir odundan bir gıdım serttir..
    — hani nerde aldığı o saat?
    — elinin köründe! nerde olacak ofiste. ona da telefon ettim, gel al dedim hediyeni.

    diğer sayfayı çeviriyorsun.
    yüzüne belli belirsiz dağılan o gülümseme; içinin ne kadar ışıdığının, yüreğinde ne huzurlu, ne eşsiz duyguların gezindiğinin aynasına dönüşüyor, her şey bir bir yansıyor oradan. öyle bir ayna ki o, sende gördüklerimi akın akın bana da taşıyor, bende çoğaltıyor.
    o an rüzgâr saçını getiriyor gözlerinin önüne; okuman bölünmesin, dikkatin dağılmasın diye alıp o bir tutam saçı, kulağının arkasına usulca koyuyorum. sonra ensende, yanaklarında, boynunun o güzelim, o eşsiz kıvrımlarında, mutluluğun bahçesinde gezdirir gibi dolaştırıyorum parmaklarımı.
    iki kişi gelip yaslanıyorlar yanımızdaki duvara; kızın elinde, yaprakları kırmızıdan siyaha dönmüş bir demet gül var. erkekse elini kızın omzuna atmış, bedenleri arasıdan rüzgâr geçmiyor.

    — beni çok mutlu ettin cem, hiç beklemiyordum senden bunu.
    — neden beklemiyordun, bugünü unutacak değildim ya.
    — ne bil’im işte, arkadaşlarımla da geçen gün konuşmuştuk, zehra demişti ki…
    — başlatma o kızın yedi ceddine şimdi! allah allah mübarek günde de ağzım açılacak. hem ben o zilliyle görüşmeyeceksin demedim mi? kızım, o sağlam pabuç değil, kimlerle düşüp kalktığını sen benden iyi biliyorsun. mahalleli dilinden düşürmüyor onu. benim bile kaç arkadaşım…
    — ya niye öyle diyorsun cem, hem herkesin hayatı kendine. o öyle diye ben arkadaşlığımı nasıl bitiririm, kaç yıldır tanıyorum kızı, üstelik bana bir kötülüğü de dokunmadı ki.
    —tabii ya, illa pavyona düşeceksin, o zaman göreceksin gerçekleri değil mi?
    — lütfen bozma ağzımızın tadını şimdi.
    — neyse geçelim onu. sen bu hafta sonu için ne diyorsun?
    — olmaz cem, ısrar etme o konuda artık. size nasıl gelirim ben, hem evde annen baban olsa neyse, tanıştıracaksın der, sıkılarak da olsa gelirdim, ama böyle gelmem.
    — bak kızım, bırak nazı olmazı! gelmezsen aramızdaki her şey biter ona göre!

    “… gülüşün, içimdeki ormanın en ulu çınarıdır sevgilim, dalları ki bir ucumdan bir ucuma uzanır, sarıp sarmalar beni serinliğiyle! ne zaman seni sevmek, bir afyon gibi başımı döndürse, mutluluk girse kanıma renkli düşlerden örülme bir gece gibi, onun gölgesinde dinlenirim hep. dört yanımda yükselen kale duvarları, bazen ellerimi kollarımı sımsıkı bağladığında, çaresizlik geveze bir baykuş olup ruhuma tünediğinde, gülüşün beni bir hayalet gibi geçirir o duvarlardan. suya kavuşan minik bir serçeyim onu bulduğumda, incecik bir derede coşkuyla yıkanırım.

    gülüşündür hiçbir yere sığdıramadığım en değerli hazinem, her nereye gidersem yanımda götürdüğüm. o ki senden hediyedir sevgilim; varlığı bir başka hayat, yokluğu kördüğüm!”

    atılıyorsun boynuma.
    “hediyelerin en güzeli seninki, senin öykün!” diyorsun.
39 entry daha
hesabın var mı? giriş yap