182 entry daha
  • aslında iki parçadan oluşan ve de ağır bir yenilgiyi anlatan romandır. genelde herkesin odaklandığı ve aşk temasının oldukça iyi işlendiği ilk parçanın yanında, ne yazık ki ikinci parça olan iç savaş anlatımları o kadar ilgi görmez. belki de bunun en büyük nedenlerinden birisi, iç savaş parçası çıkarıldığında bile, romanın yeterince başarılı olabilmesidir. ama bu romanı sadece, baz alınan aşk üçgeni anlatısı dahilinde incelemek bence hem kitaba, hem de buket uzuner'e haksızlıktır.

    o yüzden dedim ki, ben de bu haksızlığı yapmayayım ve ikinci kısma biraz daha ağırlık verip, neler anlatılmak istenmiş bir incelemeye çalışayım:

    --- spoiler ---

    bir kere bu kısımda ilk cevaplandırılması gereken soru: "gerçekten bir iç savaş oluyor mu?" bence hayır. bir kere, savaş esnasında tuna'nın mahallesinden pek çok insanın, alakasız bir şekilde hikayeye dahil olması ilk şüphelenilecek yanlardan olmalı. ikinci olarak, aslında askeri bir ortamın anlatıldığı kısımlarda, askeriyeye özel pek çok ayrıntının bulunmadığı da gözden kaçmamalı. gerçi bunu, buket uzuner'in bir kadın gözünden askeriye içindeki olaylara bakmaya çalışmasının bir sonucu olarak görebiliriz, ama böyle bir eksikliğe atıfta bulunmaktansa, aslında içeride başka şeylerin döndüğünü düşünmek çok daha mantıklı olacaktır. üçüncü olarak, kitabın sonlarında aslında tuna'nın annesinin, tuna'nın askeri bir araçla değil de ambulansla götürüldüğünün belirtilmesi var ki, zaten bu ayrıntı çoğu şeyi açığa kavuşturmakta kendi başına.

    o zaman iç savaş anlatılarında neler olup bitiyor? kitabın ilerleyen kısımlarından ve başındaki hızlı girişten de çıkarabildiğimiz kadarıyla, tuna'nın ada'ya karşı çok derin hisleri ve gönül bağı bulunmakta. küçükken, arkadaş grubu içinde yaşanılan olayların da etkisiyle; ada, tuna'nın hayatı üzerindeki en etkili etmenlerden biri oluvermiş zaten. ama kitabın devamında görüyoruz ki, bu hikaye bir kavuşamama, ait olamama ve de hüsran durumları ile sonuçlanmış. yine de tuna'nın--meriç'le evlenmesine rağmen--ada'yı unutamadığı ve hayatında bu yönde ağır izler taşıdığı aşikar.

    bunun yanında, tuna'nın çocukluğunun anlatıldığı kısımlarda görüyoruz ki, tuna aslında romantik bir entel. büyüdüğü çevredeki çıkarsız ve içten ilişkiler, şair dayı ile olan münasebetlerinden doğan bilinç, kitaptan okuduğumuz kadarıyla ada'dan başkasına göstermediği şairlik yanı ve de edebiyat öğretmeni olmasının getirdiği kültür... bunların hepsinin etkisiyle, şüphesiz ki tuna'nın kafasında insanlığın idealiyle ilgili olarak pek çoklarından farklı fikirler bulunuyor. fakat hayat şartları ve aras'ın ölümüyle değişen dünyasının getirdiği kadarıyla, tuna istemediği bir yaşama hapsedilmiş--şartlar yüzünden meriç'le evlenmeyi reddedememesi mesela. tuna, bunu içten içe kabullenmeyi başarmış olsa da, ya da öyle olduğunu sansa da, aslında edebiyat dersleri boyunca öğrencilerine anlattığı şeylerden, öğrencilerin memnuniyetsiz olması örneğinde olduğu gibi tuna'nın çevresi tarafından 'anlaşılamaması' durumu söz konusu.

