35 entry daha
  • türkiye'de atatürk'ün bir diktatör olup olmadığı sorusu cumhuriyet tarihi boyunca sorulmuştur. (acaba neden?) bu soruya sistemli olarak verilmiş az sayıda cevap vardır. sistemli bir cevap, diktatörün tanımının yapmayı ve bu tanım çerçevesinde diktatörlüğün gerek ve yeter şartlarının mustafa kemal atatürk örneğinde gözlenip gözlenmediğine bakmayı gerektirir. (bkz: diktatör /#25783806)

    kaldı ki, böyle bir sistemli çalışma çok zor değildir. herhangi bir siyaset bilimi sözlüğüne bakmak bile bu konuda epey bir fikir verebilir.

    bu sorunun muhatapları, sistemli bir düşünce dizisinden hareket etmek yerine, ekseriyetle, (hiçbiri "atatürk diktatör değildir, çünkü..." diye başlamayan) şu yolları izlerler:

    (1) atatürk'ün diktatör olmadığını kendi sözleriyle ispat etmek. (bkz: argumentum ad verecundiam/@derinsular) türkiye özelinde bu yaklaşıma "toktamış ateş metodu" da denebilir. zira toktamış ateş, kariyer hayatı boyunca öğrencilerine sorduğu bu değişmez final sorusunu, iletişim yayınları'nın "türkiye'de modern düşünce tarihi" serisinin kemalizm adlı ikinci cildine yaptığı birkaç sayfalık "katkı"da bu şekilde cevaplandırmıştır. bu yaklaşımın hatalı mantığı şöyle işler. atatürk'ün, halk egemenliğini vurgulayan, diktatörlüğü ve saltanatı yeren sözleri seçilerek alıntılanır. ardından da, "hiç bunları söyleyen bir adam diktatör olabilir mi?" demeye getirilir. bir başka deyişle, "atatürk diktatör olamaz, çünkü kendisi öyle olmadığını söylemektedir". (bu yaklaşımın bir de, "atatürk anılar" formatında sunulanı vardır. şöyle ki: bir gün adamın biri atatürk'e "sizin için diktatör diyorlar, ne diyorsunuz?" gibi bir soru sorar. atatürk de bu soruyu, "ben diktatör olsaydım, bu soruyu bana soramazdın" diye yanıtlar. demek ki, atatürk diktatör değildir.)

    (2) "devrin şartları" adlı joker cevabı kullanmak. bu cevap jokerdir, çünkü tek parti dönemindeki işbilmezlikten ileri gelen beceriksizliklerden insan hakkı ihlallerine kadar her türlü uygulamayı tek başına gerekçelendirebilir. atatürk diktatördür, çünkü devrin şartları öyle gerektirmiştir. dersim'de çocuk kadın demeden toplu imha emri verilmiştir, çünkü devrin şartları öyle gerektirmiştir. şapka kanunu biraz tuhaf bir devrimdir, ama tabii ya, devrin şartları öyle gerektirmiştir. bu joker cevabın en büyük sorunu, (her joker cevap gibi) yanlışlanamaz olmasıdır. (bkz: unfalsifiable) zira yanlışlanamaz olmanın temel ölçüsü, ilgili argümanın her durumda doğru olmasıdır. yani bir argüman yanlışlanamaz değil ise, baştan joker de olamaz. dolayısıyla, "devrin şartları" demek ile "yarın hava ya güneşli olacak ya da olmayacak" demek arasında hiçbir fark yoktur. kaldı ki, bir devrin şartları nasıl olursa olsun, hiçbir şekilde gerekçelendirilemeyecek olan pek çok şey de vardır. (aynı tavrın güncel olaylar için kullanılan versiyonu ise "birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu dönem" türünden ifadelerdir. yani kişi güncel şartların önemine dikkat çekerek "bu konular aramızda ihtilafa sebep olur, hem ne alemi var şimdi bunları konuşmanın, hem neden başka zaman değil de şimdi" gibi sözleri birbiri ardına sarf eder. ilgili şartlardan kimin sorumlu olduğu sorusunu sormak ise aklına gelmez.)

