50 entry daha
  • bir solukta okuduğum ve yazarın, kitabın ilk bölümüyle ikinci bölümündeki karakterleri eşsiz bir mükemmellikte bağladığını düşündüğüm; kitabın son sayfasındaki "...ve daima..." ya kadar etkilendiğim kitap oldu kendisi. bir kitap düşünün, çocuk şiddetinden, hayatın zorluklarına, hayatın boktanlığına ve tabii ki âşkın gerçekliğine, oğuz atay'ın yazdıklarının ve kendisinin insanlarının hayatlarını nasıl değiştirebileceğine her sayfasında vurgulanan kitap. bana kalırsa kinyas ve kayra'dan sonra en iyi hakan günday kitabı. ayrıca kitapta geçen tüm müzikler;

    siouxsie and the banshees - peek a boo
    leonard cohen – if it be your will
    the dresten dolls - girl anachronism
    the cramps - off the bone (album)
    desmond dekker - rude boy train
    slayer - raining blood
    münir nurettin selçuk - ne doğan güne hükmüm geçer
    altre follie - 1500-1750

    --- spoiler ---

    iki insan. hem on hem bir yaşındalar. bir kız, bir erkek. derdâ ve derda. biri yatırca'dan. diğeri büyük şehrin ikinci büyük mezarlığından. birini annesi okuldan aldı. diğeri hiç okul okumadı. kaderleri, tanrı ya da başka şeyler tarafından önce bozulup, sonra birleştirilmiş iki insan dedik ya.

    derdâ, ne çok şey yaşadı. elli iki erkeğin arasında da buldu kendini, siyah çarşafın içinde, erkeklere işkence de çektirdi. ingiltere'deki ilk yıllarında, eziyetin âlasını da gördü kendi üzerinde. kendinden yaşça çok büyük, kocası tarafından. bezir, şiddete meyilli bir psikopattı. derdâ'nın hayatını karartacak kadar kötüydü. derdâ'nın, özgürlüğe bu kadar hasret olmasının sebebiydi. derdâ, ufak yaşında çok şey görmüştü. artık onbir yaşında değildi. yüzü görünmüyordu ama, ingiliz kapı komşusunun "müslüman kadınlar nükleer bir bombadır." söylemini söyleyecek kadar fantezik görünüyordu. bezir'den kaçtı. finspury park sokaklarında koşmaya başladı. kaçtı. kırmızı telefon kulübesinde de uyudu. ufak yaşta hayran da kazandı. yüzü görünmeden. ingiltere'ye girişine onay verip hayatını karartan adam steven, onun hayranıydı; siyah filmlerinden. ve onun emiri altına girmişti çoktan. derdâ, akıllıydı. ingilizce öğretmesini sağladı kendisine o adamın. ingiltere sokaklarında türkçe bilen bir rehberi öldürseydi, eline hiç bir şey geçmezdi zaten. eroine başladı. eroin için her şeyi yapmaya hazır hale geldi. kafasını kazıttı o sıralar. çünkü saçlarını açtığında, korktu. saçlarının açık olmasından. saçları rahatsız etti onu, özgürken. skinhead'lere dönmüştü. elli iki kişinin arasına girecek kadar, her şeyi yaptı; para için. parayı da eroine yatırdı. bilemezdi elli iki kişiyi. bilseydi yapar mıydı zaten? oradan da çıktı. 32 gün boyunca off the bone albümü dinledi. en sonunda cd'yi kırmaya çalıştı. olmayınca da sokağa fırlattı derdâ, elinde tuttuğu frizbiye benzeyen the cramps'ın albümünü. iş sundular. bir yerlere paket götürecek, teslimat yapacaktı. karşılığında para ve ihtiyacı olan eroini kazanacaktı. daha fazla eroin, her şeye bedeldi. notting hill ve jamaikalıların festivalleri. diğer teslimat regaip'eydi. derdâ'yı tanıyamayan babası regaip. kızı olduğunu bilmediği için kendinden yaşça küçük kızı sikmeye kalkan regaip. amına koyayım regaip! kızını odaya kitleyip eroin vurmasını isteyecek bir baba. kıza bakmaya ve sikmeye geldiğinde yerde yatan derdâ'nın "baba, istediğin kadar..." m15 ekipleri geldiğinde derdâ baygındı. baba ise tutuklandı. hücresinde öldürdü kendini. intihar. saint mary hastanesi yoğun bakımı. derdâ bildiği her şeyi anlattı onlara. başından geçen her şeyi. sadece stanley'den bahsetmedi. ondan o kadar da nefret etmediğini düşündü çünkü. ve anne ile tanıştı. anne şefkatiyle ona yaklaşan ve yazılışı türkçe'deki anne ile aynı olan, "anne." emekli bir hemşire. birlikte hayata yeniden tutundular. tutundular ve, siktiğiminin hayatı derdâ için ilk defa güzel oldu.

