40 entry daha
  • ibretlik bir film.
    zaman zaman izleyip, ebeveynlerimi toplar çıkarırım, bende ne doğru yapmışlar ne yanlış.

    film izlerken nadir olarak geriliyorum, gerilmiyim diye korku filmi izlemem mesela yayları gevşek tutmaya çalışıyorum, ne alemi var ekstra baskı uygulamanın ruh alemime.
    gel gelelim ki bu filmi izlerken sinirlerim burgu gibi oluyor.
    sanki birisi bütün vücudumdaki sinirleri ayıklamış ve sinirleri bir karıştırma kabının içinde doğrayıcı (blender da diyorlar) ile parçalıyor.

    film boyunca mütemadiyen, anneyi, kızı ve bir de kendimi suçlayıp durdum.

    açık bir dille konuşursak, ben şahsen kendim şiddettin her türlüsünden nefret ederim.

    iki tür şiddet zihnimde ön plana çıkıyor.
    birincisi, kadına yönelik şiddet,
    ikincisi, çocuklara.
    birincisine uygulanan şiddet , zorunlu veya dolaylı olarak ikinciye etki ediyor.

    evin beyi, baba, peder, moruk, iskele babası yada her ne haltsa,
    sokakta kumar mı oynar, zil mi takar oynar bilemem,
    eve gecenin yarısı körkütük sarhoş gelip kadını bir güzel sopalar.
    bu sopalamalar öyle yeknesak bir hal alır ki yıllar yılı, artık bir rutinden farksız bir yapıya kavuşur, hatta bir tür ritüel haline gelir, kadının kum torbasına dönüşünün dayanılmaz hafifliği de deniyor.alkolik koca içip içip, dışarıda, çevresindekilere gösteremediği erkekliğini gelip evde karısına tatbik eder.

    zaman içinde mutsuz, kederli, psikolojik dengesi dart tahtasına dönmüş kadın depresif ruh haliyle,evin içinde kendi ruh halliyesinin karanlık yüzünü tatbik edecek bir kobay arar.

    tahmin ettiğiniz üzere, anne, aciz, ağzı var dili yok, kendisine muhtaç, yardımsız bi çare çocuklarına aynıyetiyle kendisine uygulanan, darp, baskı ve şiddeti kobay sıfatı ve kaderinin ortağı yavrularına uygulamakta hiç gecikmez.

    biliniz ki bir aile de çocuklar kötek yiyorsa o evin hanımı da dayaktan nasibini alıp, şiddeti kastın daha altındaki bireylere ulaştırıyordur.

    bir de üvey anneler vardır (genelden değil de istisnalardan yola çıkıyorum, aksi takdirde pek sevgili üvey anneler yok değildir), bu üveysler, işi gücü olmayan, bir baltaya sap olamamış, kahve köşelerinde eli pişpirik kağıdı yada okey taşı tutmaktan başka bir halta yaramayan alkolik yada değil ama sigara içmekten parmakları ve bıyığı katran sarısına dönmüş, eminönü'ndeki umumi hela taşları kadar sararmış dişleriyle, üveys anneyi de kolluk kuvvetlerine katarak, her allah'ın günü sabah akşam demeden muntazaman sabi sübyanları sopadan geçirip, en halis mulis psikopat işkenceleri kocalarıyla ele ele verip uygulayan üvey anneler de mevcuttur.bu tip insanların geçer akçeleri çocuğa işkence ederek sefil hayatlarına bir zerre renk katmak suretiyle siyah beyaz hayatlarını renklendirmek olabilir.daha emziği ağzında güç bela tutabilen dişi bile henüz çıkmamış bebelerin üzerinde sigara izmariti, yada sobanın kızgın demirini çıplak ete bastırarak yavrucak avuç dolusu bağırıp çığırsın, tomurcuk dolu gözyaşları sel olup aksında zevkü sefamızı bulalım tarzında bir takım sadistik eylemleri gerçekleyebilirler.

