1 entry daha
  • "malikane varsa kesin viktoryen elbiseler, hayaletler, döşeli boş odalar, çok bombastik aile ilişkileri, gizemler, katil uşak da vardır huuuv" diyerek aldım, 1,5 günde okudum. büyük ev varsa orada olay vardır, ben buna inanırım. döt kadar apartman dairelerinde sıpsıradan hayatlar yaşamaktan başka ne yapılabilir, oysa malikaneler öyle mi? bir the others evi, bir ziyagil köşkü, hep hayaletli ve sansasyonel.
    neyse, şebekliği bir yana bırakırsak best-seller okumayı sevmem ama bu kitabı aşağıdaki sebeplerle sevdim vs sevmedim:

    --- spoiler ---

    titanic'i andıran yanları olsa da atonement'a benzerliği ağır basmış hatta esas oğlanın ismi bile robbie, fakat asıl erkekimiz asla bir robbie turner bir jack dawson değil, "hayatın sillesini yedim kızlar, ayrıca sigara içip şiir yazıyorum hadi kapıma dizilin" mottosunda bir salak, olmamış bir kere, insan sonunda "kadın kardeşi uğruna sevdiği adamı vurdu böhüheüğğ" filan diye üzülmüyor, sadece hannah'ya üzülüyor. hannah'nın karakterizasyonu ve karakterin gelişim/değişim, hayatın gerçekleriyle törpülenme süreci çok iyi anlatılmış. hayata bir asi olarak başlayıp teddy'le evlendikten sonra pamuklar içinde bastırılmış bir ev kadınına dönüşümünü çok gerçekçi buldum, o iyiydi. robbie'yi piyasaya çıktığı ilk andan itibaren sevmedim, böyle babamla ilişkim çok kötü ama felaket zenginiz adamlarında mutlaka bir bencillik, bir serkeşlik olur, sen kimsin ki kadına "kardeşini vur" diyebiliyorsun yahu, beyninin patladığıyla kaldın oh oldu. hiç üzülmedim lan. hannah gibi geniş vizyonlu bir hatundan bu salak gibi birine "şiir yazıyor, avurtları çökmüş, yaşanmışlıkların tortusu, evi bile yok oh ne bohemm" diyerek direkt tutulmasını beklemezdim, kısacası esas oğlan olmamış bir kere.

    daha ilk sayfalarda grace'in evin çocuğu olduğunu çaat diye anlamamız da başka bir zayıf yöndü, zaten kitap anlatılacak olaylardan olabildiğince uzaklaşıp(grace'in nasıl üniversitede okuduğu, alfred'i nasıl tekrar bulduğu, kızına karşı annelik hissedememesi, 2. dünya savaşı dönemi, robbie öldükten sonra hannah ile nasıl konuştukları, teddy'nin dedikodulardan etkilenişi, deborah'nın neler hissettiği, emmeline'in ölümü vb) anlatılmasa da olur bir sürü olaya uzun uzun yer verildiği için grace'in gerçeği anlama sahnesi de o kadar amatörce yazılmış ki "kesin bu kız yanılıyor, kendini frederick'in kızı zannediyor boşuna, bu diğer adamın kızı filan çıkacak" diye bekledim ama olmadı, kız birden "annemin cenazesini uzaktan izledi kesin ben bunların kızıyım yuppii" diyerek hizmetçilik işine daha bir aşkla sarıldı. kitap boyunca grace'in hannah'nın dibinden ayrılmayıp diğer kardeşi emmeline hakkında tek fikir beyan etmemesi ise bambaşka bir saçmalıktı.

    en güzel yönü alt katın ve evin emektarlarının anlatıldığı, hatta yaşlı grace'in riverton'ı ziyaret ederken kahyanın ve aşçı kadının hayaletleriyle konuştuğu kısımlardı, zaten evin zenginlerinden çok ayak takımı kurtarır böyle hikayeleri her zaman.

    deborah ah o deborah.. sana briony tallis'den bile daha çok küfrettim kart karı. kitabın sonunda müzmin bir abazan olarak kalmışsındır umarım yılansı fare görümce. geber.

    --- spoiler ---

    filmi çekilirse robbie'yi johnny depp, grace'i anna hathaway oynasın bence, cuk otururlar özellikle de robbie.
3 entry daha
hesabın var mı? giriş yap