6 entry daha
  • "kalem" edebiyat ve sanat dergisinin su anda piyasada olan 'pismanlik' temali 5. sayisinda, otopsi adli kosede analizi yapilmis cok iyi roman.

    soz konusu yazinin giris kismi:

    "-dünyanın en ‘pişman’ mahluku: jim-

    bazı kitaplar vardır; kendinizi bırakın yazar olmaya, en azından elinizin kalem tuttuğuna inandırmaya başladığınız bir zamanda okursunuz ve yazdığınız ya da yazmaya muktedir hissettiğiniz her şeyi zayıf kılabilecek derecede kesin bir hayranlıkla afallatır sizi. bu özgüvensizliğe yol vermenin yanında bu romanlar, aynı zamanda size “yaşıyor olmak, bunu okuyabilmeme neden olduğu için bile güzel bir şey!” dedirtir. uyku uyutmaz, rahat konuşturmaz; sizi bir kapsülün içine hayranlık dumanıyla tıkar, okuduğunuz sürece sizi kendine tutsak eder. bitmesin diye sayfaları yavaş çevirirsiniz, iki sayfayı tek sayfa sanmış olma kaygısı veya isteğiyle parmaklarınızı birbirine sürtersiniz kağıt üstünden. son sayfalarında, en güzelinden bir kurabiyenin kırıntılarını ağzınıza çalar gibi hüzünlü bir memnuniyet duyarsınız. ya da duyar mısınız bilmiyorum, ben duyarım. az da değillerdir hani, iş farklarına varmakta. joseph conrad’ın ilk olarak ekim 1899 ile kasım 1900 yılları arasında blackwoods magazine’de tefrika halinde yayımlanmış romanı lord jim, benim için işte bu tür bir eserdi.

    lord jim, her şeyden önce, her büyük roman gibi, sapasağlam bir insanlık durumunun romanıdır; insana dair zor bir sorunun peşine takılmış bir eserdir. pişmanlık, korku ve vicdan kavramlarının derinlemesine analizinin yanında nasıl iyileşmek ve ‘doğrusu nasıl yaşamak gerektiği’nin sorgusunu yapar roman..."

    ve sonrasindan bir alinti:

    "böceklerin, özellikle de kelebeklerin kusursuzluğundan, yıldızlarla akrabalıklarından, göz alıcı güzelliklerinden, bir başeser olmalarından söz etmektedir stein.

    “bir böcekbilimcinin böyle konuştuğunu hiç duymamıştım,” dedim neşeyle.
    “başeser! peki insan ne?”
    “insan hayret verici, ama bir başeser değil o,” dedi, gözlerini cam dolabın üstünden ayırmayarak. “sanatçı belki de birazcık deliydi. ha? ne düşünüyorsun? bazen insanın istenmediği, yerinin olmadığı bir yere gelmiş olduğunu sanıyorum; çünkü böyle olmasaydı eğer, her yeri niçin ister olurdu? niçin oraya buraya koşturup kendini büyük bir gürültü kaynağı yapsındı, yıldızlardan konuşarak, bitkilerin yaprağını bozarak?...”

    …“doğrusunu söylersek, stein,” dedim beni şaşırtan bir çabalayışla, “bir örneği anlatmak için geldim sana…”
    “kelebek?” diye sordu, inanmaz ve şakacı bir hevesle.
    “o kadar kusursuz bir şey değil,” diye yanıtladım, her çeşitten kuşkuyla ansızın yüreksizleşmiş hissederek: “bir insan…”

    …kelebeklerin mezarları arasında sinsi sinsi dolaşan hortlak taşkın bir biçimde güldü. “evet! bu felaket şey çok gülünçtür. doğan bir insan denize düşen bir insan gibi bir düşün içine düşer. deneyimsiz insanların yapmaya çabaladıkları gibi eğer havaya doğru tırmanmayı denerse, boğulur… yok edici öğenin içine dalmışken, tek yol vardır: düşü izlemek ve yine düşü izlemek…”"
6 entry daha
hesabın var mı? giriş yap