    "onüçe" dönersek, mel, tahammül sınırları oldukça yüksek, hoşgörülü bir anne olarak tanımlanabilir, bu noktadan baktığımızda treysi evdeki "sorunlu" , ebeveyni ile iletişim kuramayan, annesinin hal-i vaziyetinin ve içinde bulunduğu zorluklarını hiçe sayan, saygısız, terbiye arsızı, laf söz anlamayan, sinir hastası bed çocuk müsveddesi olarak görebilirsiniz.
    fakat her ne kadar film çekilirken 15 yaşında olsa da, film icabı 13 yaşında olan treysi babası tarafından yok sayılan, ilgi alaka görmeyen, annesinin erkek arkadaşıyla evin içinde cilveleşip, cinsel hayatını alenen yaşadığı, maddi imkansızlıkların gırla gittiği, konuşup sorunlarını anlatabileceği, paylaşım içinde olabileceği aklı selim bir ebeveyn bulamadığı içinde treysi'de yerden göğe kadar haklı bulmak da diğer taraftan gayet makul olacaktır.
    oysaki annesinin de cinselliğini yaşamak, mutlu olmak, yaşlandığında başını dayayacağı bir omuza ihtiyaç duyması kadıncağızı ruhsal, duygusal, gelecek kaygısı vs. unsurlar içinde düşünürsek kadıncağızın çıkış yolları bulmak hususundaki eylemlerini haksız bulamayız.

    işte bu hal ve şeriat içinde şahsen ve bizzat kendimi suçlu hissettim.

    iç sesim, bir taraftan kadına çak şu küçük sıçanın ağzına iki tane aparkat oturt kıçının üstüne derken, diğer taraftan çocuğuyla adamakıllı iki kelam edemeyen daha kızının diline taktırdığı küpeyi görmekten kusurlu bir kadının, kurbağanın yıldızları iyi göremiyorum diye kuyuyunun içine girip ordan bakayım demesi kadar yıldızlara uzaktır.işte gelen giden aklım bir taraftan problemli bir çocuğa şiddet uygulayacak kadar kendinden geçmiş, sopanın ucundan damlayan balı yalayıp yutan, cani, düşüncesiz bir iblise dönüşüvermekle kendimi suçlar buluyorum.
    henüz 13 yaşındaki bir çocuk, şuursuzca bileklerini kesip akan kan ile rahatlamaya çalışırken, yani özne kendi içine çekilip sadece kendine zarar vererek bir anlam bulma savaşına girmiş kadar aciz düşmüşken bu çocuğa iki tokat atmak, orman yangının üstüne petrol kuyusu açmak kadar abes kaçacaktır.tabii bir de kız çocuğun babaya düşkünlüğü ve herifin hiç oralı olmaması, kızına bir beş dakika vakti haram görmesi, hayvan herifi sokakta görsem, ağzının ortasına iki tane çakacağım gerçeğinin bir roket edasıyla bünyeme gelip oturmasına sebebiyet vermedi değil.

    biz erkekler her nedense bir çözüm bulamadığımız her durum ve amelde, odun terapisini çözüm listesinin en başına yerleştirmekte pek bir yetenekliyiz, halbuki şiddet ahmakların ilk başvurduğu yöntemdir.

    filmin senaryosunu henüz 14 yaşındaki iviii kod adlı nikki reed yazmış ve yine filmin direktörü olan catherine hardwicke ile beraber beyaz perdeye uyarlamışlar.reed aslında filmin senaryosunu kendi 13 yaşında başından geçenleri bir takım ekleme ve çıkarmalarla öyküleştirmiştir, bu bağlamda ivii'nin annesinin de essah yaşamında kuaför olduğunu ve anne-babanın reed henüz iki yaşındayken boşandıkları argümanlarından yola çıkarsak film hani nerdeyse gerçek bir yaşam öyküsü denilebilecek kadar yalın ve yaşanmış olaylardan oluşuyor, bir nevi gerçek bir hayata dayanan öz-yaşam hikayesi.

    ayrıca film oscar adayı olarak gösterilmiş, en iyi yardımcı kadın rolüyle mel için ha bir de çeşitli festivallerde 13 adet ödüle layık görülüp, 34 adet ödüle daha aday olarak sunulmuş, fakat gelgelim her nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde imdb puanı sadece 7'de kalmıştır.

    filmin ilk gösterimi sundance film festivalinde yapılmıştır.bu festivalde catherine hardwicke drama dalında en iyi yönetmen ödülünü kazanmıştır.bu bağlamda izlenesi bir filmdir, her ne kadar holivud'un bağrından kopup gelmiş olsa da bağımsız bir film olarak bahsedilecek özgün bir yapım olmuş.
27 entry daha
hesabın var mı? giriş yap