307 entry daha
  • elde olmayan sebeplerden dolayı filmi izlemem 3 gün gecikti, bunun siniri vardı üzerimde salona girerken ama çıkışta... sanırsın o armor suit mark vii'nin içinden ben çıkmışım, öyle bir yaylana yaylana yürüyüşle arz-ı endam etmeler, arkamdan ac/dc çalıyormuş gibi bir gaz hali... demem o ki bu kadar zaman beklediğimize değmiş, süper bir film olmuş. klişe karşılaştırmalara girmeyeceğim, zaten defalarca da söylendiği gibi klasman farklı, amaç da farklı. the avengers; süper kahramanı bol, amacı "nerdgasm" olan bir aksiyon filmi. sinema tarihini sallayacak bambaşka bir hikaye yok; uzaylı saldırısı ve kahramanların dünyayı kurtarışı işte, bu. buradaki fark, her biri kendi başına bir statüye, belirli kendini beğenmişlik ve dikbaşlılık seviyesine sahip bir sürü "süper" adamın ve kadının; önce "hadi leen! ben sizinle takılmam." ile başlayıp "dostum arkamı kolla, ben dalıyorum!"'a giden yolu. ve joss whedon namıyla tanıdığımız insan evladı bu işi şahane kotarmış –ki biz bunun böyle olacağını zaten biliyorduk. en güzel tarafı elbette ki mizahı; ince ince işlemiş adam. şimdi sinema sanatı hakkında ne teknik ne de vizyon açısından çok bilgili bir insan değilim, ve fakat düşünüyorum da çok zor bir iş lan bu yaptığı! böyle bir toplama filmi çekmek yani. joss abimiz marvel studios’un kendisine epey özgürlük verdiğini ve onu desteklediğini söylüyor, bunun hayli alışılmadık olduğunu belirterek. her ne kadar sequel filmi çekmeden önce ne kadar dinlenmesi gerektiği sorusuna “tibet’te küçük bir mağarada 17 yıl” diye cevap verse de, 2. film için kafasında güzel şeyler olduğundan eminim. güzel derken, hikayeyi daha geliştiren, karakterlerin iç dünyalarını çok daha net bir şekilde görebileceğimiz bir şeyden bahsediyorum. mart ayında verdiği bir demeç var, şöyle cevaplıyor devam filmini nasıl çekerdiniz sorusunu:

    “by not trying to [go bigger], by being smaller. more personal, more painful. by being the next thing that should happen to these characters, and not just a rehash of what seemed to work the first time. by having a theme that is completely fresh and organic to itself”

    dolayısıyla heyecan devam ediyor diyorum. bu ilk filme geri dönersek, whedon leziz diyaloglar ve oyuncuların yüzlerindeki mükemmel tepkilerle en afilisinden imzasını çakmış her yere. “daha fazlaaa, daha fazlaaa!!” diye bağırtabilir insanı, dikkat etmek lazım…

    sinir olduğum bir nokta var ki, salonun tamamı gençlerle dolu olmasına rağmen, bir sürü ince güzel espri gülünmeden geçti gitti. arkadaş, neyi izlediğinizin farkında mıydınız acaba? neyse. ben kendi kendime gülüp eğlendim*

    gelelim detaylı, sahne sahne analizime. sanatsal bir şey beklemeyin ama sahneleri tek tek yazarak filmi bir kez daha yaşayacağım izninizle.

