• sabitlenmiş entry
    pena (video kanalı)'nın yeni konsepti olan ekşi sokakta’nın dokuzuncu videosu.

    pena’da ekşi sözlük’teki bazı popüler başlıkları sokaktaki insanlara sorduğumuz röportaj videolarına da yer veriyoruz. ekşi sokakta adını verdiğimiz bu yeni seri için seçtiğimiz dokuzuncu başlık hayattan ve her şeyden bir anda soğutan şeyler oldu.

    videoyu izlemek için: https://youtu.be/2o9vje552ca
  • 2337 entry daha
    • bir anda oldu diyemem ama kısa bir yolculuk sırasında tanıştığım bir genç çok sarstı beni. soğudum, uzaklaştım hayattan. eve vardım, içtiğim çorba boğazıma takıldı. buraya yazmak hiçbir şeyi değiştirmeyecek biliyorum, bahsedeceğim genç yine aynı yalnızlığında, çaresizliğinde yaşamaya devam edecek, belki de yaşamıyor artık..

      elimde yılbaşı paketim, işten dönüyorum. tandoğan'dan beşevler istikametine doğru yürümekteyim. sık yürüdüğüm bir yoldur. severim de. bir hareketlilik vardır hep çevre kampüslerden dolayı, yardım isteyen, para isteyen, "abi bir bakar mısın?" la başlayıp hikayesini hızlıca anlatıp duygularımı sömürmeye çalışanlarla çok karşılaşırım bu yolda. yine öyle olacak sandım. değilmiş.

      bir genç yaklaştı arkamdan: "abi otogara daha çok var mı dedi?" ben de "biraz daha var" diyerek kabaca tarif ettim. "iki tane küpeli zibidi yüzünden yarım saattir boşuna yürüyorum, devletin polisine soruyorum yüzüme bakarak gülüyor bana" dedi. belli ki yorulmuş, sinirlenmiş. ben durumundan habersiz "istersen şuradan metroya binebilirsin, aşti'nin içine kadar götürür seni" dedim. "yok abi dedi, etlik'ten buraya kadar yürüdüm, burdan sonra da yürürüm". anlamadım önce. etlik nerede hiçbir fikrim yoktu ama görünen o ki çok da yakın sayılmazdı. "daha ne kadar yürürüm, yarım saat yürür müyüm" dedi, "yürürsün" dedim. "saol abi" diyerek aynı yolda, aynı istikamete yürümemize rağmen yavaşlayarak müsaade istedi benden. gerimde kalmıştı. daha fazla rahatsız etmek istemedi.

      cebimde ego kartım ve kredi kartımdan başka işe yaracak pek bir şey yok. dayanamadım, döndüm arkama ve "istersen, seni şu istasyondan metroya bindireyim, hava soğuk daha fazla yürüme" dedim. mahçup oldu ama o kadar yorulmuş olmalı ki kabul etti. artık aynı yolda aynı hedefe gidiyorduk ve muhabbet edebilirdik. tipi, saç tıraşı, temiz sakalı asker gibiydi; "asker misin?" dedim. "yok abi, abimin yanına geldim çalışmaya şimdi köye dönüyorum" dedi. "işler yolunda gitmedi mi?" dedim. "bugün eve geldiğimde abimle yengemi benim yüzümden kavga ederlerken duydum, abimden müsaade istedim, daha fazla yük olmayayım sana dedim ve çıktım evden" dedi. baktım elinde ne bir çanta, ne bir poşet hiçbir şey yoktu. "abim zaten engelli, yengemin eline bakıyor, daha fazla kalamazdım" dedi. sarsıldım. böyle bir neden duymayı beklemiyordum. sessizlik oldu. ben öğrendiklerimi ve yol arkadaşımın gerçeğini sindirmekle meşgulken, sahip olduklarımın anlamını kaybetmeye başlamışken, bu sefer o sordu: "abi sen ne iş yapıyorsun". "mühendisim ben". "ne güzel mesleğin var" dedi. ben artık adalet duygumu yitirmek ve geri kazanmakla cebelleştiğimden ne gülebiliyor, ne şükredebiliyor, ne de cümle kurabiliyordum. "senin yok mu bi meziyetin, işin?" dedim "çobanlık yaparım ama o da ankara'da pek bir işe yaramıyor" dedi. "bir de fotokopi makinası tamir etmiştim yıllar önce belki köye dönünce ustama giderim" dedi. ben artık ne soracağımı, ne diyeceğimi bilemez bir haldeydim. böyle zamanlarda hep büyüklerimiz "var böyle hayatlar, şükretmek gerek kendi halimize" derler. bu yaklaşım fazla bencilce geldi bana o saniye, şükredemedim. "var böyle hayatlar"daki uzaklık, yabancılık yoktu o an, yanımda, bir metre yanımda yürüyordu "böyle hayat". "otogar'da sabaha kadar bekleyebilir miyim?" dedi. ben de "beklersin, güvenlidir orası" dedim. "çok korkarım tinerciden, hırsızdan" dedi. "güvenlik var orda, uyuyanlar bile görürüm, ama sen yine de dikkatli ol" dedim. dayanamadım. haddimi aştım belki de ama dayanamadım ve sordum: "yanlış anlamazsan bir şey sormak istiyorum, aç mısın?" "yok abi çok sağol" dedi. "yedim de çıktım evden". doğru söylemiyordu büyük ihtimalle. ama uzatmadım. zaten yeterince sarsılmış bir gence bir de muhtaç muamelesi yapmak istemedim. belki de istemezken bile yaptım.

      artık konuşamazdım sanki. mühürlendi ağzım. o beni rahatlatmak için bir iki cümle daha konuştu. metroya geldik. "bindin mi daha önce" dedim. "yok" dedi, "tren mi bu?", "evet" dedim, "sadece yer altından gidiyor. otogarın içine kadar götürecek seni." çok teşekkür etti, elimi sıkmadı, ne kadar ileri gideceğini, nerede durması gerektiğini kestiremedi. bindi. gitti. ben elimde içinde çikolataların, keklerin, zeytin ezmelerinin, çerezlerin olduğu yılbaşı paketimle eve kadar yürüdüm. paket daha da ağır geldi. omuzlarım daha da ağır geldi. yetkim olsun istedim, kendi hayatım dışındaki hayatları değiştirebileceğim gücüm olsun istedim. ülkemden soğudum. bu genç dün gece şırnak'ta geçinebilmek için kaçakçılık yaparken başına bomba düşen gençlerden biri bile olabilir. * işi olmayan, eline geçirdiği fırsatlarda hayatın kendisine cömert davranmadığı 18 yaşında bir can. empati çığırtkanlığı değildi bu yazı, mümkün değil de zaten senin olmayan bir hayatla empati kurmak. ama bazen de bakmak lazım, görmek lazım, en azından kendi insanlığını hissetmek lazım.
    3501 entry daha
    hesabın var mı? giriş yap