    derda, hem on hem bir yaşında. annesi dünya üzerinde çok az görülen siktiğimin hastalığı göz kanseriydi. hiç tedavi görmedi. babası, cezaevindeydi. adının nereden geldiğini sorduğunda arkadaşı, "babamın kan kardeşi." diyebildi sadece. babasının öldürdüğü kan kardeşi. annesi gözlerinin önünde öldü. sessiz kaldı. kimseye haber vermeden. düşünmeye başladı derda. annesi ölü olmasına rağmen hâlâ 80 kiloydu ve derda'nın onu kaldırması imkansızdı. imkansız vardı çünkü derda gibilerinin hayatında. neredeyse her şey imkansızdı çünkü. nalburdan balta yürüttü ve annesini parçalara böldü. artık anneleri vardı. 5 parça. 5 parça annesini işaretlediği yerlere gömdü. sigaraya başladı. hayattan tek beklentisi karnını doyurması ve bayram günlerinde yağmur yağmamasıydı. mezarlık çocukları için bayram günleri, nimetti. çok insanlar gelir ve kabir ziyaretleri yaparlardı. ellerindeki bidonlarla mezarlık çocukları silerdi mezar taşlarını. koparırdı yabani otları. harçlık alırlardı, ölü yakınlarından. onların mesleğiydi bu. masumiyet dolu yüzler ve biraz harçlık. yağmur yağarsa, ölü yakınları "çamurdur oralar şimdi..." der evde otururlardı çünkü. o yüzden yağmur yağmamalıydı bayram günleri. yılın 2 günü, yağmasaydı yağmur işte amına koyayım, yağmasaydı. derda hiç okula gitmedi. hem de hiç. mezar taşlarında yazan harfler ve rakamlar, derda için anlamsızdı... annesinin son parçasını gömerken bir adam görmüştü onu. görmüş müydü ki? hızlı hızlı toprağın üstünü kapatmıştı. ve arkasına baka baka koşarken adama çarpmıştı. onu görmüş müydü acaba o adam? "bir dahaki sefere daha dikkatli ol." derken ne için demişti acaba onu. toprağa gömmesinden dolayı mıydı, koskoca mezarlıkta adama çarptığı için miydi? o adam bir şeyler gömdü, bir mezara. derda gözetledi adamı. ardından gitti ve o zarfı açtı. içinde para destesi. birazını aldı ve kapattı. bir başka gün farklı bir adam geldi. başka bir şey gömdü oraya. derda koştu ve karıştırdı beyaz zarfı. belgeler vardı. ne olduğunu bilmediği belgeler. böyle oldu her şey. bir gün korktu. derda. bir şeylerden. çünkü bir düzenek kurulmuştu ona. o sakallı adam tarafından. m16 görevlisi ingiliz adamla arasında bir kuryeydi çünkü o mezar. korktu derda. aldığı tüm belgeleri yerine koydu. ama parayı ödeyemeyecekti. ödeyemezdi. çokluğundan değil ama ödeyemezdi işte amına koyım. o gece uyumadı ve diğer gün koşarak gitti o mezara. yoktu belgeler, kurtulmuştu. affetmişler miydi acaba. bilinmezdi. bir kadın geldi sonra. onu gözetledi derda. kadının yanına gidip her şeyi açıklayacaktı. infaza gider gibi yürüdü. kadın emekli hemşire anne'ydi. derdâ'nın bahsettiği. her şeyi anlattı derda ona. ama anlamadı. bilmiyordu türkçe çünkü. mezarı temizlemesini istedi. derda, her gün düzenli şekilde temizledi orayı. yıllar geçti yaptı bunu. derda artık, bir matbaaada çalışıyordu. korsan bir matbaa. ardından, hediye edilen kitaptaki isimleri görünce şok olmuştu. okumayı bilmiyordu ama bildiği tek şey, kitabın yazarıyla, nizami temizliğini yaptığı mezar taşında aynı isim yazıyordu. o, ğ, u, z, a, t, a, y. 8 harf. o kadar heyecanlanmıştı ki. okumayı öğretmesini istedi. tam okumayı öğrendiğinde de, tutunmayanlar'ı bitirdi. ardından diğerleri geldi. kitapçının iyi bir müşterisiydi. ama çok şey bilmeliydi. oğuz hatay hakkında. her şeyi. ölümüne sebep olanların amına koymalıydı. hepsini gebertmeliydi. hem de hepsini. bir gün eve geldiğinde babasını gördü evde. celal'i. celal çıkmıştı dışarı. evde yatıyordu. mezarlık kızı olan sümmeyye'yi sikmişti babası. hapishanede kadın özlemiyle tutuşmuştu belli ki bedeni. bağırdı babasına. ve ardından yumruklarını çaktı babasına. matbaada kalıyordu artık... her şey böyle ilerledi. artık 16'sından çıkıp 17'sine gelecekti. sağ yumruğuna oğuz, sol yumruğuna atay dövmesi yaptırmıştı. mezarlık boyası ile boyamıştı arkadaşı isa. ve artık bir tetikçi olacaktı patronun isteğiyle. patronu ona boğaz'ı gösterdiğinde, dinlemiyordu bile. hallederiz diyordu sadece. bir bağevine geldiğinde tayyar'ın o mezarlıkta gördüğü sakallı adam olduğunu hatırladığında iş içten geçecekti. öldürdü onu ve patronunu. sonra da... beyoğlu'na gitti. çoraklar adlı bara. yazarlar vardı orda gazeteciler. içeri girdi ve belinden silahı çekti. amına koyayım hepinizin! diye bağırdı. gün gelmişti. oğuz atay'ın intikamını almalıydı orospu çocuklarından. genç olanları tek tek siktir etti mekandan. ve sonra sıra geldi yaşlılara. cinnet miydi? yoksa bir intikam mıydı? bilinmez. ama oğuz atay'ın tümörünün o orospu çocukları yüzünden olduğunu düşünüyordu. oğuz atay'a değer vermeyen onlar yüzünden. görmezden geldiler çünkü. günlük'te öyle diyordu çünkü. hepsinin amına koymalıydı. ve ilk kurşunu sıktı adamın çenesine. duvara kadar ulaştı mermi. ardından.... üst geçidin oraya kaçtığında saatçiden sigara istedi. cebinden sigara çıkaran saatçi değil, üniversitenin oradaki sivil polis. derda tutuklanmıştı. derda yakalandı. her şeyi anlattı. oğuz atay için yaptığını. oğuz atay için vurduğunu. oğuz atay'ın öcünü aldığını. her şeyi. inanmadılar. örgüte bağlı mısın dediklerinde, oğuz türkleriyiz dedi. kim onlar dediğinde, bilmiyordu derda. çünkü derda sadece o harfinin içine bir a yapıyordu. ve şehrin her yerinde buna benzer şeyler görüyordu. anarşizmi simgelediğini nereden bilebilirlerdi ki? 24 yıl verdiler. ülkede kimse beğenmedi bu cezayı. en az üç müebbet bekleyenler vardı çünkü. ama 24 yıl sonra şartlı salınacaktı derda. hayatını kurtardığı adam, ona sürekli paket yollayacaktı. çıkana kadar. bir telefon geldi. adamdan değil, oğlundan. cep telefonu kullanmasını bilmiyordu. karıştırdı. içinde yüzlerce filmin arasında derdâ'nın 52 kişi arasındaki videosunu buldu. ben burdayım siz nerdesiniz diyordu, türkçe. ve o gün anladı. çıkınca bulacaktı, adını bilmediği derdâ'yı. 40 yaşında bir adamdı çıkacağı gün derda. yazmasını da öğrenmişti gardiyanlardan. mektup yazmıştı derdâ'sına. ve yolculuk başlayacaktı. avukat, mezarın başına götürdü derda'yı. hayatını adadığı oğuz atay'ın. derdâ, derda'ya mektup yazmıştı. ve taşa dayanıp okumaya başladı derda. her şeyi anlatıyordu orda. ve o eşsiz kelimeler dökülmüştü kağıda, derdâ tarafından;