    iç savaş anlatısının başladığı sayfalarda, tuna'nın alınıp götürülmeden önce gazetenin içinde öncelikli olarak gerçekten olan bir iç savaşın haberlerini okuduğunu ve hali hazırda buna içerlemişken ada'nın haberi ile karşılaştığını görüyoruz. meriç'in kendisine o noktada bıraktığı notun içinde önemli bir ayrıntı gizli: tuna'nın antidepresan tarzı haplar kullanıyor olduğu gerçeği. çalkantılı çocukluğu ve içinde bulunduğu buhranlar düşünüldüğünde, bu oldukça normal görünen bir durum. fakat bu tarz ilaçların, insanı iyice bir yatıştırdığı ve de üretkenliğine zarar verdiğini hatırlamak gerekli. belki de tuna, yıllardan beri kullanıyor olduğu ilaçların etkisinde, gönlünde olan şiir yazma tutkusunu gerçekleştiremiyor ve de buna iyice içerleniyor olabilir.

    bunun yanında, sabah gazeteyi eline alana kadar tuna'nın o sabah ilaçlarını içmediğini de fark ediyoruz. tüm bunlar--yani iç savaş haberlerinin, tuna'nın aklındaki insanlık kavramlarına sığmaması ve de zaten hayatında kırılma noktası olan ada'yla ilgili bir karalama haberini okuması--tuna'nın o anda bir kriz geçirmesine yeterli sebepler olsa gerek. dolayısı ile o sayfalardan sonra okuduğumuz şeyler, bariz bir şekilde, gerçek bir iç savaşın anıları değil de tuna'nın kendi iç hesaplaşmasının dökümleri haline geliyorlar.

    tuna'nın savaştığı şey, kendisine dayatılan kurallı yaşamın--anneni mutlu et, iyi evlat ol, iyi bir koca ol, ada gibi oraya buraya savrulma, yerleşik düzene geç, kuzguncuk'taki hayatına devam et--ta kendisi ve bu savaşta tuna, savaş benzetisi altında kendisini esir alan ve de 'düzenin her türlüsüne karşı' olan anarşik grubun kendisi oluyor. yani tuna, toplumsal bir düzene değil, kendi hayatındaki düzene başkaldırmaya çalışmakta aslında; çünkü onun gönlünde, ada'nın peşinden gitmek, kuzguncuk hayatından ve anılardan sıyrılmak ve de istediği şeyleri yapmak yatıyor. ne yazık ki savaşı, tuna'nın baskılarla yaşamaya başlamış kişiliğinin ağzından dinliyoruz. tüm bu baskı ve zorundalık ortamı, askeri düzene rahatlıkla benzetilebildiğinden, tuna psikiyatri hastanesinde yaşadığı süreci, askeri bir düzendeki anılarla karıştırıyor--dolayısı ile askeri imgelerin hepsi birer halüsinasyon.

    bu halüsinasyonda, tuna'nın eski arkadaşlarının ve de yeni tanıştığı bir iki insanın öne çıkan karakterleri önemli yer tutuyorlar. tuna, bu insanlarla konuşurken veya onlarla bazı konularda tartışmalara girerken, aslında kendisinin o karakterle özleşen yanıyla ilgili bir iç sorgulamadan başka bir şey yapmıyor. kimi karakter kuzguncuk'taki sakin ve de huzurlu hayatı temsil ederken, kimisi evlilikte eşin önemini, kimisi çocuk sahibi olmanın farklılığını, kimisi düşünsel süreçlerin gerekli olduğunu, kimisi azınlığın sorunlarını temsil ediyor. bu iç savaş sürecinde, ister istemez bu karakterlerin bazıları hayatta kalmaya devam ederlerken, bazıları ise savaştan sağ çıkamıyorlar.

