37 entry daha
  • ringdeki iki insandan birinin ayakta kaldığı, diğerinin kalamadığı...

    genellikle yenmek/kazanmak üzerine kurulu olan spor dalları arasında, bu yönüyle en gerçekçi bulduğum spor dalıdır boks. efendim delikten top geçecekmiş, kimin topu fileyi aşacakmış, kim daha hızlı koşacakmış falan... yenmek için bu kadar takla mı atılır?!

    "şimdi işte sen ve ben varız... ya sen düşeceksin ya ben!"

    bu basit felsefesi, kendisini bir spor dalı olarak gözümde, diğer tüm sporlardan daha üstün yapmaktadır. sanki böyle, hayatın o basit sırrını çözmüş gibi... ben henry chinaski'yi de bu yüzden severim biraz... dayak yediği bir kitabın sonunda, "bildiğim tek şey, ne olursa olsun ayakta kalmam gerektiğiydi" benzeri bir cümle kurabildiği için. sonunda hayat, sadece ayakta kalabilmek için harcanan bir emek... ve boks, bana hayatın kendisini hatırlatan tek spor dalı.

    entry'ye çok ciddi başladım sanki... oysa derdim, küçük bir boks kariyeri hikayesi anlatmaktı kendimle ilgili. öyle şampiyonluklar, büyük maçlar falan değil tabii... kısa süren, yerde biten bir hikaye. işte bu, si murg'un vietnam'da düşüşünün hikayesidir...

    ikibinli yıllar başlamış... ünlü boksör si murg, bilim mi sanat mı ikilemi arasında kalmıştır. karar veremeyen dünyaca ünlü genç boksör, ilgilendiği bilim dalının da, sanat dalının da farklı üniversitelerde master programlarına başlamıştır birer yıl arayla... o tarihlere kadar gül gibi geçip giden hayat, master dersleri ve özelikle tez yazım sürecinin başlamasıyla kabusa dönüşmüştür. "sigara sigara çay sigara" diyen şarkıdaki sigara, gün geçtikçe daha fazla içildiğinden, genç boksörümüz bu sıkıntısını yakın bir arkadaşıyla paylaşmaktadır sürekli. bir gün arkadaşı "buluşup iki tek atalım" der... iki tek atılan o gece alınan kararlar, bu isimsiz gencin boks kariyerini başlatacaktır kısa süre sonra...

    - çok sıkıldım abi, bildiğin gibi değil.
    - hadi yaa...
    - evet abi. o değil, deli gibi sigara içiyorum.
    - abi o dert bende de var ama buldum ne yapacağımızı...
    - ne yapacağız abi?
    - boks!
    - ya yürü git...
    - abi boks yapmayacağız tabii. boks antremanlarına katılacağız sadece.
    - nasıl olacak?
    - beşiktaş'ta, inönü stadyumu'nun altında.
    - nasıl ya?
    - orada çalışıyor abi beşilktaş boks klübü. dışardan ayda yirmi milyon lira verip katılabiliyorsun istersen...
    - yirmi milyon mu?!
    - evet abi, şaka gibi...
    - gidelim o zaman abi... bahane olur, sigarayı bırakırız.

    kayıt yaptırılır, eve bal alınır, limon alınır... ballı limon hazırlanır antreman öncesi falan... sonra beşiktaş-inönü'ye gidilir ve stadyumda 1200 metre koşulur antreman günleri. sonra aşağı inilir ve gölge çalışılır. gölge sonunda torba ile bir amatör maç süresi kadar boks yapılır. rutini bu kadar...

    "abi destan gibi yazıyorsun ama kaç yıl yaptın sen bu sporu?" diye sorabilirdiniz bunu size yüzyüze anlatıyor olsaydım.
    "sadece 2 ay" cevabım lütfen konsantrasyonunuzu bozmasın yazıya dair...
    burada size, palmiye ağaçları altında, uzaktan gelen silah ve helikopter sesleri arasında biten bir boks kariyerinden bahsediyorum...

    salondaki antrenör, rocky'nin antrenörü mickey'nin birebir kopyasıydı. abartıyorsam namerdim. karakter falan da aynı... yüzü gülmez, sürekli eleştirir. günün sonunda yaşlı ama karizmatik bir boksör. bir gün geldi bu yanıma, "senin yaşın genç olsaymış, sende iş varmış aslında" dedi. o an fonda bir şarkı çalmaya başladı benim beynimde. bilimmiş, sanatmış falan... yalan bunlar aga moduna girmişim, hayali düşmanım kum torbasına olanca hırsımla girişiyorum. ya sen ayakta kalacaksın, ya ben. işte hepsi bu modundayım. tahmin etmek zor değil tabii... amatör maçların süresi üzerinden devam eden maçımızın sonunda, torba yerinde sapasağlam dururken, ben yerdeyim. nefes almakta zorlanıyorum. ama gururluyum arkadaş. ne de güzel söylüyor fonda elin gavuru... eye of the tiger... vur sazın teline amına koyayım, bağrımız yanmış!

