6 entry daha
  • yani kedi de denebilir tabii ki, hani bizim oralarda* öyle seslenirler diye buraya yazasım geldi diye de düşünülebilir.

    evet ne diyordum, pisik. tam camın önünü mekan bellemiş bir kedi-m- var. esasen iyelik kısmını pek içimden gelerek yazmadığım belli olsun diye tirelerle bezedim. zira benim sahiplenme içgüdüm pek güçlü değildir. öyle ki hiç bir kız arkadaşımı telefonuma ‘sevgilim’, ‘aşkım’ diye kaydetme gereği hissetmedim. çok samimi gelmedi bana, kız arkadaşlarım. onların bana ait varlıklar olduğunu kabullenmeyi saçmalık olarak düşünmekle birlikte; benim nasıl olupta bir insanın hayatının parçası olabileceğim sorgusunu net bir cevaba kavuşturamadığımdan tanımlamanın havada kalmasını yeğledim de diyebilirim.

    camın önündeki kediden bahsedecekken nasıl olupta mevzuyu sevgililere bağladığımı sormayın. biraz meze olsun diye belki, hatta okunabilirliği arttırmak için de denebilir. çünkü yazıların içinde kadınlar, ilişkiler olunca -nasıl mastürbatif bir zihnimiz varsa- olayın popülaritesi artan bir eksponansiyelle yükselişe geçiyor. yoksa götü kıllı bir kedinin bahçeden bana yaptığı akrobasyonu kim niye merak etsin ki?

    neyse, bu elemanla tanışmamız hatırlamadığım bir tarihe denk geliyor. ismi cismi de olmadığından kendisine eleman, fırlama, şerefsiz gibi değişken sıfatlarla sesleniyorum. küçüklüğünü biliyor olsaydım kulağına iki ezan slyvester okumak aklıma gelirdi belki ama, kısmet olmadı.

    bu zibidi önceleri mahalleden bir kaç arkadaşıyla birlikte beni uyandırana değin miyavlamak suretiyle -ki bence buna çığırmak demek daha doğru olacaktır- sinirlerimi hoplatmayı görev ediniyordu. uykumun derinliği tünekteki bir muhabbet kuşundan hallice olduğundan ilk stereo miyavlama faslında hafiften gözlerim aralanarak, kendisi ve ailesinin kutsal bütünlüğüne dair ettiğim küfürler, üniversitedeki hocalarımı kıskandırabilecek raddeye geldiğinde artık bu kendisini horoz addeden pezevenkle tanışmam gerektiğine kanaat getirdim. bunun için evvela her insanın da en kesin çözüm olarak düşünebileceği sıvıl -kelimeyi şimdi uydurdum- yollara başvurdum. elimin altında kova bulunmadığından -bir erkeğin evinde neden kova bulunsun ki- annemin bana çeyizliğim olarak tanıttığı sürahinin içine koyduğum suyu düşey bir ivmeyle bizim dallamanın kafasına boca ettim. spor yaptığım zamanlardan bu yana ‘nokta atışı’ olarak isimlendirilen yetiye sahip olmadığımdan suyun ancak 1/3’lük kısmını kediye denk getirebilmiştim. yalnız kedi dediğimiz yavrucak pek toraman bir canlı olduğundan kafa ve sırt kısmı suyun etkisinden kurtulamamış ve tüyleri tomar tomar vücuduna yapışarak sudan fırlamış karabatak kıvamını yakalamıştı. gelgelelim etrafındaki bütün arkadaşlarını kaçırmaya yarayan bu sulu saldırı bizim şerefsizde hiçbir tepkiye yol açmamış, aksine karşımda ‘senin ..ına koycam oğlum, bunu ödeticem sana’ bakışı atan bir canlıyla başbaşa kalmama yol açmıştı.

    saldırının ardından geçen bir kaç günde toplu ayin halindeki miyavlamalar kesilmiş, ama gel gör ki bu kez de esas çocuğun resital performansına şahit olmaya başlamıştım. işin boktan tarafı daha önceleri saat dokuz civarlarında başlayan konser, güneşin doğuşuna kadar çekilmişti. artık evimin önünde benden nefret eden bir horoz beslemekteydim.