    --- ağır spoiler enter at your own risk ---

    --- spoiler ---

    --- spoiler ---

    öncelikle tony stark… yani ben sinema filmlerinden önce iron man’i pek sevmezdim, hatta “baba parasıyla kahraman mı olunur, peh!” bile demişliğim vardır gıyabında, huzurlarınızda sevgili tony’ciğimden özür diliyorum. efendim bu, robert downey jr insan-üstüsünün katma değeri bittabi –ki performansını iron man başlığında ayrıca değerlendirmek istediğim için burada es geçiyorum-; piçliğin kitabını yazmış, umursamaz, alaycı, lafın altında kalmayan party-boy tiplemesiyle harikalar yarattı beyzade (bir koç burcu insanı daha! bütün şeytan tüylerini bu koçlara yapıştırıyorlar yemin ediyorum), jon favreau ile birlikte. zaten rolü kaptıktan sonra gidip favreau’nun ofisinin yanına yerleşmiş ve karakteri geliştirmede önemli bir rol oynamıştı robert ve yakalanan bu, ne derler, çizgi üstü performans the avengers’ta da devam ediyor haliyle. her neyse, bundan kelli iron man sadece “hey guys, miss me?” diyip gidecek bile olsa bir filmi izleyeceğim için zaten çok da fark etmez. bu yaşımdan sonra fangirl oldum artık… iron man 3, mayıs 2013’te gelecek diyorlar, ben de diyorum ki 3 de yetmez 5 tane, 5 de yetmez 7 tanee ver ver ver… ehem neyse, fragmanlarda gördüğümüz kadarıyla tony diğerlerinden epey ön planda olacak gibi gelmişti bana ama pek de öyle değilmiş aslında, gayet herkes eşit noktadaydı bence. hatta biraz bozulmadım desem yalan olur o güzelim “armor kırmızısı”nı istediğim kadar çok göremediğim için. lakin enerjisiyle, karizmasıyla filmi sırtlayan gene o. yavrum benim be! benim en sevdiğim (ve aynı anda “seni yerim yaa!” dediğim) sahne, captain america’yla loki’nin neyin peşinde olduğu üzerine fikir teatisinde bulunurken, stark tower’ın peşinde olduğunu anladığında verdiği o muhteşem “son of a bitch!” tepkisiydi. “o diyaloğu yazmazsa ölür hastalığı”na tutulmuş bir genç olduğumdan hemen iliştiriveriyorum aşağıya. mük-kem-mel-di. bir tony stark klasiği olarak ağzı beyninin hızına yetişmeye çalışırken hızlı hızlı konuşma ve ardından durup yüzündeki o paha biçilemez ifade ile:

    tony: that's the point. that's loki's point. he'll get all of us right at where we live. why?
    cap: to tear us apart.
    tony: yeah, divide and conquer is... great... but, he knows he has to take us out for him to win, right? that's what he wants! he must beat us, he must be seen doing it... it's kinda obvious.
    cap: right. we caught his act in stuttgart...
    tony: yeah. that was just preview... this is opening night! and, loki, he's a photo-diva... he wants flowers, he wants parades, he wants a monument built to the sky with his name plastered… (durur, gözleri dehşetle açılır bu sırada captain da tony’nin kullandığı kelimeler yüzünden aynı dehşetli ifadeyi takınmıştır) son of a bitch!

    sırf bu sahne için filmi bir kez daha izlerim, o derece! yetmezmiş gibi bütün filmi üzerinde black sabbath tişörtüyle bitirdi adam. hell yeah!

    bir de herkes helicarrier’da toplanmış, “ne yapacağuk ha bu loki’yi?!” mealli atıp tutarken fütursuzca mekana –ve konuşmaya- dalan, bilgisayarları karıştırmaya başlayan tony’nin bir ara durup tek eliyle sol gözünü kapatıp ekranı görmeye çalışması ve sanki ortada hiçbir mevzu yokmuş gibi “how does fury even see these?” diye sorması kahkaha attıran sahnelerdendi. tony’nin iki dakika sabit bir konuda duramayan zekası ve içindeki yaramaz çocuğun ortaya çıkışı her zaman mükemmel sahneler yaratıyor; 40 küsür yaşındaki adam bir anda 10 yaşında görünüyor, nasıl başarıyor bilmiyorum. aynı şeyi captain’a laf sokarken de yapıyor, gülmemek için kendini zor tutan o ifadesiyle captain’ı dondurmaya (popsicle) benzetişinin üstüne yok:

    tony: still you're pretty spry for an... older fellow. what's your thing? pilates?
    steve: what?
    tony: it's like calisthenics...you might have missed a couple things. you know, doin' time as a cap-sicle.

    cap-sicle dedi ya. cap-sicle! ahahahahah!

    sırf tony’nin repliklerini yazmaya kalksak zaten duvar gibi yazı olacak ama durduramıyorum kendimi. misal; thor’a “no hard feelings point break.” dediği bir sahne var ki… bu yakalaması kolay bir espri değil, kabul ama patrick swayze’nin o saçlarını bir hatırlayın, resimlere bir bakın… bir daha thor’u asla eskisi gibi göremeyeceksiniz ahhahhahha! sonra hawkeye’a legolas diye hitap edişi, agent coulson’a phil diyen pepper’ı kıskanıp “his first name is agent!” demesi, coulson ısrarla arayınca telefonu açıp “you've reached the life-model decoy of tony stark. please leave a message.” demesi, loki’ye “reindeer games” diye hitap etmesi, her şey bittikten sonra yerde baygın yatarken hulk’ın kükremesiyle birden ayılması (mükemmel bir sahne daha!) ve yumruğunu hafifçe sallayıp “hey, hoorray!” diye sevinmesi, helicarrier’ın pervanesini çevirdikten sonra arada kalıp savrulunca “uh oh! heeelp!” diye bağırması… uyanıp da herkesi etrafında, endişeyle üzerine eğilmiş görünce “please tell me nobody kissed me!” demesi ise… yani, tony işte!