    (3) atatürk'ün muasırlarına dikkat çekmek, "ilgili dönemin avrupasına bakarsanız, italya'da mussolini'yi, almanya'da hitler'i görürsünüz" demek. spesifik olarak bu cevap, bu konuda yapılan mantık hatalarının en ileri seviyede olanıdır. böyle bir argümana verilecek en basit cevap, ayni mantıktan hareketle, almanya'dan bakan birinin, "ilgili dönemin avrupasına bakarsanız, italya'da mussolini'yi, türkiye'de mustafa kemal'i görürsünüz", italya'dan bakan birinin ise, "ilgili dönemin avrupasına bakarsanız, almanya'da hitler'i, türkiye'de mustafa kemal'i görürsünüz" diyebileceği, ama bu cümlelerin hiçbir şey ifade etmeyeceğidir. kaldı ki, böyle bir argüman, atatürk'ün diktatör olmadığı değil, olduğu yönünde imalar içerir. çünkü belli bir dönemin "diktatörler devri" olduğundan hareketle, o dönemde liderlik yapmış birinin diktatör olmadığı sonucuna varılamaz. (bkz: non sequitur/@derinsular)

    (4) "kurtarıcı" argümanı. biraz açarsak: "o hepinizi kurtardı, diktatör bile olsa zaten hakkıdır". öncelikle, bir generalin ülke için kritik bir savaş kazanmış olması, hatta bu savaşın ülke topraklarının yarısını kurtarmış olması, bu kişiye o ülkenin diktatörü olması hakkını vermez. konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, efsaneleştirilen kurtuluş savaşı devrinden uzaklaşarak (bkz: greco-turkish war/@derinsular), günümüzde geçen bir düşünce deneyine başvuralım. eğer yakın dönemde türkiye yeniden bir savaşa girse, bu savaşta büyük yaralar alsa, savaş sonrasında işgale uğrasa, ancak bir noktadan sonra dönemin genelkurmay başkanı çok iyi bir iş çıkarsa ve bütün kayıpları gideremese de büyük işler başararak ülkeyi çok daha iyi bir noktaya taşısa, bu şartlar altında ona ülkeyi hediye etmek mi gerekir? mevcut heykelleri indirip yerine onunkileri dikmek mi gerekir? bu kişinin inanılmaz bir vizyon sahibi olduğuna iman edip her dediğini kabul etmek, kabul etmeyenleri de asmak ve katletmek de dahil her türlü cezaya müstehak görmek mü gerekir?

    (5) "aslında çok istedi, hatta iki kere denedi de, ama halk buna hazır değildi" argümanı. herşeyden önce, demokrasi, birileri istedi ya da halkın hazır olduğuna karar verdi diye gelmez. dünyanın hiçbir yerine de bu şekilde gelmemiştir. diğer yandan, sıklıkla dile getirilen bu argüman, ciddi bir bilgi hatası da içeriyor. öncelikle, mustafa kemal, çok partili hayata geçmeyi iki değil, bir kez denedi. dahası, 1925 tarihine kadar zaten çok partili bir cumhuriyet vardı. ve son olarak, tek parti dönemi, çok partililiğin değil, tek partili yapının yüceltildiği bir dönemdi. yani o dönemde halkın demokrasiye hazırlanması gibi bir kaygı söz konusu değildi. detaylar için bkz.: http://derinsular.com/…14-monokrasi-ve-lider-kultu/ konunun özetine gelince: meclisin ilk yıllarında (yani halk fırkası henüz partileşmeden önce), mecliste birinci grup ve ikinci grup olmak üzere iki farklı grup vardı. birinci grubun başında mustafa kemal, ikinci grubun başında ise ali şükrü bey bulunuyordu. ancak 1922 yılında ali şükrü bey, mustafa kemal'in muhafız kıtası komutanı topal osman tarafından öldürüldü. 1924 yılında kurulan, kazım karabekir, rauf orbay, adnan adıvar ve ali fuat cebesoy gibi isimlerin yer aldığı terakkiperver cumhuriyet fırkası da, aynı şekilde, mustafa kemal'in gayretleriyle değil, ona rağmen kurulan bir siyasi partiydi. detaylar için bkz.: http://derinsular.com/…kiperver-cumhuriyet-firkasi/ tek parti dönemi ise, 1925 yılında başlar. yani cumhuriyet zaten çok partili olarak kurulmuştur. halkın hazır olmaması gibi bir durum söz konusu değildir. söz konusu olan, halkın o günün chp'sini seçmeye hazır olmamasıdır. ancak bu demokrasiye hazır olmamak şeklinde yorumlanamaz. hatta bu şekilde yorumlanacak olsa, türkiye'nin bugün de demokrasi olmadığını, dolayısıyla da chp idaresine teslim edilmesi gerektiğini iddia etmek dahi mümkün hale gelir. 1930 yılındaki serbest fırka deneyimine gelince... serbest fırka deneyimi, çok partili hayata geçişin bir aşaması olmaktan ziyade, perde arkasında mustafa kemal tarafından kurulan, gerçekte chp'nin güdümünde olan, ama dışa karşı müstakil bir parti görüntüsü vermesi ve böylelikle hem türkiye'yi bir diktatörlük görüntüsünden kurtarması, hem de halkı teskin etmesi amaçlanan "muvazaalı" bir partiydi. ancak küçük kalması amaçlanan bu parti, 1930 yılında gerçekleşen yerel seçimlerde büyük bir halk desteği elde edince, kuruluşundan sadece üç ay sonra mustafa kemal tarafından kapatıldı. detaylar için bkz.: http://derinsular.com/…akin-tarih-13-serbest-firka/

