540 entry daha
  • bir kere izledim, bir daha izlemem ben bu filmi.

    her şeyi bana aitti çünkü.

    dirseğine kadar bilezik takan yengesi de, düşünmeden yaşayan amcası da bana aitti. bağıra bağıra konuşan ailesinden, afili gömleğiyle ilgi çekmeye çalışan bakkalına kadar bana aitti.

    kendimi gördüm çoğu yerinde filmin.

    hüseyin benim babamın adı, çiftçi trakya'da. dedem hayal meyal hatırladığı babasının ismini vermiş. amcamın adı da çetin. dede yaşadığı hayattan, dik duruşundan esinlenmiş.

    dedem babasız büyümüş, gariban. malı müklü yok. bakmış durulmayacak buralarda, basmış gitmiş almanya'ya geride babaannemi 2 çocukla bırakıp. babam da duramamış buralarda, almanya'ya gitmiş çalışmaya dedemin arkasından 13 yaşında. gitmişler ama dede toz, toprak yutmuş; kanına işlemiş çiftçilik. 3 kuruş para da kazanınca duramamış. tutturmuş "ben tarla alacağım, mal sahibi olacağım." diye. babam ne dese dinletememiş. bağıra çağıra atmış arabaya babamı. toplamış tası, tarağı; dönmüş dede memlekete.

    "sen tarla alacaksan yine al da bi dükkan açalım, yarın öbür gün çoluğumuz çocuğumuz olacak. şehirde olsun bir ayağımız baba." demiş babam, bağıra çağıra açtırmış dükkanı dedeye. evlenmiş, şehre yerleşmiş babam. kahvecilik yapmaya başlamış.

    burda başladı film. benim hayatım da orda başlamışya neyse.

    iyi bir okula yazdırdı babam beni. şimdiki gibi kaydetmek değil, yazdırmak o zaman. kahvecilik zordur, bilen bilir. sabah açarsın, gece kaparsın. işinin başında durursa, takip edersen eğer para kazanırsın. çok çalıştı. hem beni okutmak için, hem de geçindirmek için.

    o günün bütün gazetelerini getirirdi kahveyi kapattıktan sonra. sesini duyar uyanırdım, anneme "uyudu mu?" derdi. kıyamazdı kendisi uyandırmaya. başucuma oturur, bakardı. uyumadığım halde uyuyormuş gibi yapar, gözlerimi aralayıp bakardım. yorgunluğundan eser kalmazdı o zaman. "uyu oğlum." derdi, o uyu deyince ben kalkar yatağa otururdum. "hadi oğlum, kalk yüzünü yıka uyumayacaksan." derdi. fırlardım yataktan, yüzümü yıkardım. o zamandan kalma alışkanlığımdır, kalkar kalkmaz yüzümü yıkarım şimdi de.

    geldiğimde sobanın yanına bağdaş kurmuş oturur bulurdum bir tomar gazeteyle. sobanın üzerinde de ekmek olurdu. önce gazeteyi açardı önüme, "hadi oğlum, oku." derdi; sonra ekmeği yağlayıp elime tutuştururdu. özledim o ekmeğin kokusunu. kaloriferlerin, klimaların içindeyim şimdi. o yanık kırıntı kokusunu özledim. babamın onca yorgunluğa rağmen uyumayıp yağladığı o sıcak ekmeği çok özledim.

    okunacak her şeyin kuponunu toplardı. hikaye, roman, ansiklopedi. "ben okuyamadım, bu çocuk okusun." derdi anneme.

    3. sınıftaydım. önce amcamla sonra dedemle kavga etti babam. kahveyi bıraktı; anneme "kaderimde bu varmış. ben giderim ama bu çocuk ilkokulu bari burda okusun. dayan." dedi. köye gitti. 2 sene göçebe gibi yaşadık. bi hafta o şehire geldi, bi hafta biz köye gittik.

    bu gidip gelmelerin arasında bir gün "baba kahvelere baktım, yoktun." dedim. "bende ne ana, ne baba, ne de karı kaldı oğlum. beni arayacaksan ya meyhanede ya da kerhanede ara." dedi. ben anlamadım o zaman ne demek istediğini. o anlatmış.

