12947 entry daha
  • sevgili iyi sözlük,

    bu bir yardım çığlığı değil, sadece -dostoyevski'nin deyimiyle itiraf etmek ve kurtulmak istiyorum.

    birini öldürdüm! (şaka yapmıyorum.)

    nefes almak istiyordu ben boğazını sıkarken, sımsıkı yapışmıştı elleri ellerime. gözleri, dünyayı son kez görüyor olduklarını bilenlerin açlığıyla büyümüştü. parmaklarımı gözlerinin içine soktum ve kör ettim onu, ağzımı ağzına dayadım ve ölümü dudaklarından ciğerlerine akıttım. sonra bir kenara çekilip seyrettim.

    öyle güzeldi ki!

    hayatım boyunca yaptığım en anlamlı şey onu öldürmekti.

    görsen nasıl zavallı biriydi. sabahları kahvaltısını odasına götürürdüm. sonra göz göze gelmekten kaçınarak çıkardım odasından. gün ortasında yemek yemezdi. akşam olduğunda ise sadece benimle konuşabilmek için bir şeyler getirtirdi odasına.

    akşamları özellikle nefret ederdim ondan, çenesi düşerdi çünkü. sadece nefes almanın bile ne büyük bir mucize olduğundan filan söz ederdi. (aptal çocuk! gözleri yaşarırdı tüm bu saçmalıklardan söz ederken.) meyve tabağını önüne atar kaçardım odadan. dayanamıyordum varlığına; yaşamak, bu hayatın bir parçası olmak istiyordu çünkü. (bence herkes yerini bilmeli.)

    arka odadaki tekerlekli sandalyesinde unutulmuş sakat bir kardeşti o sadece, ama her zil çalışında aptalca bir iyimserlikle ayağa kalkmaya çalışıyordu. (midemi bulandırıyordu anlıyor musun?)

    pencereden odaya dolan çocuk çığlıklarını duyuyor, heyecandan gözleri yaşarıyordu. konuşuyordu benimle, -aslında hiç susmuyordu- merak ediyordu, öğrenmek, anlamak istiyordu. her şeyin neden bu kadar güzel, kusursuz ama neden bu kadar uzak olduğunu sorup duruyordu bana.

    ona diyordum ki, "senin bütün bu gördüklerin bir yanılsamadan ibaret. "iyi" diye bir şey yok, "umut" yok. arka odadaki sandalyenle yetinmek zorundasın. zil her çaldığında ayağa kalkmaya çalışma, çünkü bu içimi acıtıyor!"

    ondan birkaç yaş büyük olmama rağmen beni hiç dinlemedi. (bunu hayatıyla ödemek zorunda olacağını bilmiyordu maalesef!)

    bir gece odasına girdim sessizce ve dürtüp uyandırdım onu, gözleri iyimserlikle açıldı.

    ona dedim ki "kes artık şunu! dünya senin sandığın gibi bir yer değil. burada çok fazla kötülük var."

    iyi niyetle güldü ve "elma şekerleri de var ama!" dedi. "üstelik sen de seversin onları."

    "aptalsın sen!" dedim, "bir elma şekeriyle yetinecek kadar aptalsın. bundan vazgeçmelisin artık, sen umut ettikçe ben azalıyorum."

    "ben sakatım!" dedi, "umut etmezsem hiç yürüyemem."

    "yürüme!" dedim, "nereye gideceksin ki zaten?"

    "bilmiyorum." dedi, "sadece yürümek istiyorum."

    kalktım ve yürümeye başladım. adımlarım beni odama götürdü. (bildiğim başka bir yer yoktu.) yatağa uzanıp onu düşünmeye başladım. o hayatta olduğu sürece benim için de bir umut vardı ve ben artık benim için bir umut olsun istemiyordum. bütün gece uyumadım, düşündüm, ondan kurtulmanın bir yolunu bulmalıydım.

    sabaha karşı yatağımdan kalktım, yüz bin yıl önce ormanda duyduğu fısıltılar eşliğinde tek başına ölmüş atamın izinden giderek sessiz adımlarla odasına gittim, kapıyı usulca açtım ve içeri girdim.

    uyuyordu.

    yatağın kenarına oturdum, bir süre yüzündeki -bana meydan okuyan- o iyimserliği seyrettim. sonra onu hiç incitmeden, usulca kafasının altındaki yastığı aldım ve şefkatle yüzüne bastırmaya başladım.

    uyandı. onun da zaafları vardı, ölmek istemiyordu. biraz boğuştuktan sonra yastığı yüzünden atmayı başardı ve gözlerimin içine baktı. derin bir hayal kırıklığıyla buruştu yüzü. önce vazgeçti, izin verdi bana. terden sırılsıklam olmuş ellerimle boğazını sıkmaya başladım ve bu işin bir an önce bitmesi için dua ettim tanrıya. (tabii varsa eğer.)

    öyle uysal, öyle anlayışlıydı ki eğlip öpmek istedim onu. (ama önce öldürmem gerekiyordu.) sonra azgın bir yaşama isteğiyle yeniden sarıldı ellerime, ama çok güçsüzdü, acınacak derecede güçsüzdü. gözleri dünyayı son kez görüyor olmanın açlığıyla büyüdü, dayanamadım ve ağzını elimle kapatıp parmaklarımı gözlerine soktum. kan ve gözyaşı aynı anda akmaya başladı yanaklarından aşağı doğru.

    dudaklarımı dudaklarına dayadım ve sevgiyle fısıldadım:

    "mutlu musun şimdi?"

    nihayet vazgeçti direnmekten, hiç yaşamamış bacakları kadar öldü.

    kenara çekildim, bir süre cansız bedenini seyrettim, sonra eğilip sevgiyle öptüm onu.

    aynı sessiz adımlarla odama döndüm ve hayatım boyunca ilk kez huzurlu bir uyku uyudum.

    ertesi sabah kalktım, yüzümü yıkadım, aynada gördüğüm kişiye iyi niyetle gülümsedim ve kahvaltıya indim. annem sıcak çayı önüme koyarken sordu:

    "kardeşinin kahvaltısını götürdün mü?"

    "evet", dedim "ama artık kahvaltı etmek istemiyor galiba. kafasını yorganın altından çıkarmadı bile."

    "uykusunu alamamıştır." dedi annem, "bırak uyusun."

    haklısın dedim anneme, "bırakalım uyusun. belki rüyasında elma şekerlerini görür." *
261134 entry daha
hesabın var mı? giriş yap