    (6) "padişahlıkla yönetilsek daha mı iyiydi?" diye sormak. bu argüman, "ölümü gösterip sıtmaya razı etme" esasına dayanır. yani sorunun ifade ettiği manaya bakılırsa, "sözünü ettiğiniz dönem pek mükemmel sayılmasa da padişahlıktan daha iyi değil mi?" gibi bir karşılaştırma göze çarpar. yani terazinin bir kefesinde "kötü olan" (ya da en azından iyi olduğu iddia edilmeyen) bir şey, diğer kefesinde ise, "daha kötü olduğu iddia edilen" bir başka şey vardır. ancak, kötü ile daha kötü arasındaki bir karşılaştırma, daha az kötü olanın aslında iyi olduğu anlamına gelmez. diğer yandan, padişahlığın diktatörlükten daha kötü olduğu iddiası da gerçekçi değildir. zira, osmanlı devleti'nde, padişahlığı dengeleyen ilmiyye, seyfiyye (ordu) ve meşihat-ı islamiyye gibi köklü kurumlar varken, tek parti döneminde, şef, anayasa dahil herşeyin ve herkesin üzerindedir. otoritesi hiçbir kurumun otoritesi ile dengelenmez. bu konuda bkz.: yazı 1, yazı 2, yazı 3

    (7) "müslüman ülkeler arasında tek demokrasi türkiye'de varsa, bunun nedeni atatürk'tür" demek. herşeyden önce, bu argüman doğru değil. nüfusu müslüman olan senegal ve endonezya'da da demokrasi var. dahası, bu ülkelerin freedom house skoru türkiyeninkinden aşağı değil. (hatta endonezya'nınki biraz daha iyi. ek bilgi olarak belirtmek gerekir ki, türkiye'nin özgürlükler skoru akp döneminde olumlu yönde değişti.) bu argümanın tek sorunu yanlış bilgi üzerine kurulmuş olması değil. daha önemli sorun, türkiye'nin "bugünkü" demokrasisine bakarak, "dünkü" diktatörlük dönemini gerekçelendirmek ve bunu yaparken de, "demokrasiye geçemedi ama demokrasiye geçmeyi mümkün kılacak kurumları oluşturdu" demek. halbuki, "hangi kurumlarmış onlar?" diye sorulacak olsa, cumhuriyet döneminde kurulmuş, ancak osmanlı'da varolmayan herhangi bir kurum göstermek mümkün olmaz. (ama osmanlı'da varolduğu halde yok edilen ya da işlevsiz kılınan -meclis ve çok partili sistem dahil- pek çok kurumdan söz edilebilir.) daha da önemlisi, tek parti döneminde, demokrasiye geçmek gibi bir iddianın bulunmamasıdır. o yılların metinlerine bakıldığında, çok partili hayatın karmaşıklık ve istikrarsızlık anlamına geldiğinin iddia edildiği ve şeflik sisteminin idealize edildiği görülür. (türkiye'nin demokrasiye yönelmesi o yıllarda değil, ii. dünya savaşı (1939-1945) sonrasında yeniden şekillenen dünyada almanya ve italya sempatisinden/çizgisinden uzaklaşarak, "özgür dünya" olarak nitelendirilen abd çizgisine geçmesiyle gerçekleşmiştir. 1925 yılında başlayan tek parti dönemi'nin sona eriş tarihinin 1945 olması, tesadüf değildir.)

