12 entry daha
  • bir gün çok kötü bir dayak yemekle sona erebilecek eylem. ben o günü sabırsızlıkla bekliyorum. tartışmanın artık geri dönülemeyecek noktasında karşımdaki insanın edelesiz vücudumun neresine vuracağını düşlüyorum. yok hayır, anlatacaklarım chuck palahniuk'a bir saygı duruşu niteliği taşımıyor. durden abimizi severim ama onun ve çevresinin bu olayla ilgisi yok.

    neredeyse bir yıl önce, şu aralar sadece "merhaba, neden hep ben arıyorum anne?" ve "baba param bitmiş." dışında konuşacak bir şeyimizin kalmadığı ailemin zorlamalarıyla nişantaşı'ndaki bir psikiyatriste gittim. (bak, çok kişisel ve sana hiçbir şey katmayacak bir şey okuyorsun bence yoluna devam et). gerçekten çok ihtiyacım olan bir şeye harcadığım 3 kuruşun bile hesabını aileme aptal bir suçlulukla veren ben, nişantaşı'ndaki bu gereksiz pahalı seanslarda kredi kartımı hiç düşünmeden uzatıyordum. cidden umrumda değildi. garip, gereksiz ve çocuksu bir başkaldırı mutluluğuydu yaşadığım. neden psikiyatriste gittiğimin de bu olayla ilgisi yok.

    konuştuklarımız genel bir soruna yönelik değildi. hayatı boyu içine kapanık biri olmaktan 1.93 m çapında bir cevize dönüşen ben, psikiyatriste o ne sorduysa çekinmeden anlatıyordum. dudaklarımın arasından hayatım hiç olmadığı kadar rahat akıyordu. daha ilk seansın sonunda sende nazar var dercesine, "depresyondasınız hunter bey" lafı beni beklenmedik kahkahalara sürüklemişti. 21 yaşındaydım ve bana bey diyordu. beklenmedik tepkilerimin ilki buydu sanırım. diğerleri o kadar güldürücü olmayacaktı nitekim. bak onlar olayın ta kendisi.

    verdiği antidepresan monoton hayatıma harika renkler katmıştı. 5-10 saniyede bir esniyordum. olayı abartmaya çalışmıyorum, gerçekten 5-10 saniyede bir, arkadaşlarımın, tez danışmanımın ve hocalarımın yüzlerine bakıp bakıp esniyordum. uykuma hiç önem vermediğimi söyleyenlere verdiğim cevaplar klasik geçiştirmeliklerdendi. aynı soruyu soran psikiyatristime "çok da sikimdeydi sanki 12'den önce uyumak" dediğimde kadının yaşadığı anlık şaşkınlık ise muazzamdı. ama kendisi çok profesyoneldi, ufak ince bir öksürükle oturduğu ikea koltukta bacak bacak üstüne atıp bir sonraki soruya geçti. sanırım içinden "nasıl olsa 350 tl'imi aldım, biraz daha sabret." gibi bir şey de demiştir. ama ne düşündüğünün de bu olayla ilgisi yok.

    sürekli esniyor oluşum, ilk kez kullandığım antidepresanın normal tanışma tepkisiydi. ama bu tanışma ilerledi ve düzeyli bir ilişkiye doğru yol aldı. artık farkında olmadan esniyordum. bende değişen bir başka önemli şey de hafızamdı. yıllar yılı arkadaşlarımın arasında ekmeğini az yemediğim hafızam zayıflıyordu. bilmem kaç yıl öncesinin gereksiz magazin bilgileri yerinde duruyorken yakın dönem hafızam berbatlaştı. bir önceki gün yediğim yemeği, sabah gitmem gereken iş görüşmesini, mikrodalgada kaderine terk edilmiş masum makarnayı, kullanmam gereken ilaçları ve eczaneye gittiğimde o ilaçların adlarını kısaca günlük yaşantımının aklınıza gelebilecek tüm kilit detaylarını unutuyordum. aslında hala unutuyorum. son beş gündür akbilimi almadan evden çıkıp otobüse biniyorum. bir durak gittikten sonra eve geri dönüp akbilimi alıyor ama güneş gözlüğümü masanın üzerinde bırakıyorum. yarın için hazırlık yaptım. ama bu hazırlığın da olayla ilgisi yok.

    bu ilacın karakterimde oluşturduğu en büyük değişiklik kendimin bile fark etmediği özgüvendi. bu özgüven en ufak bir gerginlikte bile dışarı vahşi bir hayvan olarak çıkıyordu. ilkokul 5. sınıftan bugüne değin artık nasıl olduysa kavga etmeyen ben, artık temiz dayakların sınırında bir balet gibi geziniyordum. geçtimiz cuma günü kadıköy rıhtım'da karşıdan karşıya geçerken bir taksi önüme fırladı. az kalsın çarpıp beni uzun zamandır düşündüğüm ölüm konusuna yaklaştırdığı anda kendimi çabucak toparladım. hayır intiharı düşünmüyorum ve olayla da ilgisi yok. olayın anlık şokunu üzerimden atıp taksicinin gözlerini yakalamaya çalışırken, yılların birikimiyle taksi şöförü ağzına geleni sıraladı. aynı şekilde geri iade ettiğim lafların üzerine taksicinin ağzından çıkan tek sözcük dangalaktı. ben ise artık hangi yabancı film veya dizide gördüysem bu lafa orta parmağımla cevap verdim. yıllar yılı mütevazi ve efendi çocuk kimliğimin tamamen dışına çıkıp kadıköy'ün göbeğinde dehşet bir özentilikle parmak sallıyordum bir taksiciye. beni güzel bir kadıköy akşamında herkesin ortasında dövecek ortamı hazırlamıştım ama o gaza basmayı tercih etti. artık kısa cümleler kurmak yerine (merhaba şebnem) gereksiz tartışmalara giriyor, çabuk gelip çabuk giden sinir harplerine hiç düşünmeden atlıyorum. işte olay bu.

    daha bugün gittiğim bir fırında kasada beklerken eliyle beni kenara iten en az yetmişindeki bir adama celallendim. adam yaşlılığın getirdiği huysuzluğun birazına sahip olsa ya da benim sesimi bastırabilirse çok ilginç olaylar başıma gelebilirdi o fırında.

    insan hayatının dönemleri çok garip. ilkokulda sınıftaki herkesle kavga ederdim. ortaokulda kimseyle kavga etmeyen ama hiç de arkadaşı olmayan biriydim ve çevremdekilerin hakkımda uzlaştıkları en önemli şey dengesizliğimdi. lisede düzgün, örnek ve garip bir şekilde arkadaşları olan biriydim. üniversite dönemi bir çırpıda geçip gitti. şu an öylesine ve amaçsız yaşıyorum. o hak ettiğim dayağı sabırsızlıkla bekliyorum. keşke hayat hikayemin sonunda kemal* gibi "herkes bilsin, çok mutlu bir hayat yaşadım." diyebilsem, o vakur karaktere bürünebilsem. ama heyhat diyebileceğim tek şey, "herkes bilsin, hayatımın içine fark etmeden sıçtım".
11 entry daha
hesabın var mı? giriş yap