    çıkıyoruz antreman günleri stadyumdan... kapşonları çekiyoruz kafaya. taksim'e çıkıp parktan, metroya biniyoruz gayrettepe'ye gitmek için. eğer ikibinli yılların başında, mecidiyeköy metrosunun merdivenlerini koşarak çıkan iki tiple karşılaşmışsanız, onlar olasılıkla bizizdir. eğer bu iki tip, son basamağı da çıkıp, yol seviyesine ulaştıklarında, elleri havada, oldukları yerde, "adriaaaan! adriaaaan!" diye zıplıyorsa, o zaman o iki tipin biz olduğumuzdan kendi adınız kadar emin olabilirsiniz.

    sigarayı bırakıyoruz. sigaraya 16 yaşında başlamış bir insan olarak, nefes alabildiğimi hissediyorum. üzerine bir de boks antremanları eklenince, kendimi uzun zamandır ilk kez sağlıklı hissediyorum. hoşuma gidiyor bu durum. tez çalışmalarıma da faydası olduğunu, daha disiplinli çalıştığımı da ekleyeyim ama konumuz bu değil... konumuz hızla yükselen boks kariyerim ve işte o kariyerin kilometre taşlarından bir gün...

    arkadaşla inönü'deyiz yine... keyfimiz yerinde. koşuyoruz stadyumda. sonra inip gölge yapıyoruz. gölge sonrası tam torbalara yönelirken, mickey bağırıyor; "herkes ringe!" işte kariyerimde ilk kez ringe çıkacağım. gerçi 20 adam birden çıkacağız ama olsun... ringe doğru, şarkı eşliğinde slow motion yürüyorum. salonda binlerce, tüm dünyada milyonlarca insan ekran karşısında beni alkışlıyor. patlayan flaşlardan, ben ringe doğru yürürken, eldivenlerime dokunabilmek için, onlara bir el vermem için uzanan hayranlardan bahsetmeye gerek bile duymuyorum bu aşamada...

    ringdeyiz. mickey "herkes eşleşsin" diyor. biz arkadaşla eşleşiyoruz. mickey diyor ki, "sakin olun, birbirinizi hırpalamayın. basit bir dövüş olsun" herkes ringde olduğundan, hareket etmemiz de pek mümkün değil. insanlar alışık duruma ama biz ilk defa ringdeyiz. bir kaç saniye diğerlerini gözlemleyince anlıyoruz ki, basit ve hafif direkler atacağız birbirimize... başlıyoruz. önce bi sol, yine sol... sonra bi sağ ve onu takip eden bi sol daha. gelgelelim, ben 2. raundda, bir şarkı daha duymaya başlıyorum beynimin içinde. gerçekle bağlantım kopuyor yine...

    mickey köşeden bağırıyor.
    "öldür onu si murg, öldür onu"
    direği çakıyorum ivan'ın burnuna...
    ivan diyor ki, "abi sakin ol"
    "bu apollo için" diyerek bir tane daha sol çıkartıyorum ivan'a...
    "baba acıyor lan, manyak mısın" diyor ivan.
    bir sağ, kroşe bu sefer...
    "si murg manyak mısın olm" diye sol çıkartıyor kaşıma doğru ivan.
    çok acıyor...
    mickey bağırıyor ama köşeden, "acı yok rocky acı yok"
    "öldün sen ivan" diyorum, basıyorum solu burnuna...
    ivan sarılıyor, "abi sikerim bak, allah yarattı demem tekme tokat girişirim" diyor.
    kendime geliyorum.
    mickey geliyor yanımıza, "daha sakin gençler, siz burada çorbadansınız, hehe" diyor.

    duş alıp çıkıyoruz inönü'den... taksim'de içeceğiz arkadaşlarla buluşup. yolda yürürken...
    "abi niye o kadar sert vuruyordun?" diyor arkadaş.
    "şarkılardan oluyor abi" diyorum.
    "ne şarkısı abi, şarkı çalmıyorki hiç salonda" diyor.
    "çaldığı kadar işte" diyorum.
    "efendim?!" diyor.
    "pardon ya, bi daha olmaz" diye geçiştiriyorum.

    fazla uzatmak istemiyorum. salonda bir tane de zenci çalışıyor. adam mike tyson'ın genç ve hafif siklet olanı. lisansüstü öğrencisiydi o da sanırım. salondaki herkesten başka ama eleman... kibar, güleryüzlü ama çok iyi boksör. mesela bak şu alet var ya, bu aletle filmlerdeki gibi çok seri çalışmak mümkün değil. ben buna bir vuruyordum, sonra bir daha vurabilmek için en az 20 tane boşa sallıyordum. salondaki o kadar sporcu arasında, söz konusu aletin hakkını veren tek sporcu bu zenciydi. sessiz, kendi halinde bir eleman... niye mi anlatıyorum bunları?! bir gün mickey dedi ki, "hey si murg, gel bakalım"

    ringde mickey ve zenci var. yürüyorum onlara doğru. boks kariyerimin ikinci ayı.

