1 entry daha
  • =====alıntı=====

    sonsuzluğa dalan arkeolog

    mehmet ördekçi

    derki, sayı 25, aralık 2007

    tam metin için: http://mehmetordekci.wordpress.com/…-dalan-arkeolog

    mayıs 2003’te hapisten çıktım. ama eve ancak bir ay sonra gelebildim. çünkü askerlik yapmamıştım. askerlik yapacak durumda da değildim, ama bunun ankara gülhane askerî tıp akademisi’nce görülmesi, onaylanması gerekiyordu. hastane pijamalı bir “asker şahıs” oldum birkaç haftalığına. orada en yaşlıydım. hakiki bir “en ‘büyük’ asker,” yani 36 yaşında bir er olarak dikkat çekiyordum. tabiî ilginç de bir tarihim vardı. kısa sürede hastanenin asker olmayan elemanlarıyla, hemşireler ve sivil memurlarla senli benli oldum. o muhabbetler unutulup gitti, ama hep “siz” üslubuyla konuştuğum, kliniğin diyetisyeni mendane hanımla konuştuklarımı unutmam mümkün değil.

    o zamanlar kilo almam gerektiği için (hey gidi günler) her sabah aç karnına tartılıyor, öğleye doğru gelen doktorlara bilgi veriyordum. tek dijital tartının bulunduğu mendane hanımın odasını her sabah tartılmak için ziyaret ediyordum. bir gün onu önündeki ingilizce kitapta bir paragrafla boğuşurken gördüm. kendisi doktoralı bir diyetisyendi. ingilizcesi de iyiydi. ama bazen ana dilimizde bile -hele felsefî metinlerde- kaya gibi cümlelere toslarız ya, önündeki kitapta tek başına bir paragraf oluşturan ingilizce bir garabet sayfanın ortasına kurulmuş, okurunu uğraştırıyordu. biraz inceleyip cümleyi çözdüm. bu vesileyle tanışmış olduk. yüksek puanlarla iyi okullar kazanıp sonra türkiye devriminin daha yüksek çıkarları öyle gerektiriyor diye okul bırakmak şeklinde özetlenebilen, başarı ve aptallık harmanı eğitim geçmişimi öğrendi. ondan sonra mendane hanımla da her sabah konuşmaya başladık. bir gün “ha bak hep soracağım unutuyorum, onunla aynı yıllarda mı okudunuz bilmiyorum, erkut arcak’ı tanır mıydın? teyzemin oğluydu benim,” dedi. ben heyecanla “aaa tabiî tanıyorum, aynı sınıftaydık, çok severim erkut’u” falan diye cümleleri sıralamaya başlamıştım ki birden sustum. “’teyzemin oğluydu’ dediniz… anlamadım. erkut’a… bir şey mi oldu?” diye sordum.

    evet, erkut’a bir şey olmuş: ölmüş! o günlerde iki yıl oluyormuş. birkaç hafta sonra yıldönümüymüş. amerikalı kız arkadaşı cory ile daha on gün önce evlenmişken, daha otuz yaşında, ölmüş. abd dönüşü ankara’da anne babasının evinde arkadaşlarıyla toplanıp yemek yemişler. onları uğurlarken, gülüşürken, merdivenlere yığılıp kalmış. hep sevgiyle, güzellikle hatırladığım sevgili arkadaşım, dalgıç, eğitmen, sualtı arkeologu, odtü sat başkanı, sad kurucusu, bilim adamı, konuyla ilgilenenlere göre “türkiye’deki denizel arkeolojinin geleceği” olan erkut, ölmüş. amerika’daki, tamu’daki tez hocası dr. cemal pulak’ın üniversitenin dergisinde ölümünün ardından yazdığına göre ana ilgi alanı ortaçağ ve osmanlı denizciliği ile gemi yapımcılığıymış. “abd’deki çalışmalarını tamamladıktan sonra türkiye’de akademik bir oluşum içerisinde denizel arkeoloji programı kurmayı hayal ediyor(du)” imiş. ama ölmüş.

    =====alıntı sonu=====
hesabın var mı? giriş yap