    "hâlâ okuyorsan hâlâ yanımdasındır. ama eğer, bütün bunların sadece birer tesadüf olduğunu düşünüyorsan, hemen gidebilirsin. hayatlarımıza devam eder ve her şeyi unuturuz. hayır, yalan söylemeyeceğim! ben hayatıma devam edemem ve hiçbir şeyi unutamam! çünkü oğuz atay'ı da okudum, seni de tanıdım... diyebilirsin ki, bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? haklısın. belki de çok az... o zaman şöyle demeliyim: seni az tanıyorum... az... sen de fark ettin mi? az dediğin, küçücük bir kelime. sadece a ve z. sadece iki harf. ama aralarında koca bir alfabe var. o alfabeyle yazılmış binlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harf arasında. biri başlangıç, diğeri son. ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. yan yana gelip de birlikte okunmak için. aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. senin ve benim gibi... bu yüzden, belki de az çoktan fazladır. belki de az, hayat ve ölüm kadardır! belki de, seni az tanıyorum, demek, seni kendimden çok biliyorum, demektir. bilmesem de, öğrenmek için her şeyi yaparım, demektir. belki de az, her şey demektir. ve belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir...

    seninle buluşmak için oğuz atay'ın mezarının başından daya uygun bir yer gelmedi aklıma. çünkü okuduktan sonra, arkana bakmadan gidersen, ben de bu mektubu gömeceğim toprağına..."

    ve uyandılar. edinburg sokaklarında dolaştılar. evlerinin banyosuna o harfinin içine a yaptı derda.

    "follia adındaki sonsuz melodinin eşliğinde
    birbirlerine son kez bakıp uyudular.
    ölümüne.
    seksen yaşındaydı.
    ikisi de.
    birlikte olabilmek için kırk yıl,
    birlikte ölebilmek için de
    bir kırk yıl daha
    yaşamışlardı."

    --- spoiler ---
358 entry daha
hesabın var mı? giriş yap