1 entry daha
  • bir kuple gelsin: (tamami icin http://www.geocities.com/…n/pembe_incili_kaftan.htm)

    "- seni tebriz'e elçi göndereceğiz. muhsin çelebi sordu:

    - katınızda bu kadar nişancılar, kâtipler, hocalar var. niçin onlardan birini seçmiyorsunuz?

    - sen şah ismail denen kötü ruhlu adamın kim olduğunu biliyor musun?

    - biliyorum.

    - devletini seviyor musun?

    - seviyorum.

    yüce sadrazam doğruldu. arkasına dayandı:

    - pekala öyleyse... dedi, bu kötü ruhlu adam "elçiye zeval yok" kuralını kabul etmez. bizimle boy ölçüşme davasındadır. er meydanında bize yapamadıklarını, bizim göndereceğimiz elçiye yapmak ister. ola ki işkenceyle idam eder. çünkü tanrı'dan korkusu yoktur. oysa elçimize yapılacak hakaret devletimize demektir. bize öyle bir adam gerekli ki, hakaret görünce başından korkmasın... bu hakareti aynen o kötü ruhlu adama iade etsin... devletini seversen, sen bu fedakârlığı kabul edeceksin!

    muhsin çelebi hiç düşünmedi:

    - ettim efendim, ama bir koşulum var... dedi.

    - ne gibi.

    - madem ki bu bir fedakârlıktır, ücretle olmaz. karşılıksız olur. devlete karşı ücretle yapılacak bir fedakârlık, ne olursa olsun, gerçekte kişisel bir kazançtan başka bir şey değildir. ben maaş, makam, ücret filan istemem... karşılık beklemeden bu hizmeti görürüm. koşulum budur!

    - ama oğlum, bu nasıl olur? onun elçisi çok ağır giyinmişti. atları, hizmetkârları kusursuzdu. bizim elçimizin atları, hizmetkârları, giysileri daha gösterişli, daha ağır olmalı... bunlar için mutlaka hazineden sana birkaç bin altın vereceğiz. .

    muhsin çelebi döndü. önüne baktı. sonra başını kaldırdı:

    - hayır, dedi, hazineden bir pul almam. gerekli göz alıcı muhteşem takımlı atları, süslü hizmetkârları ben kendi paramla düzeceğim. hatta...

    sadrazam gözlerini açtı.

    - ... hatta sırtıma şah ismail'in ömründe görmediği ağır bir şey giyeceğim.

    - ne giyeceksin?

    - sırmakeş toroğlu'ndaki, kumaşı hint'ten, harcı venedik'ten gelme, "pembe incili kaftan"ı alacağım.

    - ne... o kadar parayı nereden bulacaksın, oğlum? sadrazamın şaşmaya hakkı vardı. bir ay önce tamamlanan, üzeri ender bulunur pembe incelerle işlemeli bu kaftanın ününü istanbul'da duymayan yoktu. vezirler, elçiler, padişaha armağan etmek için toroğlu'na başvurdukça, o fiyatını artırıyordu. muhsin çelebi bu ünlü kaftanı nasıl alacağını anlattı:

    - çiftliğimle mandıramı ve evimi rehine vereceğim. tüccarlardan on bin altın borç toplayacağım, iki bin altını atlarla hizmetkârlara harcayacağım. geriye kalan sekiz bin altınla da bu kaftanı alacağım.

    sadrazam bu davranışı uygun bulmadı:

    - geldikten sonra bu kaftan senin işine yaramaz. yalnız bir gösteriş aracıdır. mallarını elinden çıkaracaksın. yoksul düşeceksin.

    - hayır, sekiz bin altına alacağım kaftanı altı ay sonra toroğlu benden yedi bin altına geri alır. yedi bin altınla ben çiftliğimi rehinden kurtarırım. geri kalan borçlarımı ödeyemezsem, varsın babamın yadigâr bıraktığı mandıram devlete feda olsun... devletten hep alınmaz ya... biraz da verilir!

    muhsin çelebi'yle konuştukça sadrazamın şaşkınlığı artıyordu. yüreği rahatladı. işte küstah, türedi bir hükümdara haddini bildirmek için gönderilecek uygun bir adam bulunmuştu. gülüyor, ağır ağır kavuğunu sallıyordu. divanın nazik, korkak, hesapçı çelebileri canlarıyla mallarını çok severlerdi. bunlardan biri elçi gönderilse, devletinin onurundan çok alacağı bağışı düşünerek, kendisine yapılan her hakareti kabul edecekti. sadrazam, muhsin çelebi'yi yemeğe alıkoymak istedi. başaramadı, giderek onu ta sofaya kadar uğurladı"
28 entry daha
hesabın var mı? giriş yap