    "efendim hocam"
    "hafif bi çalışma yapın beraber" diyor.
    "nasıl ya?!" diye geçiriyorum aklımdan...
    "fazla sert olmayın" diyor mickey.
    lan ne serti, benim dizlerim titriyor. o değil şarkı falan da çalmıyor beynimin içinde. şarkılar bile susmuş.

    arkadaşım da gelmiş ringin kenarına... ona bakıyorum. slow motion kafasını iki yana sallıyor. slow motion'da ses olmadığından dudaklarını okuyorum, "nooooooooooooooooooooooooo" diyor. ama yapacak bir şey yok artık :((

    mickey "boks" deyip çekiliyor. daha geçen gün köşeden "öldür onu, acı yok" diyen mickey gitmiş, yerine bambaşka bir mickey gelmiş. oysa biz seninle ne acılar paylaşmıştık mickey... rahmetli apollo için az mı ağladık beraber?! :((

    zenci hareketsiz duruyor karşımda. o kibar adam gitmiş, resmen bir psikopat gelmiş arkadaş. ifadesiz ifadesiz bakıyor. vursam mı vurmasam mı... lan her gün selamlaştığımız adam sonuçta. ayıp yani, vurulur mu elin adamına. bu böyle duruyor hareketsiz... bir tane sol vuruyorum. yine hareket yok elemanda. hayatımın hatasını yapıp, hareket olsun diye sol/sol/sağ/sol kombosuna çıkayım diyorum. adam ne de olsa vurmuyor. çok kibar adam sağolsun. sol direği atıyorum... sonra yine bir sol direk... sağı açtığım an, işte o an... eleman bana bir aparkat çıkartıyor!

    adrian elleriyle yüzünü kapatıyor ring kenarında... kıyamam ona ben. arkadaşım atıyor kanlı havluyu ringe ama artık çok geç... dünyaca ünlü boksör si murg, ben yani, yine bir slow motion sahnede arkaya doğru devriliyorum... koca bir çınar gibi :((

    felç olmuş gibi yerde yatıyorum. açıyorum gözleri, kendi nefesimi duyuyorum derinlerden... echolu falan böyle. palmiyeler falan da var... silah sesleri geliyor yakından. uzakta bir helikopter sesi.

    "hey man, r u allright?!" diyor arkadaş kadrajıma girip... ama sesi çok uzaklardan geliyor sanki.
    "siktiğimin vietnamlısı vurdu beni" diyorum.
    "stay with me man, stay with me" diyor arkadaş.
    "artık çok geç, beni bırakıp kaç, kendini kurtar" diyorum.
    "baba ne vietnam'ı, ne kurtarması..."
    "did my time, took my chances buddy" diyorum.
    "hocam ambulans mı çağırsak ühühühühüh" diyor arkadaş mickey'e.

    biraz sonra toparlıyorum kendimi. ballı limonlu içeceğimden içiyorum kenarda... zenci arkadaş geliyor üzgün üzgün.
    "sorry man" diyor...
    "bana fair play ayağı çekme lavuk, öldürüyordun lan az kalsın" demek istesem de, diyemiyorum tabii.
    "önemli değil arkadaşım" diyorum.

    son kez çıkıyoruz bir daha dönmeyeceğimiz o köhne salondan. kapşonları çekmişiz yine. hafif bi yağmur, bir sonbahar akşamı... fahişeler, pezevenkler, katiller karışmaya başlamış yine şehre karanlıkla birlikte. uzaklarda bir yerde köpekler havlıyor. düşmüşüm ben o akşam. knock out olmuşum. hayata karşı guardı düşmüş bir boksör gibiyim artık... *

    sonuçta şaka bir yana, ne ring, ne boks, ne de antreman... kapşonu kafaya çekip, kendi dünyamda yaşadığım iki aylık rocky tribi paha biçilemez...

    - bize göre değil abi...
    - haklısın.
    - sigara mı alsak?!
    - alalım.
332 entry daha
hesabın var mı? giriş yap