    en eğlenceli, “ulan joss, ne adamsın” dedirten sahnelerden bir diğeri de, thor tam da loki’nin gırtlağına çökmüş, “listen well, brother…” derken iron man’in araya dalıp thor’u alıp götürmesi, loki’nin hiç bozmadan, yüzündeki mükemmel beklenti ifadesiyle “i am listening…” demesiydi. bir de yetmezmiş gibi, yüzünde “ohoo bu şenlikli olacağa benzer” ifadesiyle kayanın tepesine tüneyip aşağıdaki kavgayı izlemesi… paha biçilemez! tom hiddleston fragmanlarda bana biraz uyuz gelmişti, pek hoşuma gitmemişti nedense ama filmde göründüğü 3. dakikadan itibaren çekimine kapıldığımı inkar edemem, gerçekten şahane olmuş bu rolde. loki’nin hükmetme sevdası ve intikam hırsı ile tehlikeli yollara girişi, bazen kendinin de yaptığından tam emin olmayışı, sanki arada şüpheye düşer gibi olup sonra hırsını hatırlayışı, karşısındaki insanları küçümseyişi ve “zavallı dünyalılar”ın aralarındaki muhabbete, önemsiz sorunlarına, minik çabalarına yabancı duruşu ama yer yer acıyarak, adeta bir ebeveynin etrafını yeni keşfeden çocuğuna bakışını takınması takdire şayan bir performans olmuş. sevdim. bu arada hulk tarafından derdest edildikten sonraki o mavi ekran hali ve inlemesi… tam bir joss whedon sahnesiydi ve harikaydı! hele hele loki’nin stark tower’ın kartal yuvasındayken elindeki asa ile tony’yi de possess etmeye (ne desem bilemedim bunun yerine?) çalışıp arc reactor’a takılması, metalin metale vurma sesi çıkınca ikisinin de sakince durup bakması, loki’nin bir daha dokunması, hiçbir şey olmayınca, sanki tony’ye fikrini sorar gibi “that usually works” demesi, tony’nin de tüm alaycılığıyla “yeah, performance issues…” demesi… bunlar, efendim, beyaz perdede daha sık görmek istediğimiz hareketler.

    buna rağmen captain ile tony’nin “-zırhını çıkarınca nesin sen? -dahi, milyarder, playboy, hayırsever” şeklindeki söz düellosu malesef bana beklediğim hazzı vermedi. böyle bir şey nasıl olur bilemiyorum ama sahne fragmanda çok daha güzeldi yau, filmde araya sıkışıp kaynadı resmen. ve fakat normalde hiç hazzetmediğim bir eleman olan captain’ı bile bu filmde sevdim. asker mantığından çok az da olsa kurtulmaya başlıyor gibi hafiften, bir sürü kendi başına hareket eden tipi görünce, etkilendi tabi yavrucak. iyidir. bu arada captain demişken, helicarrier’a ayak bastığının 3. dakikasında cebinden 10 kağıt çıkarıp captain fury’ye verişi harikaydı. yaaa steve ne demişler, senden büyük allah var. yok lan bu olmadı… neyse, daha çok şaşıracaksın bence my dear man. bu arada, artık olayın baskısından mıdır nedir, captain’dan beklenmedik alaycı espriler de geldi, dedik ya adam değişiyor; örneğin helicarrier’ın 3. motoru patlayıp, tony ve cap tamir etmek için dışarı çıktıklarında, cap’in 40’lardan kalma olduğunu unutan tony motorun bilmem ne panelinde ne gördüğünü söylemesini isteyince, aşırı karmaşık panele bakıp hiçbir şey anlamayan cap’in “it appears to be powered by some form of electricity!” deyişi… ve tony’nin –belki de kişisel tarihinde ilk kez- gülemeyip, mona lisa gülümsemesi şeklinde kalakalması ve “well… you’re not wrong” demesi… ilk başta birbirlerine hayli kıl olan, birbirleriyle tam zıt iki karakterin aralarında sonradan gelişen bu bol testosteronlu diyaloğu da beğendim. bundan sonraki filmlerde nasıl gelişeceğini çok merak ediyorum açıkçası. kendi zamanından yetmiş yıl sonra uyanıp hiç tanımadığı, bilmediği bir ortama düşmenin garipliğini yaşayan, biraz da asosyal bir karakter captain, bu yüzden olacak, evet biraz sönük kalıyor ama zaten parlayacak ne tarafı var ki, o emirlere uyan bir asker sadece. tony’nin dediği gibi onu süper yapan her şey laboratuarda bir şişenin içinde. şimdilik tabi, gelecek ne getirir bilinmez.

