5 entry daha
  • can sıkıcı bir durum olsa da seneler sonra, hatırladıkça, tebessüm ettirecek güce sahiptir.

    sene 2001, bendeniz çiçeği burnunda ergen. vize yetişmediğinden ileri atılan uçuşumdan dolayı hayatımın ilk solo uzun mesafe yolculğunu yapmak durumundayım.
    güzergah istanbul-frakfurt-new york.
    aile binbir tembih ve haklı endişeleri ile havaalanından yolcular, herşey saat gibi işlemektedir.. yolun ilk etabı ağlaşan çocuklar eşliğinde atlatılmak üzeredir ki iniş sırasında bir anons duyulur ama nedense yok heralde yanlış duydum şeklinde geçiştirilir. anons tekrarlanır, evet ilk seferinde doğru duyulmuştur. sevgili lufthansa havayolunun sevgili hostesi new york'a devam edecek yolculara uçuşlarının iptal edildiğini haber vermektedir. hala emin olamayan bünye uçaktan inerken, tatlı mı tatlı çikolata tadındaki hosta endişe içinde sorar; "doğru mu duydum ne yapıcam ben şimdi?" diye. host gayet cool bir şekilde "canım ne dert ediyosun her gün bir sürü uçak kalkıyor jfk'ye, birine binersin" der. ah ne de güzel yardımcı oldun diye iç çekilir (eh adamın işi o değil sonuçta).
    frankfurt havalanında lufthansanın desk'i bulunur, tam gaz çemkirmeye hazır bünyeyi bilmemne kapısındaki bilmemne deskine git diye geri püskürtürler. havalanın ücra bir köşesine gidilir ve tek görevlisi bulunan desk'in önünde kuyruğa girilir. bu arada salaklaşmış bünye istanbula haber verir benim uçuş iptal edildi halletmeye çalışıyorum diye. bir güzel evdekileri de paniğe bağladıktan sonra beklemeye devam edilir. o ara telefonda "mama" dediğimi duyan gençten bir bey yanıma yanaşır direk "hay" mısın diye sorar. kardeşim sen nerden çıktın diye iç geçirirken başlar anlatmaya. "işte ben bakırköylüyüm benim çok ermeni arkadaşım var new york'a abimi görmeye gidiyorum, kaza geçirdi. benim de ingilizcem pek yok sen konuşuyor musun, yardımcı olur musun bana da?" hıhı evet vs diye adamı geçiştirirken -ben bir kıçımı kurtariyim seninkini de kurtarırız dur hele- bir görevli daha gelir ve sıradan sıvışılıp karşısına dikilinir. suratsız tam gestapo bir alman hatundur karşımdaki, derdimi anlatırım o da bilgisayarını karıştırmaya başlar. diyalog şöyle gelişir;

    gestapo: bu akşam burda kal sana yarınki new york uçağından bilet verelim.
    ben: akşam burda filan kalamam (kafadan bir yandan acaba kalıp burayı da mı görsem diye salak bir düşünce geçmektedir 18 saatte ne görüceksem) hem benim almanya vizem yok. bu gün gitmeliyim illa ki.

    gestapo bilgisayarı tekrar karıştırmaktadır telefonum çalar; annem telefonun diğer ucundan ne yaptın noldu hallettin mi bak new jersey'e değil jfk'ye gidiceksin seni ordan karşılıyacaklar bıdı bıdı derken hade mama hallediyorum der suratına kapatırım.

    g: o zaman sen şikago'ya uç burdan orda bir akşam kal ertesi gün new york'a uçarsın.
    b: orda da kalamam olmaz illa ki bu gün gidicem.
    g: o zaman ancak şikagodan new jersey'e bilet var.
    b: bekle
    arada bakırköylü eleman da bişeyler sormaktadır n'oluyor diye. telefon açılır istanbula "ben ancak new jersey'e gidebiliyorum yoksa şikago'da kalıcam bir akşam, ara new jersey'den alsınlar beni." "ok"
    b: tamam gestapo kes bileti!

    gestapo boarding pass'i elime verir ve hade uçağın kalkmak üzere deyip postalar. tam o ara ya bavullarım diye duraksar sorarım.
    g: ha ver bakiyim bavul etiketlerini
    iç ses: hay senin yapıcağın işe!

    o ara bakırköylü elemana da aynı şekilde bilet ayarlanır ve kendisiyle birlikte uçağın kalkacağı kapıya doğru topuklanır. o da ne? kapıya gitmek için trene binilmesi lazımdır. "allahım nerdeyim ben uzay istasyonu mu burası?" koşturarak kapıya ulaşılır, kapıdaki görevli biletleri kontrol ettikten sonra bana sağdan elemana soldan yolu gösterir. iyi yolculuklar deyip elemandan ayrılınır.

    kısacık saçlarım, gözlüklerim, siyah bermuda şortum ve t-shirt'üm, postacı çantam ve cılkı çıkmış spor ayakkabılarımla uçağın kapısından içeri girerim. ama o da ne sadece 4'e 3 24 kişilik bir yer, 40'lı yaşlarında host bir taraftan üstüm başımı süzerken bir taraftan da bir diğer yolcunun ceketini asmaktadır. burası bussines dedikleri topraklar mı yoksa diye düşünürken host elimdeki pass'i bir daha kontrol etmek ister. bir kendime bir etraftaki yolculara bakarım...

    klasik portakal sulu karşılama ardından kalkış-yemek (ravioli olduğunu çok sonradan oğrendiğim #10686243) -film-müzik-gümrük formu doldurmaca vs derken uykusuz şekilde şikagoya ayak basılır. inişte elemanla denk gelinir ve pasaport kontrolune girilir. önceden tembihlendiği üzere -yaş ve cinsiyetten dolayı evlenip ülkede kalma bıdı bıdısından- tanıdığım hiç kimse yok öyle bir başıma dilimi geliştirmeye geldim şeklinde caka yapılır gümrük polisine, o da eh hadi sana iyi eğlenceler şeklinde basar mührü. sıra elemana gelmiştir, polisle anlaşamadığından yanında beni ister bir adım atarım, o iki saniye evelki kanka tadındaki polis yaygarayı koparır gelme diye. tamam kardeşim peki anlaşın o zaman..

    iç hatlara geçilir fakat öncesinde bavulları almamız gerektiğini fark ederiz, hayde bu sefer elde bavullar koştur koştur havayolunun bankosuna gidilir bavullar verilir ordan bir depar uçağa. son sırada motorun dibindeki koltuğa oturulur ve o gürültüde uçuş boyunca misler gibi uyunur.

    istanbul'da evden çıktığı saatten 24+saat sonra sonunda kalacağı yere varmıştır bünye.
10 entry daha
hesabın var mı? giriş yap