    öğrencilik boktan meslek… hele gece okumanın insanda yarattığı tembelliği ancak yaşayan bilir. bazı zamanlarda güneşi görmek, bir mahsun edasıyla film çevirme isteği doğurabilir. insan zihninin en tembel olduğu saat dilimlerinde ayakta olmak, belirgin yetileri geliştirmekle birlikte yaşantıda göze çarpan bir sosyofobiye de sebep olmaya başlayabiliyor.

    herkes gibi ben de uykusunu düzenli bir şekilde alan; ruhen rahat ve huzur içinde bir öğrencilik hayatı yaşıyordum. ta ki bu kıllı ferhat göçer hayatıma girene değin!

    bir kaç gün ardarda gelen bu taciz atışlarının ardından bu olaya bir son vermem gerektiğine karar verip, o an aklımda olmayan b planımı devreye soktum. teknik yetilerimi de kullanarak kediye elektrik verecektim. yok artık, dediğinizi duyar gibiyim. evet bende bir kaç dakikalık technical preperation’dan sonra bunun mantıksız ve gereğinden fazla enerji harcamayı gerektirecek bir çözüm olduğuna karar verdim. zahir ki kediden patisini prize sokmasını rica edemeyeceğim gibi havadan elektrik iletebilecek kadar tesla bir insan olmadığımın farkındaydım. bunun tek yolu mantıksız uzunlukta bir ara kabloyla kedinin peşinden koşmak olacaktı ki kafasına su attığımdaki bakışlarından hala tırstığım kedinin yalıtkan olma ihtimali ve bir patisi yerde bir patisi gökte olan bu canavarla savunmasız bir şekilde başbaşa kalma olasılığım beni bu karardan tamamen vazgeçirmişti.

    ——————————————

    sevgili günlük;

    bugün uykusuzluğumun on beşinci günü, şu an saat 05.30 pm ve dışarıdaki g.t oğlanının susmaya hiç mi hiç niyeti yok.

    ——————————————

    uykusuz geçen üçüncü haftanın ardından, artık gözlerim kan çanağı şeklinde taarruz planları yapmaya koyulmuştum. elimde teknik alet edevat, coyote gibi kapıdaki düşmanın işini bitirmek için bubi tuzakları hazırlıyordum. yalnız bir şeyi hesaba katmamıştım, kedilerin zekasını… genel yargıdır kedilerin nankör olduğu, ben hiçbir kedinin üç yıllık ilişkimizin ardından beni terk ettiğine şahit olmadım ancak bu ibneler gereğinden fazla zekiler! camın önüne kurduğum ve miyavason olarak adlandırdığım kuş kapanıyla akuple çalışan bir fön makinesinden müteşekkil mühendislik harikam dahi çözüm olmamıştı.

    geriye tek bir çözüm yolu kalıyordu sulh yoluna gitmek. yalnız ortadaki durumda bütün kaleleri zapt edilmiş ve bütün tersanelerine girilmiş olan ben olduğumdan bu bir sulhtan ziyade tek taraflı ateşkes olarak kalmaya mahkumdu. küçükte bir sorun vardı kediyle nasıl anlaşacaktım? beyaz bayrak sallasan anlamaz ki bu pezevenk! nerden biliyorsun diyor bak hele, denedik herhalde; bakmadı bile.

    ne pavlov’un öğretileri ne de evde bulduğum ‘ilk hayvanım’ adlı edebi klasik işe yaramayınca, hayvanın ruhuna hitap etmenin yollarını araştırmaya başladım. ben -ki onca tecrübeme rağmen- insanın bir diğer cinsi olarak bildiğimiz kadınların dahi ne istediğini yahut neden hoşlanıp hoşlanmadığını çözümleyememişken dört ayaklı bu vahşi yaratığın bam teline dokunma denemelerimin başarılı olması konusunda ümit beslemiyordum.

    yemek, evet ona yiyecek verecektim. ancak öğrenci halimle kendimi zor doyurduğumdan; bu bıyıklı dallamaya garsonluk yapmak hiç akıl karı değildi. ve fakat uykusuzluk artık ölümcül bir raddeye ulaştığından başka çarem kalmamıştı. biraz araştırmamın sonucunda kedinin et ve balık kurumlarına karşı olan zaafını çözümleyerek kasabın yolunu tuttum.

    kasabın yolunu tuttum dediğime bakmayın, o yolu ancak bir buçuk saatte bulabildim. kendileri de öğrenci olan ev arkadaşlarımın mecburi vejetaryen olmalarından dolayı bu et satış mağazalarının şehrin hangi güzide köşesine denk geldiği konusunda en ufak bir fikrim dahi yoktu. sonunda buldum ve terim olarak karşılığını bilmediğim ancak normal insanların almaktan imtina ettiği et artıklarını bir poşete doldurup eve doğru seğirttim. işe yaramaz olarak adlandırılan bu kasap artıklarına verdiğim para gözlerimi doldurmuşken, et denen nanenin işe yarayan kısımlarının hangi türk lirasıyla ödendiği konusundaki kafa karışıklığım eve kadar yürüdüğüm yolun hemencecik geçmesine sebebiyet vermişti.