    şimdi, internet üzerinde yorum yapan aşağı yukarı herkes gibi ben de mark ruffalo’nun şahane bir hulk olduğu görüşündeyim. o ezik/utangaç bilim adamı tribini, dönüşümünün sebep olduğu şeylere dair üzüntüsünü, kontrol edememenin sıkıntısını ve s.h.i.e.l.d.’ın onu her an kafese kapatması olasılığına karşı duyduğu siniri, teknik konulardan konuşurkenki hevesini harika bir şekilde geçirmiş. pek beğendim. bir de tony stark ve bruce banner arasındaki diyalog çok çok iyiydi. yeni oluşmaya başlayan bir dostluğun ilk anları çok iyi yansıtılmış. malum, tony’nin olgun ve ağırbaşlı davrandığı anlar pek nadir oluyor, ama gördük ki karşısında ağırbaşlı ve kendisi gibi zeki bir adam olunca, ona göre oluyormuş tavırları… gerçiii dr. banner’ı da böbreğine kalem sokarak delirtmeye çalışmadı değil! yine güzel sahnelerden biriydi bu da, bıdı bıdı konuşurken birden kalemi sokması, banner’ın çalışırken “hey dostum ne yapıyorsun?” edasıyla gülerek bakması ve 3.5 atan (heheh) steve rogers’ın “çılgın mısın sen?!” diye araya girmesi. banner ve stark arasındaki ilişki izlemesi en zevkli yerlerdendi. banner teknik terimlerle konuşmaya başlayınca tony’nin “finally someone else who speaks english!” demesi (bu sırada steve rogers’ın kendi kendine ‘was that what just happened?’ diye mırıldanması ahahaha) vs. beğendim, takipçisiyim ailecek. bu arada hulk iken uçup, çatısından içeri düştüğü salonda bruce olarak uyandığında, oradaki temizlikçi ile aralarındaki diyalog… alien referansından sonra “son, you got a condition.” diyerek understatement nedir, nasıl yapılır dersi verdi amca.

    gelelim thor’a. thor biraz kasıntı –adam tanrı la...- bir tip genel olarak. yani hava atmaya çalışıyor gibi değil de, pek fazla çocukların geyik muhabbetine katılmıyor gibi diyelim. seviyeyi epey yukarıda tutuyor tumturaklı konuşması ve ağır abi tavırlarıyla. buna rağmen kendisinden hiç beklenmeyen, ve tüm ciddiyetiyle dile getirdiği bir espri vardı ki, gülerken boğuluyordum az kalsın:

    thor: loki may be beyond reason, but he is of asgard and he is my brother.
    black widow: he killed eighty people in two days.
    thor: ...he's adopted.

    ulan! manyaksınız yemin ediyorum. bunun haricinde chris hemsworth denen, gerçekten yarı-tanrı olduğundan artık iyiden iyiye şüphe duymaya başladığım yaratığın, kafam kadar pazuları ve harika davudi sesiyle –ve peleriniyle- güzel güzel kavga etmesi hoştu. pelerin demişken, herkese ve her şeye bir lafı olan yüce şahsiyet tony stark’ın, bir uyuzluk anında thor’un shakespeare tarzı eski moda konuşması ve peleriniyle ''doth thy mother know thou weareth her drapes?” diyerek dalga geçişi efsane anlar arasına yazılması gereken bir sahneydi. bir de tony, steve ve bruce, nick fury’ye neden tessaract’i kullanarak silah yapmaya çalıştıklarını sorarken, captain fury’nin thor’u göstererek “because of him!” demesi ve thor’un masumane bir ifadeyle “ben mi?” demesi vardı ki… acaba nordic god’ların da bizim anlayabileceğimiz bir mizah gücü var olabilir mi diye sorgulattı bana*

    agent coulson. içimizi yaktı be. captain america’nın yanındaki o fanboy tavırlarıyla bizden biriydi, bizim perdedeki yansımamızdı işte. “sizi uyurken izledim” diyerek romantik yönünü de gösterme imkanı buldu ama valla en az nick fury kadar ihtiyacımız vardı sana phil’cim, üzdün valla… natasha rus adamları pataklarken telefondan kavga seslerini mesut bir ifadeyle dinlemeni sevdik biz senin.

    black widow için ne diyeyim bilemedim, bu kadar kas yığını arasında tek bağyan olarak biraz gölgede kalmış malesef. ben bunu scarlet johansson’a bağlıyorum, yeteri kadar gösterişli olmamış sanki (dudaklar şahaneydi ama bak!). gerçi black widow’un gösterişli olmak gibi bir derdi yok, hatta bir infiltrator olarak tam tersi modda ama bu toplama filmde cins-i latifi temsilen biraz geri kalmış. ya da şöyle diyeyim, biraz donuk olmuş. amma velakin, bu tür filmlerde kadınlara biçilen roller genellikle süper kahramanların daima acı çeken uzatmalı sevgilileri rolü olduğundan kelli (x-men hariç tabi), herkes gibi kavga eden, hatta o koca adamların yanında hiç sızlanmadan atlayıp zıplayan bir kadın figürü görmek hoş. ilerleyen filmlerde kız muhabbeti çevirebileceği bir başka kahraman tiz eklene yanına, iyi olur yani.

    gelelim hawkeye’a. fragmanlarda jeremy renner’ı görünce, hawkeye’ı sadece maket olarak canlandırmaya karar vermişler heralde demiştim, görüntü var ses yok hesaaabı. lakin izledikçe adam gözüme girdi, sevmeye başladım. hawkeye en baba marksman’dir, gözünün bebeğine sokuverir oku da hiçbir şey anlamazsın; o karizmayı azıcık ucundan vermişler. az konuşan, hüzünlü bir portre çizmiş renner, ama çatıya çıkıp gözcülük yapar ve o mükemmel kol kaslarını sergileyerekten okları birbiri ardına sağa sola sıralarken iyiydi. natasha ile aralarındaki romantiğimsi-dostumsu elektriklenme de güzel. devam.

    nick fury. her zamanki nick fury. güverteden koşarak çıkıp elindeki bazukayla jet vuran bir insan. daha fazla söze gerek yok kanımca.

    pepper’ın* tony’yle oynaşmaları… yani bilemiyorum, olmuş da tam olmamış gibi sanki, kararsızım. tony’nin stark tower’ın tasarımı ile ilgili ona sadece %12 credits vermesi, piçlikte zirve yaptığı anlardan biriydi yine. adam sevgilisine karşı bile narsist, yapacak bir şey yok. bu arada pepper’ın hoşuma giden tek anı “i was having 12% of the moment.” diyerek tony’ye giydirdiği sahneydi. hak etmişti. ha bu arada kot şort ve gömlek içinde çok güzel görünüyordu; gwyneth paltrow, sen ne güzel bir ablamızsın ya…

    agent hill’i her gördüğümde “robiiiin…” diye seslenesimin gelmesi sinir bozucuydu… aslında görüntü açısından çok benzemiş, gayet de güzel olmuş ama robin işte ya… artık nasıl bir üstüne yapışmaysa… bu arada cobie smulders’ın spy suit içinde scarlet johansson’dan daha güzel göründüğünü söylemeliyim. scarlet’ın maşallah kollar patlıcan, kalça olmuş 42 beden…cık.

    bir de aklıma takılan bir nokta: tony stark -hala- seksle ilgili bir söze şaşırabiliyor mu? pepper’ın onun kulağına bir şeyler fısıldadığı sahneden bahsediyorum. really, stark? 20 yıllık playboy geçmişin var, ne zaman aile babası kıvamına geçtin be dostum?

    tony stark'ın esprileri bitmiyor arkadaş, her an bir başkası geliyor aklıma. pullu captain america kostümü içinde dolaşıp duran ve kendisini azarlamaya kalkan steve rogers'a verdiği güzel ayarı yazmadan geçemem buradan:

    steve: we have orders, we should follow them.
    tony: following's not really my style.
    steve: and you're all about style, aren't you?
    tony: of the people in this room, which one is a) wearing a spangly outfit and b) not of use?

    captain fury'nin, new york'a atom bombası atma emri veren beyinsiz konsey üyelerine "i recognize the council has made a decision, but given that it's a stupid-ass decision, i've elected to ignore it." diyerek tarihi ayarı vermesi vardı bir de... adam karizma beyler, dağılalım.

    --- ağır spoiler you are leaving the danger zone ---

    oha dün akşamdan beri yazıyorum, az daha uğraşsam kalevala: episode ii olacakmış.

    son sözüm: gidin görün bu filmi kardeşim, pişman olmayacaksınız.

    sonradan ekleme iki paragraf: bu kadar yazdım hala aklıma bir sürü başka güzel şey geliyor, bakalım kaç kere editleyeceğim entry'yi. o değil de, bitiş jeneriğini de çok başarılı yapmış adamlar, onu da beğendim.
300 entry daha
hesabın var mı? giriş yap