175 entry daha
  • her açıdan bereket dolu olduğum lise yıllarımda -2001'de- vh1'de gördüğüm sing şarkısının klibiyle tanıyıp anında çarpıldığım gruptu travis. klipte yapmacık tavırlı ve hiçbir şeyi beğenmeyen ingiliz burjuva asilleri, görkemli bir saray yapısı, zengin bir ziyafet sofrası, orada mecburen çalıştığı her hallerinden belli olan garsonlar, yani işçiler ile hiç de o dünyadan olmayan dört tane genç adam vardı. bu dört genç, asiller gibi yemek yemeyi beceremiyorlardı. iyi ki de beceremiyorlardı.

    araya yıllar girmiş, ben dünya derdine düşmüşüm. nedense o lise yıllarının bereketi falan pek kalmamış, zaman bulamaz olmuşum yaşamak için. derken yıllardan yıllardan sonra aşık olmuşum, yılların idmansızlığında paslanmışım; duygusuz olmaya çalışırken duygularını yönetemezolmuşum. çok çok normal olarak bu aşktan istenen sonuç elde edilememiş. böyle günlerde kafada bin bir karmaşayla işten eve dönmüşüm, yemek yedikten sonra bir kahve yapmışım kendime. birdenbire nedenini bilmeden bilinçaltımdan bir işaret fişeği çakmış ve yıllardan beri travis dinlememiş olduğumu anlamışım. hemen elimdeki kahve fincanını masaya koymuşum ve lise yıllarımda edindiğim travis'in the man who albümünü bulup hemen müzikçalara cd'yi takmışım: "one, two, three, four..." writing to reach you ile terapi başlamıştır.

    sanırım birçok travis severin buna benzer anıları vardır. çünkü travis iz bırakır, kolay kolay silinmez.
304 entry daha
hesabın var mı? giriş yap