    karakterlerin neden ve nereden hikayeye dahil olduklarını ise, yine kitabın sonlarına doğru bahsedilen mektuplar aracılığı ile anlıyoruz. bariz bir şekilde bu mektuplarda bahsi geçen herkes, tuna'nın savaş imgelerinin içinde bir yer edinmişler kendilerine ve hayallerin içinde mektupta bahsedilene uygun bir sona erişiyorlar. mantıken bakıldığında, tuna'nın kan/revan içeren bu iç savaşları, mektupları okuduktan sonra yaşadığını çıkarabiliriz. savaş, her ne kadar 7 ay sürüyor gibi gösterilmişse de, aslında savaşın kendisi, tuna'nın hızlı bir şekilde iyileşme süreciyle beraber yaşanan kısa bir yanılsama. bu çerçevede, tuna'ya uzatılan mektupların daha önceden açılmış olması, askeri düzende gelen her mektubun bir başkası tarafından okunmasından kaynaklı olmasa gerek. çok büyük ihtimalle, bu mektupları tuna zaten önceden almıştı ve de beraberinde içselleştirdiği gerçeklerle savaş yanılsamasını yaratmıştı kendi kafasında. kitabın sonunda, yani tuna'nın iyileştiğine karar verdiliği esnada, bu mektuplar tekrardan tuna'nın önüne sunuluyor olsa gerek--dolayısı ile de zarflar hali hazırda yırtılmış ve de açılmış.

    kitaba bu açıdan yaklaşıldığında, işin acı tarafı olarak iç savaşın sonunda, iç savaşı başlatan grubun--yani tuna'nın--yenildiğini fark ediyoruz. kitabın diğer kısmıyla paralel olarak, bu hikayede de mutlu bir sona varamıyoruz. her ne kadar askeri açıdan anlatıldığında zafer kazanan taraf olarak görünse de, aslında bu iç savaşta tuna--yani asıl tuna--mağlup olan ve de hayatına olduğu yerden (yeni doğacak çocuğu ile beraber) devam edecek olan taraf oluyor.

    tüm bunların yanında, tuna'nın iç savaşı esnasında bahsettiği bazı gerçekler, birbirleriyle savaşa tutuşan insanlara da eleştiriler içermiyor değil. bu yüzden, aslında savaş kısımlarında, gerçek bir iç savaşın götürdüklerine de atıflar var. bir iki kere de adı geçtiği üzere, savaşlar ve de yönetim biçimleri konusunda, buket uzuner'in thomes hobbes'un leviathan adlı kitabından etkilendiğini görüyoruz. tuna'nın bazı diyaloglarında, ingiliz iç savaşı esnasında yazılmış bu kitabın içinde önerilen egemenlik bazlı özgür yönetim şeklinin övüldüğünü ve de o anda geçerli olan yönetimdeki yanlışların tartışıldığını yakalayabiliyoruz.

    benzer olarak buket uzuner'in, hızla değişen ve eski değerlerini yitiren yapay bir dünyaya gittiğimiz görüşünden duyduğu rahatsızlık, kitabın sonunda sibernetik ve genetik'in (acemice de olsa) tartışıldığı kısımda vurgulanmış. bu tarz bir rahatsızlık göz önüne alındığında ise; tuna'nın ada'nın taksim'deki stüdyosuna gittiğinde gördüğü kırmızı ışıkların, 'dur' anlamının yanında her şeyin otomatikleştiği ve de bu otomatikleşmeye bağımlı hale geldiğimizin göstergesi olarak göründüğünü de düşünebiliriz. evet, tuna bu ışıklardan fazlasıyla etkileniyor, çünkü bu ışıklar onun alışık olduğu nostaljik kuzguncuk yaşantısıyla ve de kendisine dayatılan eski düşüncelerle çelişiyorlar; fakat tuna, yakında kendisini içinde bulacağı iç savaş dahilinde, yeni bir yaşam istiyorsa, bu tarz şeylere alışması gerektiğinin de oldukça farkında--günümüz insanlarının büyük bir çoğunluğunun yaşadığı ikileme benzer olarak, tabii.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak, üzerine düşünülmesi gereken ve de farklı açılardan yaklaşmaya açık, güzide bir romandır kumral ada mavi tuna.
268 entry daha
hesabın var mı? giriş yap