aynı isimde "yeraltı" başlığı da var
109 entry daha
  • en son masumiyeti izlemiştim, sonra zeki demirkubuz izlemekten vaz geçmiştim. çünkü halihazırda gerçekleşmekte olana, birilerinin odaklanıp, gözümün içine sokması beni üzüyordu, hala da üzer, teşhis edilmiş hastalığının tüm tahlillerini soğukkanlılıkla gösteren bir doktorun tavrını görüyordum, hem de "tedavi yöntemi daha keşfedilmedi, ama bununla yaşamaya devam edeceksiniz" der gibi...

    yeraltını izlemeye giderken iki şey biliyordum sadece, engin günaydın'ın başrolde olduğu ve dostoyevski'den etkilenmişliği. ne ankara'dan haberim vardı, ne de memuriyetten. olsa gider miydim bilmiyorum çünkü çok acıttı.

    yönetmen ya da yazarın başarısını sanırım hiç yaşamadığını, hep yaşayanların içselleştirmesini sağlayabilmesi. araştırabildiğim kadarı ile zeki demirkubuz'un ankara ile pek bir ilgisi olmamış, belki masumiyet'i çekerken gözlemleme fırsatı olmuştur. ama ankara'da memur ya da memur çocuğu olmamış ya da ankara'da mesai sonrası yalnız kalmamış, gerçi tüm bunları yaşasa idi sanırım dostoyevski'ye sırtını dayamasına gerek kalmayacağını da farkederdi.

    ankara sanki yeraltı sadece metro'ya inişten ibaret bir şehir-miş gibi davranan bir köy. son dönem behzat ç. ile başka bir yüzü olduğu ortaya çıktı ama en büyük mafyası bile bürokrasi çarkında ihale kapma derdinde olan bu şehirde en karmaşık yerler devlet daireleri. zeki demirkubuz'un gözündeki devlet dairesi ise, artık sökülmeye başlayan lambrileri ve açık ofis sistemi ile tüm gün işsiz insanların birbirlerini kestiği yerler. tüm bu görsellik bir nebze doğru olsa da o sessizlik hiç bir zaman biteviye yaşanmaz, çünkü bir gün önceki maçın kritik edilme ihtiyacı ya da komedi dizisindeki bir repliğe birlikte gülme ihtiyacı hep duyulur. ya da terfi ile ölüm haberleri verilmeden edilemez.

    başrolümüz de diğer arkadaşları vasıtası ile gözlemleyebildiğimize göre, kültürü kendine dert etmiş ya da bu role soyunmuş bir çevreden, kendini bu dert etrafında görmek isteyen, yazmayı denemiş, başarılı kabul edilen ama bir şekilde devletin güvenli kollarında tembelliği keşfetmiş bir memur. hem de dobralığı düstur edindiği için pek de sevilmeyecek cinsinden. yalnızlığı ve okumuşluğu ona bazı arazlar kazandırmış, arazları da yalnızlaştırmış, ama kinciliği kendi kişiliği mi bilmiyorum. film boyunca, bu karakter vesilesi ile, doğruları en net hali ile söyleyemediğiniz için için için kızarken ya da dilinize geleni hemen söylememeniz gerektiğini telkin ederken buluyorsunuz kendinizi. ve bu filmi işyerinizde izleyen 2-3 kişiden biri olduğunuzu bildiğiniz için, diğer 3000 kişiden erkek olanların ertesi gün sadece pazar günü oynanan maçlardan, kadın olanların ise ev işlerinden ve alışverişten bahsedeceklerini tahmin ettiğiniz için, tüm bunların üstüne lambrileri sökülmüş de olsa gideceğiniz yerin bir kamu kuruluşu olduğunu bildiğinizden mutsuz oluyorsunuz.

    temizlik için gelen kadında, türk kadının çaresizliğini, korunmak için gerçeklere sırt dönüşünü. arkadaşlarda, ne kadar okuyup yazarsan yaz, mevzu seks olduğunda, ödül alınan bir kitaba rağmen, o kitabı bahane ederek işin bayağılaştırılabileceğini, içine sindirememiş ise, "solculuk" ve "entellektüellik" kavramlarının sadece kılıf olabileceğini, erkeklerin ortalarına alabilecek ve kendilerini "birlik" görebilecek ve itip kakabilecekleri bir adam bulduklarında fırsatı hiç kaçırmadıklarını ve bu sayede daha çok yakınlaşabildiklerini gördüm ki, bunlar daha önce de bildiklerimdi. sadece zeki demirkubuz benim bildiğimi, benim dillendiremediğim ve oldukça acıtıcı bir şekilde ifade etmiş.

    başrol ise, nefret ettiğim yan masadaki sinirlendiğinde dosyayı masaya vurup küfreden, tedirgin baktığım, aslında anladığım halde, anlamak işime gelmediği için anlam verememiş gibi yaptığım mesai arkadaşım idi....
348 entry daha
hesabın var mı? giriş yap