    kapıdan girdiğimde elimdeki poşetten yayılan değişken koku normal şartlar altında uyanmak için güneşin batışındaki o kızıl rengin ahengini bekleyen ev ahalisinde zorla mezbahaya getirilmiş hindu tepkisine yol açmış. üstüne şehirdeki altıncı yılını deviren arkadaşımın bir kaç dakika içinde suya boşalttığı fasulyelerden etli bir yemek yapmaya meyletmesini hiç hoş karşılamamıştım. asıl mevzu ise poşetteki nostaljik kokunun bir kediye kahvaltı olacağını söylediğimde patlak vermişti. artık evdeki kimse benimle konuşmuyordu. ancak benim önceliğim uykusuzluktan gözlerimi esrar çekmiş kırmızılığına bürüyen bu şerefsize yalakalık yapmak olduğundan dünyanın geri kalan kısmından soyutlanmıştım.

    planım hazırdı; normal şartlar altında sadece bana azap olsun diye sabahları pencereye çöreklenen ve günün geri kalan kısmını bahçenin uzak köşelerinde mahallenin dişi kedilerine reverans yapmakla geçiren bu don juan’ı öğlene doğru yemek marifetiyle pencereye yaklaştıracak ve bunu bir kaç hafta tekrarladıktan sonra kedinin bu ritüele boyun eğmesini sağlayacaktım. yanılmışım.

    öncelikli olarak çiğ eti beğenmeyen prens charles’a ekmekle pişirilerek hazırlanmış bir menü hazırlamak durumunda kaldım. kendine yumurta kırmaya erinen bünyemi zorlayarak hazırladığım bu halil ibrahim sofrasından hoşlanan haşmetlu, öncekilere göre daha sevecen bir bakışla ‘meyuww’ yaparak yanımdan uzaklaştı.

    - miyaaeeaeaeaeaauuuaeaeauuuuuwwwww!

    vay babayın atayın, diye yataktan fırladığımda gün henüz ağarmamış, insanoğlu henüz uyanma gereği hissetmemişti. normal şartlar altındaki miyavlaması uykumun içine eden bu tenor parçası dün yediği etin de etkisiyle daha bir güce imana kavuşup sesine hafif bir baritonlukta eklemek suretiyle camı çerçeveyi titretir hale gelmişti. artık hem uyuyamıyor, hem de her öğlen kebapçı çırağı gibi et söğüşlemek zorunda kalıyordum.

    tümden teslim bayrağını çekmiştim ve kendime olan güvenim çok derinlerden sarsılmıştı. bir kediyle başa çıkamamıştım. başka yolum kalmadığından bükemediğim patiyi öpmeye karar verdim.

    artık hep beraber yaşamaya başlamıştık. bu okul hayatımın sonuna kadar böyle sürecekti. üniversitede kızlar teklif ediyor iddiasının temelsiz bir palavra olduğunu öğrenmemin ardından, yıllarımı bir kediyle geçireceğim kabusu da üzerime çöküvermişti.

    şu an misalen ben bu yazıyı yazarken, bir köşede kıçını başını yalayarak bana bakan bir kankam var artık. öyle ki önceleri beni uyandırmak için pencerenin önünde ses tellerini patlatırcasına bağırmak zorunda kalan zibidiye tam osurarak uyuma kıvamına geldiğimi hissettiğinde burnuyla dürtebilme kolaylığını sağlamış oldum da diyebiliriz. ancak hiç olmazsa zaman zaman kendisi de uyuyakaldığından, bir kaç saat fazla kestirebilme imkanına kavuşuyorum.

    hepsini s..tir edin biraz önce gogıldan baktım, bu ibnelerin ortalama ömrü bir mühendisin mezun olma zamanından biraz daha kısa görünüyor. yanisi son sınıfa doğru ilerlediğimde bu it heriften kurtulmuş ve yatağın içinde gerine gerine uyuyabiliyor olacağım.

    noluyo buna? hafif gerindi sanki, okuma yazması yoktur dimi lan bu serserinin?
8 entry daha
hesabın var mı? giriş yap