    (8) "hz. muhammed ve dört halife de diktatör değil miydi?" diye sormak. bu argüman, "ölümü gösterip sıtmaya razı etme" yaklaşımına göre daha mütevazidir. zira, atatürk'ün diktatörlüğün daha az kötü olduğu iddiası içermez. "o kötü olabilir, ama akp'nin saygı gösterdiği hz. muhammed ve onun öğretisinin temsilcileri olan dört halife de kötüydü" der. yani kötüler arasında bir eşitlik kurar. ancak bu yaklaşım da problemsiz değildir. herşeyden önce, diktatörlük dendiğinde, öncelikle, iki savaş arası döneme özgü olan mutlak yetkiye sahip olan tek adam yönetimleri akla gelir. ingiltere tarihine bakıp "viii. henry diktatör müydü?" diye sormak bir parça absürddür. aynı şey osmanlı padişahları için de geçerlidir. bu idareler, elbette demokrasi olmaktan uzaktır. ama tam anlamıyla diktatörlük de değildirler. zira bu idarelerde, lider diğer yerleşik kurumlarla dengelendiği gibi, liderin otoritesinin mutlak olması zorunlu değildir. bu dönemleri atlayarak daha gerilere, milattan sonra yedinci yüzyıla gitmek ve bir dinin kurucusu ile atatürk arasında karşılaştırma yapmaya kalkmak ise, anakronizmi de aşan bir zorlama olur. ama bütün bu tuhaflıkları gözardı edecek olursak, şunları söylemek de mümkün olabilir: hz. muhammed, sadece bir dini lider değil, aynı zamanda medine'de bulunan çok etnisiteli bir devletin başıydı. ancak ülkenin müslümanları ile ilişkisi hükmetme/dayatma esasına dayalı değildi. zira o dönemde, müslüman olmak demek (sonraki dönemlerde olduğu gibi) hz. muhammed'in başkalarınca nakledilen peygamberliğine iman anlamına gelmiyordu. o dönemde müslüman olmak demek, zaten kişinin kendi rızasıyla gidip hz. muhammed'in dini ve dünyevi önderliğine tabi olması demekti. yani ilgili anakronizm göz ardı edilse bile, bir liderin halka dayatmalarda bulunabildiği ya da halka kendi doğrularını "dikte ettiği" diktatörlük vasfının hz. muhammed örneği ile örtüştüğünü söylemek yine mümkün olmaz. bu noktada, hz. muhammed'in müslümanların olmasa da, medine devletinin müslüman olmayan azınlıklarının diktatörü olup olamayacağı sorusu da sorulabilir. ancak ne var ki, medine devleti, medine sözleşmesi dahilinde kurulmuştur. bu anlaşma, orada yaşayan her etnisiteden insanın sosyal sözleşmesine karşılık gelir. (bkz: sosyal sözleşme/@derinsular) herkesin rızasıyla gerçekleşen bir sosyal sözleşme çerçevesinde kurulan bir devletin de diktatörlük olduğunu söylemek pek mümkün değildir. (atatürk ise, bir sosyal sözleşme ile iktidara yükselmiş olmadığı gibi, anayasanın da üzerindedir.) hz. muhammed için diktatörlük yerine, totaliterlik iddiasında bulunmak daha makuldür. zira, mutlak doğruya sahip olduğunu iddia etmemiş olsa da, mutlak doğruya sahip olanın elçisi olduğunu söylemiş ve insanları ile mutlak doğru arasında aracılık yapmıştır. ancak hz. muhammed'in totaliterlik iddiası da kuşatıcı olmaktan uzaktır. zira medine devletinde yaşayan bir gayrimüslim olmanın anlamı, hz. muhammed'in dini otoritesini tanımamaktı. yani totaliterlik iddiası, olsa olsa, sadece ilgili şehir devletinin müslümanları için geçerli olabilir. dört halifenin durumu ise, çok daha farklıdır. herşeyden önce, dört halife, dini metinler ve peygamberin uygulamalarından oluşan bir kanuni çerçeve ile bağlıdır. yani bir insan halife oldu diye, bir diktatör gibi her kafasına eseni yapamaz. hz. ömer'e herkesin içinde "doğru yoldan ayrılman durumunda, bu eğri kılıçlarımız ile seni düzeltiriz" mealinde sözler sarf edebilen insanların varlığı, söz konusu yerleşik normların bağlayıcılığının bir ifadesidir. halifelik konusundaki bir diğer önemli nokta da, biattır. zira bir insan halife oldu diye, bütün müslümanların o kişiye itaat etmesi gibi bir durum söz konusu olmamıştır. dört halifenin dördünün döneminde de biat etmeyen müslümanlar hep varolmuştur. dolayısıyla, yine aynı anakronizm gözardı edilerek günümüz kavramları ile dört halifenin durumu tanımlanacak olursa, olsa olsa bir antidemokratik anayasal cumhuriyetten (ya da, "halk oyuna dayanmayan, hükümdarlığın babadan oğula geçmediği, ancak hukukun üstünlüğünün varolduğu, halkın önemli bir kısmının rızası ile kurulmuş bir rejim"den) söz etmek mümkün olur. (emevi halifeleri ise farklıdır. çünkü emevi idaresi hem monarşikleşmiş, hem de yer yer epey zalimleşmiştir.)

    ana tema:
    (bkz: siyaset bilimi/@derinsular)

    diğer ilgili temalar:
    (bkz: mantık hataları/@derinsular)
    (bkz: mustafa kemal atatürk/@derinsular)
197 entry daha
hesabın var mı? giriş yap