• bir dostumun radyoda duyduğu o sese yazdığı mektup, aynen naklediyorum...

    adamın biri sıkıntılı ve puslu bir havada her sabah yaptığı gibi işine giderken o kuşakta dinlediği iki üç radyo programının arasında gidip gelerek dalgın dalgın arabasını kullanıyordu… bazen programcıların bazen katılımcıların söylediklerini dinlerken sıklıkla gülümsüyor ara sıra kızıyor hatta bazen utanıp bazen de o konuşanlara imreniyordu… şehrin bir ucundan başlayıp öbür ucunda bitecek yolculuğunun sonuna yaklaştığında radyodan duyduğu bir ses hatta bir nefes dikkatini çekti… çünkü duyduğu her şeyi sıra dışı sandı o ilk an… ne yazık ki anlayacaktı kısa zaman sonra duyduğu tek sıra dışı şey o sesin adıydı... ilk defa duymuştu adam bu ismi… bunun yanı sıra duydukları çok tanıdıktı adama… ama o sesin rengi, vurgusu ve doğallığıydı adamın farkında lığını sağlayan aslında… sonra bir an içi huzur dolan adam bu huzurun ne de güzel bir şey olduğunu kendisine hatırlatan o sese seni fark ettim iyi ki dinlemişim seni aferin bana diyebilmek için gerekli bilgiye ulaştı kolayca. çünkü ulu google’a o sıra dışı ismi (ve tekstil) yazdığında karşısına ilk çıkan seçenek o sese ait sosyal medya profili beşinci seçenekse o sese ulaşabileceği iletişim bilgilerinin de olduğu ilandı. adam emin olmak için çok çaba harcamadı. o sesin kendi beyanından biliyordu ki bu olağandışı adın arkasından bildik bir soyadı geliyordu ve o sesin yine kendi deyimiyle hayatın içinde ötelediği birçok şeyin nedeni tekstil alanında yaptığı kariyeriydi… şimdi adamın karşısında iki seçenek vardı… ya o sesi arayacak ve iyi ki o sabah aramışsın iyi ki ben de seni dinlemiş huzur bulmuşum hay sen çok yaşa diyecek… ya da bunu demese de istediğinde diyebilecek olmanın hissiyle gururlanıp kendini böyle avutacaktı… tam da bu git geller arasında ne yapacağına karar verene kadar akşam oldu zaten… adam o sese ulaşabilmek için yarını beklemeliydi… ertesi gün öğlen yemeğinde uzun zamandır görmediği ama sanki daha dün gece ayrılmışlar gibi kaldıkları yerden devam edebildiği bir arkadaşıyla çok sevdiği bir çorbayı paylaşmak için şehrin bir kuytu köşesinde bulutsu… aslında bu kadar sade ve düz bir adamdı… düşünseneze sevdiği bir çorbayı paylaşmak için ta bir hafta öncesinden arkadaşını ayartmış ve emeline nail olmuştu… şuradan buradan daha çok da yemekten içmekten bahseden adam birden arkadaşına dün sabah duyduğu o sesten de bahsetti… bahsederken de fark etti ki giderek aramak fikrinden uzaklaşıyor… adamın arkadaşının konuya duyduğu heyecan ve araması için yaptığı tavsiyenin sonunda adamın içindeki arama arzusu öyle bir hale geldi ki daha arkadaşının yanından ayrılmadan arayıverdi o sesi… ne yazık ki o seste öğlen yemeği için ofis dışındaydı… aynı günün devamında defalarca o sese ulaşmaya çalışan adam; inadından vaz geçip son bir defa denediğinde o sese ulaşmayı, santral operatörüne hanımefendiye ulaşamadığını ama ulaşmak istediğini adını soyadını ve gsm numarasını verdi… operatör de adama sizi son bir defa ofisine bağlamayı deneyeceğim şayet ulaşamazsanız ben iletişişim bilgilerinizi kendisine iletirim dedi… uzun uzadıya çalan telefonun kulak tırmalayan metalik ve soğuk sesi son bulduğunda adamın karşısında o ses ve aynı nefes vardı… ya da adam öyle sandı ??? kısa ve öz konuşması gerektiğinin bilincinde olan adam önce kendini tanıttı daha sonra dün sabah katıldığınız radyo programında hem söyledikleriniz hem de söyleyiş biçiminiz demeye hazırlanıyordu ki o ses araya girerek telefonumu nereden buldunuz bilmiyorum ama dedi bu sefer söz kesme sırası adamdaydı… kekeleyerek adınızı ve yanına tekstil yazınca googl’da sizi bulmak zor olmadı demeye çalıştı adam ama o ses kararlıydı bir defa daha adamın sözünü keserek nereden buldunuz bilmem ama size ayıracak vaktim yok diyip telefonu kapatıverdi… telefon kapanınca adam önce darmadağın oldu… hemen kendine dönerek nerede hata yapmış olabileceğini sorguladı… pek farkında olmasa da özel hayata müdahaleydi adamınki düpedüz… yüzü kızardı… peki bunu kabul etti ama o sesin hiç mi kabahati yoktu… hem o an sesinde hissettiği tedirginliğin ve güvensizliğin nedeni ne olabilirdi ki ??? bir an kendini bırakıp o ses için de kaygılanmaya başladı adam… o sese verdiği rahatsızlık mı yoksa kendini ifade edemeyişinin ağırlığı mı bilinmez ama yorgun hissetti kendini… o sesi paylaştığı tek insanı yani arkadaşını aramak istedi önce sonra arkadaşının toplantısı olduğunu anımsadı ve mesaj yazdı… kısa ve net bir mesajdı adamınki “baba tersledi beni o ses :( ”…
    bir süre sonra aradı arkadaşı adamı… kısaca olanı biteni anlatan adam arkadaşının da üzüldüğünü hissedince yanlış bir şey yapmadığını fark ederek biraz daha rahat hissetti kendini… arkadaşı belki adamı rahatlatmak için belki de tamamen inandığı için bilinmez bir dolu güzel şey söyledi… mesela hayatın tesadüfler üzerine kurulu olduğunu ne de çabuk unuttuğumuzu daha kötüsü birçoğumuzun bunu hiç bilemediğimizi hatırlattı… veya ortaçgil’in eylül akşamında söylediği gibi kim bilir “belki senin kâğıt paran döne dolaşa onun cebine girmiştir” dedi… kim bilir??? belki de doğru söyledi… bu konuşmanın ardından kendimi temize çekme isteğimi daha önce neredeyse hiç yapmadığım bir şekilde yapmak geldi içimden… ve bu adamın hikâyesi çıkıverdi ortaya birden… ne de iyi geliyormuş insana yazmak… nasıl da hafifliyormuş insanı…
    o sesin bu hikayeyi bilmesi gerekiyor mu sizce??? bilemiyorum… aslında bana kalsa sadece onun değil sesimi duyabilecek herkesin bu adamın hikâyesini duymasını istiyorum… bunu istenmemin majör nedeni adam suçsuz ona kızmayın’ı vurgulamak değil… esasen o ses gibi ürkmeyin… avucunuzun içine kadar gelen her neyse kayıp gitmesine izin vermeyin demek… daha ilk gençlik yıllarınızda hatta çocukluğunuzda sizi kırmalarına izin vermediğiniz için… yaralanıp kendi yaralarınızı yalayarak iyileştirebileceğinizi öğrenmediğiniz için… hatta daha da kötüsü küçük prensin gül’ü gibi bir fanusta yaşamayı kurtuluş saydığınız için… gün gelip o fanusa sığamağınızda adamın birini birkaç dakika dinleme sabrını gösteremez hale gelmeyin diye istiyorum… bu yazdıklarımı o sese yollayabilir miyim bilemem… şu an bildiğim tek şey bu yazdıklarımı o sesin okumasını çok istediğim… belki bu gece bu satırları o sesi duyduğum radyo programının yapımcısına yollamalıyım… eminim o da zaten biliyordur ama bir kere daha emin olmalı ki yaptığı işle dokunduğu yerlere hekimler bile kolayca dokunamıyor…
    anlayacağınız şairin dediği gibi “tarifsiz kederler içindeyim”…
hesabın var mı? giriş yap