4 entry daha
  • "sabah tam yediyi on geçe geldiler.

    çok kibarlardı, naziklerdi... hiçbir kaba gösteri ve eylemde bulunmadılar.

    kelepçe filan da takılmadı…

    ev arandı, bütün eşyalar döküldü ve öğleden sonra saat 2 gibi bitti. annemlerin evi olduğu için arama çabuk bitmişti, bir tek bilgisayarın kopyalanması uzun sürdü.

    asıl "yukarı" diye tanımladığım, turan güneş bulvarındaki evin araması uzun sürecekti belli ki, zira tüm cd ve kitaplarım oradaydı. üstelik çocukların ve eşimin bilgisayarlarının kopyalaması da zaman alacaktı. nitekim gece üçte bitmiş.

    önce "sağlık kontrolü" diye gazi üniversitesi'nde bir doktorun karşısına oturttular. adam yüzüme bile bakmadan, "darp var mı?" diye sordu. "darp yok ama raporum var" dedim. "kanser hastasıyım."

    "biz ona bakmıyoruz" dedi son derece ilgisiz biçimde... dilimin ucuna kadar geldi, "peki neye bakarsınız? adli tıpa havale de mi edemezsiniz?" demek, ama karşımdakinin "doktor" olmadığını düşündüm çaresizce. doktor olsa mutlaka en azından rapora bakardı.

    ankara emniyet müdürlüğü'nün organize suçlar bölümünün nezarethanesine indiğimde doğan yurdakul, "hoşgeldin mümtaz" diye karşıladı beni. ama 24 saatten fazladır yemek yememiş olduğumdan halsizleşmiştim. biraz sohbet ettikten sonra yere, kilim üzerine uzandım.

    giderek halsizleşiyordum. ne bir şey yemek, ne içmek ne de diğer ihtiyaçlarımı gidermek gibi bir talebim olmadı. öylece yatıyordum.

    avukatım ismail sami çakmak ile kardeşim dışarıda uğraşıyorlarmış. avukat bana sıkı bir horozlanmıştı evdeyken: "ne zaman sorsam iyiyim diyorsun, oysa hiç de iyi değilmişsin" diye.

    raporumu getirmişler. polisler sanıyorum endişelendiler ki, beni gece yarısına doğru ibn-i sina hastanesinin acil bölümüne götürdüler. çok uğraştılar "seyahat edemez" diye rapor almak için, ama acil servis, "bunu vermeye yetkimiz yok" diye geri çevirdi.

    geri döndüm ve hayatım boyunca unutamayacağım bir olay yaşadım.

    saat sabahın dördüydü, beni yeniden nezarethaneye attıklarında. doğan yurdakul ve ankara ekibi çoktan istanbul yolunda düşmüşlerdi. içime tarifsiz bir hüzün çöktü. kendimi müthiş yalnız hissettim o anda. oturup ağlayacaktım az kaldı.

    polisler beni korunaklı bir hücreye koydular tek başıma. çünkü nezarethaneden bizimkiler gitmişti, ama yerine "kart sahtekarlığından" gözaltına alınmış kalabalık bir grup gelmişti.

    içlerinden biri "kardeş sen niye buradasın?" diye sorunca, son soluğumla ve yüksek sesle, "ergenekon!" dedim.

    o anda "hurra!" diye bir ses yükseldi ve bir alkış koptu.

    içlerinden biri, "bizden sana selam olsun" diye bağırdı. alkışlar da devam etti.

    demir parmaklıklara kafamı koydum. gözlerim sulanmıştı...

    ertesi gün öğleden sonraya kadar uyudum. yine bir şey yemedim, içmedim ve ihtiyaçlarımla ilgili bir talepte bulunmadım.

    öğleden sonra yine aynı polis geldi ve "hastaneye gidiyoruz" diye beni uyandırdı.

    yeniden ibn-i sina hastanesine gittik. bu kez göğüs cerrahisi bölümüne acilden havale ettirdik. saat 17 gibi de giriş yaptık.

    polisler çırpınıyordu beni istanbul'a "teslim etmemek" için. doktorlara söylüyorlardı: "şuraya, 'seyahat edemez' diye bir not yazın, hastayı size bırakıp gidelim" diye. ama işlerin o kadar kolay olmadığını bilmiyorlardı.

    sonunda yatışımı yaptılar. başımda bir sivil polis gece 02'ye kadar oturduk. tam o saatlerde istanbul'dan, gözaltının kaldırılması ile ilgili "talimat" geldi ve beni o halde bırakıp, görüşmek üzere nidalarıyla gittiler.

    bir anda serbest kalmıştım, ama hala tedirgindim.

    yoğun bakıma aldılar ve tedavim başladı. uzun ve sıkıcı bir hastane dönemi geçirdim tahmin edilebileceği gibi. onlarca tahlil ve küçük operasyonlar sonucu, altıncı günün sonunda yoğun bakımdan servise alındım.

    polislerin bana ve avukata söylediği şekliyle, taburcu olur olmaz emniyete gidip ifade vermem gerekiyordu. aslında rapor da alabilecek haldeydim, ama bir an önce "ifademle" yüzleşmek istiyordum.

    doktorum, ibn-i sina hastanesi tıp fakültesi dekanı ilker ökten hoca bir ay sonrası için kontrol koşuluyla raporları elime tutuşturdu. müthiş güven veren ekibiyle de beni yolcu etti.

    ardından altı saat süren sorgulama ve serbest bırakılış...

    beni hastanede ziyaret eden sevgili nuran yıldız'a, gözaltındakilerin "ergenekon" dedikten sonra "hurra" şeklinde beni alkışlamalarını anlattığımda, "bunu ben yazayım" demişti, ama dayanamadım ben yazdım. yine de ona sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum buradan.

    12 günlük nezarethane ve hastane maceram böyleydi.

    yeniden odatv'de yazmayı o kadar özledim ve istedim ki, bütün bilgisayarlarım alındığı için, oğlumun bürosuna geçip oradan çala kalem bu yazıyı kaleme aldım.

    sıradan bir öyküydü, ama işte ne yaparsınız ki, benim başımdan geçti.

    bir yandan arkadaşlarımla olamadığım için utanç duyarken, diğer yandan da kanser olduğum için seviniyorum.

    böyle bir çelişki olabilir mi insan hayatında?"

    (bkz: http://www.odatv.com/…dil-o-gunu-anlatti-1503111200)
14 entry daha
hesabın var mı? giriş yap