• “nasıl yaşıyorsun?” bilmem. “bunca olandan sonra?” çok zor değil. düzenli kabuslarımın dışında çok güzel hayat. denize bakarak sigara içiyorum, kalabalığa karıştım uzun zamandan sonra, gülüyorum. çok hızlı şarkılar dinleyerek, çok hızlı gülüyorum. çok hızlı yürüyorum mesela, tabanlarım patlıyor. küçük bir kızla ilgili kürtçe bir şarkı kulaklığımda tüm gün: “bu hayatın ne güzel olduğunu sen bilirsin, benim seni nasıl sevdiğimi de”. adımlarım hızlandıkça içime biraz daha gözyaşı akıyor. geceleri, huyunu suyunu bilmediğim bu ıslak şehrin en merkezinden, sağlam içilecek mekan bulmak için, it kopuk görünümlü adamların peşinde en ücra sokaklara yürüyorum. herkesten daha çok tanıdım, yüzünde bıçak yarası, elindeki sustalıyı kirli pantolonunda temizleyen adamı.

    bir kurbağa var odamda. bazen duş alırken birden bağırıyor. korkmak yerine gülüyorum. hiçbir şey korkutmamaya başladı, ya da gerçek anlamını unuttum onca titremeden sonra. top atışlarının ortasında bir cephede, sesleri duymamak için ellerim kulaklarımda bağırarak altıma işediğimden beri, korkmuyorum.

    --- dış, siper, havan sesleri ---

    - kalk ne işin var orda kaaaaaalk!

    - yapma!

    - kalk gerizekalı kalk. hepsi senin yüzünden zaten. kalk al silahını (düşen tahta parçaları, şarapneller)

    - bırakma!

    - sen istedin (yakından geçen kurşunlar)

    - gitme!

    - sana layık olanı veriyoruz.

    - siz kimsiniz?

    - yanında sandığın herkes. yakında sandığın.

    - onu alma bari!

    - asıl onu alıyoruz.

    savaş sonrası tutunmanın, kalkış saati belli vapurların hareketine alışmanın, bakkala gitmenin veya gidebilecek cesareti toplamanın, sorulara cevap vermenin ön koşulları var. olmamış gibi yaşamak. tüm çözüm odaklı psikanalizlerin tersine, inkar etmek. ben gönüllü dahi olsa o cepheye gitmedim ve tüm olanlar aslında olmadı. gerçekten olsaydılar, rüyalarımda bu kadar keskin belirginleşmezlerdi.

    seanslar sırasında yakınlaştığım doktorumla masasının üzerinde sarılmış yatarken “hala inkar ediyorsun” dedi. “bunu yaptığımızı da unutacaksın. benim de değerim olmadı, olmayacak”. sen, değer verme yeteneğimi kaybettikten sonra çıktın karşıma, doktor. “insan beyni onarmaya meyillidir. daha kötüye gitmesini engelemek üzerine çalışan bir sürü mekanizması var. hormonların...” bana beynimin bir makina olduğunu falan söyleme sakın, hormonlarımın her şeyi düzenlediği palavralarını; parasını aldığın yeni düzen insanlarına sakla. seni bu masanın üzerinde götünden becermeden önce, hormonlarım hemcinslerimle sikişmek üzerine hiç bir düzenleme yapmamıştı. ben inkar ederim. olmaması gereken şeyler oluyor demem hayatta, sadece oluyor. bir anda. en palavracı tanrının yarattığı dünya gibi. bir anda oluyor. ben bu dünyayı yarattım. ol diyerek, bir anda. değer vermek gibi bir kaygım yok. senin ol dediğin şeylere, hiç birşey hissetmeden ol dediğin şeylere değer vermemi bekleme. bunlar senin olanların. “aynı zamanda senin de olanların. isteklerin” hayır, sadece senin olanlarına tepkilerim. tahammüllerim. “aşık oldum sana” çünkü beynimi çözemedin, doktor. çünkü yaralarımın -eski romanlardaki gibi- gerçekten kalbimin bütün kapakçıklarında olduğunu anlamadın. “ya anlattığın cinsel sorunlar. neden benimle yaşanmadı hiç. neden mükemmeldi her şey?kalbini yanlış cinse açmış olamaz mısın bunca zaman?” kalbimin cinsel performansla sorunu yoktu hiç. ve sen aşık değilsin.beyninde yol alan hormonların, senin bile bilmediğin bir yerlerine bir şeyler yapıyor, geçici olarak.

    insanlarla yakınlaşmak; ağzımdan, gereğinden fazla kelime dökülmesine yol açıyor. dudaklarının, sadece bir sigarayı ısırmak veya bir kadehin kenarına değmek için açılmasını isteyen biri için oldukça yorucu bir davranış biçimi, yakınlaşmak.

    iki gece önce takip ettiğim deri montlu, çok zayıf, yağlı saçlı genç adam, bu gece de aynı kahveye girip birileriyle konuştuktan sonra hızlıca dışarı çıktı, göz göze geldik bir saniyeliğine. takip ettiğimi biliyordu. ikinci sokağı sağa döndüğünde hemen arkasından dönmek yerine, birden yavaşlayıp dönemeci daha açıktan alarak bana vurmaya hazırlandığı elini tutup bükerek duvara yasladım. yok bir şey, sakin ol. “kimsin lan?” polis değilim.

    --- iç, tek kişilik iki koltuk, büyük ekran tv, duvarda büyükçe bir mask---

    - babacım sen ne biçim şeyler anlattın öyle ya! al...

    - bu kadardı zaten her şey.

    - hiç mi anlamı yok yani yaptıklarımızın. bunca insan, her sabah güneş, her akşam karanlık, sokaklar, binalar, uçaklar, arabalar, kavgalar... umut yok mu? son hep aynı mı?

    - ümit var. huzur olmayacak ama. umdukça huzur olmayacak.

    - nasıl ya! -yok yok verme, koy soğusun-

    - umdukça yenisi ümidedilecek. huzur olmayacak.

    - bu yüzden mi attın doktoru camdan? umuu...

    - evet, ümidi vardı.

    - benim de var ve o yüzden buradasın dimi?

    - evet

    - ama geri döner diye ben...

    - dönmez.

    - versene son bi şundan.

    yağmur yağarken aklıma gelen şeyleri, dinince unutuyorum. pantolonumu kirletmeden temizleniyor sustalım. bir savaşın bitiminde eskiden, bir kere yalvardım. yaşadıklarının, kendilerini büyüttüğünü iddia edenler her defasında aynı hataya düşüyor. büyümek, ummak fiilinin çocuk bedeninde sevimlileştirilip beyindeki hormonlara zerk edilmesi.

    bir umudiçinde bir keresinde, yalvardım.

    artık yalvarmıyorum.

    (bkz: #24350968)
8 entry daha
hesabın var mı? giriş yap