    5. sınıfı bitirdim, traktörle şehire geldi ertesi gün. eşyalar römorka yüklendi. babam traktöre bindi, biz de römorka çıkıp çekyata oturduk. hiç unutmam gökhan diye bir sınıf arkadaşım vardı bize yakın bir yerde oturan. bayağı da iyiydi aramız. onların sokaktan geçerken beni gördü, arkamızdan koşmaya başladı. bir şeyler söyledi, anlamadım. "nereye?" dedi en son. "köye taşınıyoruz." dedim. koşmayı bıraktı. ben anlamadım neden durduğunu. o anlamış.

    köyde okudum ortaokulu. annem hasta olmayalım diye üstümüze titrerdi, sarılık bulaştı. bit nedir bilmezdim, bit bulaştı. babam adam olayım diye uğraştı, ben itle kopukla kaynaştım köyde.

    okumayı bırakmadım ama. elime ne geçtiyse okudum. alışkanlık işte. lisede aldığım tavuk dönerin sarılı olduğu gazete kağıdını yere serdim, hem döneri yedim hem de gazeteyi okudum. çalıştırdığımız köy kahvesinde bulduğum her fırsatta gazeteleri ekonomi sayfalarına varıncaya kadar okudum. çalışırken boşluk bulamazsam eğer kahveyi kapadıktan sonra gazeteleri eve götürdüm, sobanın yanına bağdaş kurup okudum.

    destek verilir çiftçiye. dedem o parayı almak için gelmiş bir pazartesi. liseyi yeni kazanmışım, harry potter'ın da 2. kitabı yeni çıkmış o zaman. dede babayı yakmış, yakmış ama kendi de kavruk. mahçup, üzgün. babama gösteremediğinden olsa gerek çok sever beni. tuttum elinden, kırtasiyeye götürdüm. "olmaz." demedi, geldi. "dede şu kitabı istiyorum." dedim. bir kere gördüm dedemi dudakları titrerken, o da o zamandı. "çocuğum" der dedem bana hep. tuttu elimden, "gel çocuğum, gidelim." dedi. "başka zaman gelir alırız." çok sonra öğrendim, para alamamış o gün. ondan titremiş dudakları. eve dönünce de babaanneme "biz önünü kapadık ama okuyacak bu çocuk." demiş.

    dedeme "bana 1 dönüm arazi ver, ben gideyim ev yapayım. kendi işime bakayım." dedi babam benim yanımda. "bu evde kim oturacak, bu tarlaları kim çalışacak?" dedi, vermedi dedem. dayanamadı babam, saya yaptı en son köyün dışına. ağıla saya derler bizim orda. bir göz de oda yaptı kendisine. çoğu zaman eve gitmeyip orada kalıyor. arıyorum, "nabıyosun baba?" diyorum. "rahatım oğlum." diyor, "kafam rahat en azından burada."

    yemek yedikleri sahne koydu bana. biz de hep eksik yedik yemekleri. hep birileri eksik oldu masada.

    fotoğraf çektirdikleri sahne çok koydu. 24 yaşındayım bir tane fotoğrafımız yok ailece çekildiğimiz. hep birileri yok. ya dedemler eksik, ya amcamlar ya da babamlar. çok korkuyorum birileri göçüp gidecek o fotoğrafı çektirene kadar diye.

    istediği oldu biraz babamın. gazetecilik okuyorum istanbul'da. boyası, kokusu içime sindiğinden midir bilinmez ama hep gazeteci olmak istedim. okuyorum şimdi. biraz dedim evet. okuyamıyorum çünkü tam olarak. kafamı veremiyorum, kalıyorum.

    en çok deniz'in sabah avluda elinde kamerayla yürüdüğü sahne koydu bana. o sahne yaşarttı gözlerimi. hep yalnızdım ben o avlunun ortasında. tıpkı deniz gibi. hep babamla konuşabilmeyi istedim, konuşamadık. o işten zaman ayıramadı çoğunlukla, ben kırarım diye anlatamadım kendimi babama. öylece kalakaldım hep avlunun ortasında. yağmur hep üstüme yağdı.

    babam bir şey yapamaz. biliyorum. elinden gelen her şeyi yaptı, gücü yok artık.

    elinde şemsiyeyle gelip beni o yağmurdan kurtaracak birini bekliyorum. beni bu boktan hayattan kurtaracak, sarıp sarmalayacak kişiyi bekliyorum. o kişinin kim olduğunu da biliyorum.

    bir kere seyrettim. bir daha seyredemem bu filmi.
632 entry daha
hesabın var mı? giriş yap