• ankara'nın güneyinde, eteklerinde uzun yıllar boyunca dikmen derelerinin aktığı, keklik pınarlarının çağladığı, öveç bağlarının pekmezlendiği, eski ankaralıların ilkbaharla birlikte gelen sıcak günleri geçirmek üzere göçtükleri yazlık konakların bulunduğu; oysa şimdi üzerinde küçüklü büyüklü tek katlı çok katlı gecekondular, radyo yayınlarını iletmek üzere kurulan dev direkler, bu direklerle aşık atarcasına alımlı çalımlı göğe yükselen o "mübarek" kuleler yer alan çal dağı'nı şöyle anlatmış altmışlı yılların başında hikmet birand, "alıç ağacı ile sohbetler"de (tübitak, 1996; s. 4); üzülerek okuyun :

    "çal dağının doruğu bir kubbeye benzer. tepeye çıkınca çepeçevre manzara birden sizin olur. kuzeyde yıldan yıla büyüyen, sırtlara bayırlara tırmanan ankara önünüze serilir. doğuda vadinin içine sokulan dikmen köyünü, daha ileride kuytu bir yarın sırtına yaslanan karacakaya'yı, o güzelim hüseyin gazi'yi, daha gerilerde ufku kapayan elma dağını, güneyde gümüş gibi ışıldayan mogan gölünü, doğuda ahlatlıbeli görürsünüz.. yalnız onlar mı!. oradan daha neler görürsünüz.. ne görürseniz, güvenebilirsiniz, hepsi hastır, gerçektir. sevinirsiniz orada; çünkü tabiatın içindesiniz. orada kendi yaptığımız dünyanın bunaltıcı hayhuyundan, tatsız ıvır zıvırından, bencil kaygılarından, sıkıcı darlığından kurtulur; her şeyin olduğu gibi olduğu, olduğu gibi gözüktüğü, o külfetsiz, gösterişsiz sessiz büyüklükle karşı karşıya gelirsiniz. orada, o büyüklük içindeki yalnızlıkta, insan kendini bulur, varlığının özündeki asilliği anlar ve kendini erdemliğe adar."

    *

    ek : ankara'da sonbahar alıç mevsimidir; şu sıralar kolyeyi boynuna asıp yemeyen kendine ankaralı demesin.
9 entry daha
hesabın var mı? giriş yap