1 entry daha
  • kültür ile sanat arasındaki fark nesnel bazı gerçeklere dayandırılabilse de güncel kavram kargaşasında kültür ve sanat kelimelerinin karmaşık biçimde kullanılması, aslında toplumsal güç dengelerine uyup siyasi anlamlar taşıyor.

    1. kültür huzur verici, sanat rahatsızlık vericidir: sanat yaratıcı, kültür muhafazakardır. kelime anlamı itibarı ile kültür (cultiver: ekmek, yetiştirmek) adeta tarımsal belirginliğin toplumdaki izdüşümüdür. ekilen bir tohumun, cinsine göre mutlaka tek tip bir bitkiye dönüşebileceği gibi, toplumsal tarım alanı olan "gelenekten" beslenen bir birey de aynı şekilde baştan belirlenen bir kültürel kod bütünüyle harmanlanıp toplumsal beklentilere uygun bir "ürün" haline gelecektir. sanat ise - her ne kadar beslendiği toplumun kültürel kodlarından etkilense de - egemen anlayışı harmanlayan, bazen yıkan, değiştirmek için uğraş veren, adeta yeni unsurlar yaratan bir süreçtir. yaratıcılıktan ötürü gelen yenilik toplumsal dengeyi ve kültürü "bozan", "yozlaştıran" bir tehlike olarak görüldüğü için sanat her daim kuşkuyla ve tedirginlikle bakılan, rahatsızlık verici bir olgudur. buna karşılık kültür, bilinirliğin ve toplumsal devamlılığın huzuru olarak nitelendirilir.

    2. kültürün sanatı dizginleme rolü: kültür ve sanat kelimelerinin birlikte kullanılıp kavram kargaşası yaratılması, toplumdaki egemen kodların sürdürülebilmesi amacıyla bilinçli uygulanan bir manipülasyondur. sanatın genellikle rahatsız edici gücünü sindirmek amacıyla sanatın asla kültürsüz bırakılmamasına özen gösterilir. bu, sanatın gücünü törpülediği gibi rant kapısı olarak görülen sanat sektöründen gelecek para akımını da kolaylaştırır. kültürle harmanlanan sanat, izleyicinin gözünde "o kadar da rahatsız edici olmayan, bilinen, gidilebilir, para verilebilir" bir gösteri haline getiriliyor. bir nevi kültür, şeytanlaştırdığı sanatın günahını çıkarıp toplum önünde onu aklıyor.

    3. kültürün sanatı anlaşılır ve egemen kodlara uygun kılma rolü / halk yavşaklığı / dışlama mekanizması: kültürle harmanlanıp günahı çıkarılan sanat böylece toplumsal gerekliliklere cevap verir niteliklere kavuşur. kültürün en önemli fonksiyonu olan aktarma ve geleneği sürdürme fonksiyonu, garip bir manevrayla sanata aktarılır. böylece toplumun yenilikçi ve geleneksel kültüre burun kıvırmış kesimi de yenilik kisvesi altında aynı geleneği fazla bozmadan sürdürmüş olur, bu geleneği "sanat" adı altında daha prestijli bir ünvanla yerine getirir ve yenilikçi olan benzer kitleler de gerçekten tehlike arzedebilecek arayışlara girmekten alıkoyulur. egemen küçük burjuva kültürü, kendi buyruğu altına aldığı bu sanatı meşrulaştırmak için halk yavşaklığı denen olguyu kullanır. bu sanatın gücü, kitlesel beğeniye ulaşmakta zorlanmamasından ileri gelir zira zaten beğenilen ve emredileni icra eder. kültürle harmanlanmış sanat, yaratıcı sanatı "halk yavşaklığı" argümanıyla savurur: yenilikçi ve sorgulayıcı akımlar "kimsenin ilgi göstermediği yozlaşmış denemeler"den ibarettir. bu görüşü daha da perçinleştirmek için devreye "eleştirmen" denen küçük burjuva takımı girer. görevi zaten "eleştirmek" yani bir olgu üzerine söylem geliştirmek olan bu kitle, halk yavşaklığına uymayan eser ve olgular karşısında garip bir "anlamamazlık" abidesine bürünür. mesela: "ben bu yeni tiyatroyu anlamıyorum". zaten halk da anlamadığı için, eleştirmen halkın anlamamazlığını meşrulaştırıp halkı, eleştirdiği sanatçıların üstüne yerleştirir: "ben anlamadım, siz de anlamıyorsunuz, o halde siz de eleştirmen olan ben kadar sanattan anlıyorsunuz, o yenilikçiler ise anlamıyorlar". roland barthes'ın da dediği gibi her ne hikmetse eleştirmenlerin anlamadığı sadece iki sanat ve düşünce akımı var: marksizm ve varoluşçuluk. bunun da nedeni gayet basit: egemen kültürel kodların tarihsel etkinliğini açığa vuruyorlar.

    bilin ki "kültür ve sanat"ın birlikte olduğu her yerde aslında sanat dışlanmıştır.
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap