4 entry daha
  • bir gün, önemli bir davayla ilgili olarak, davanın önemini belirtmek üzere hakimin odasına uğradım çekinerek. çekinerek çünkü hiç tarzım değildir dava öncesi ya da sırasında, duruşma esnası haricinde hakimle davayı konuşmak. normal olan da bu değil mi diyeceksiniz: bazı meslektaşların itiyadı olmuştur bu eylem, o ayrı.

    hakime, biraz da çekine çekine durumu anlatmaya başladım. mesai saati dahilindeki 'boş' vakitlerini adliye koridorlarında volta atarak ya da çay bahçesinde konuşmakla geçirdiğine defaatle tanıklık ettiğim 'sayın' hakim, masanın etrafında dostlar alışverişte görsün minvalinde birer gökdelen maketini andıran dosyaların arasında açık duran 'posta' gazetesinin üzerinden "biliyorsunuz iş yükü" ile başlayan ya da devam eden bir cümle kurdu. o an, şu kısacık meslek yaşamında birçok kez olduğu gibi yeniden tiksindim böyle böyle işlemez hale getirilen hukuk düzeninden. acil işlerden sayılması mümkün olan davayı tam 3 buçuk ay sonra karara bağladı zatıâlileri.

    hakimlik teminatını, öğleye kadar uyuduğunda kimseye karşı sorumlu olmamak şeklinde algılayan bu zihniyete muhalefet şerhi koyuyorum. aynı saate onlarca duruşma yazdığı yetmiyormuş gibi duruşmalara vaktinden yarım saat - bir saat geç başlayan işgüzarlara da koyuyorum. geciken adaletle ilgili bu veciz sözü daha uzun yıllar geçerli tutacak olan 'karizmatik', 'fors sahibi', 'yüksekte', 'her şeyin en iyisini bilen' hakimlere de. tek tek. vakit ayıra ayıra.

    sadece bir kişiden şikayet etmek için yazmadım bunu. meslek sırrını da ortaya seriyor değilim. herkes duysun, herkes bilsin istiyorum. her an her şeye hazırlıklı olunsun. benim yaşadığım kırılmaları başkası yaşamasın, fakülte döneminde -belki- edinmiş olduğu idealist unsurlar böyle kör bıçaklarca kan revan eylenmesin.
16 entry daha
hesabın var mı? giriş yap