3 entry daha
  • zamir

    “hocam, peki durum öyküsünde dramatik yapı aranmaz mı?” diyen öğrencisine baktı. sevgilisine olan benzerliğini fark etti. sarı saçlar, mavi gözler, üstüne bir de ses tonu. kız gerçekten sevgilisine benziyordu. çok fazla düşünme süresi kullandığını fark edip cevap verdi. “durum öyküsünde bi’ bok aranmaz kızım.” sınıfta gülüşme başlayınca öğrencisinin mahcup olmaması için devam etti. “her okuma yazma bilenin yapabileceği bir iştir o. tabii ki durum öyküsünden çok güzel filmler ortaya çıkabilir ancak izleyiciyi tatmin seviyesi yine de düşüktür bu güzel filmlerin.” kızın gözlerinin içine baktı. derin… gözlerdeki diğer soruyu gördü. “evet?” diyerek kızı bu yükten kurtarmak istedi. kız düz saçlarını sol eliyle kulağının arkasına atarken “şimdi biz izlediğimiz ya da okuduğumuz her şeyde belirli bir dramatik yapı arıyoruz.”

    öğretmen onayladı: “evet.”

    öğrenci devam etti: “bu bize doygunluk hissi veriyor. yani arayışımız değil, belirli bir dramatik yapı buluşumuz.”

    öğretmen merakla onayladı: “evet?” sınıftaki sessizlik ve ilgi kızın ses tonuna yoğunlaştı.

    kız bütün dikkat! çekiciliğiyle kerem hoca’sına sorusunu sordu. hiçbir şey olmamış gibi eşyalarını toplamaya başladı.

    kerem hoca sınıfa bakarak “çıkabilirsiniz.” dedi ve dağıldılar. ya da daha öncesinde dağılmışlardı.

    kerem hoca arabasına bindiğinde sevgilisi sağ koltukta oturuyordu. koltuğuna yerleşip elini kadının omzundan sırtına doğru uzattı. kadın, dudaklarını kendisine uzattığında onu öpen yine erkek oldu. kısa bir ara verip “çok bekledin mi sevgilim?” diye sordu. rüya, nefesiyle karışık bir şekilde “bunun için değer.” diyerek öpüşmeye devam etti. rüya, kerem’i tanıyordu. doğru zamanda öpüşmeyi bitirip “hadi kaçalım sevgilim.” dedi bir tatlılık abidesi olarak. kerem aracı çalıştırıp yola çıktı. sivri bir korku vardı içinde ama heyecan ve mutlulukla karışık bu sivri korku hissettiği bütün duyguları daha güzel hale getiriyordu. gülmeye başladı aniden. kahkaha atıyordu. rüya da ona eşlik etmeye başladı. her şeyi unutmuşlardı. adrenalin henüz 28 yaşında olan bu iki insana çok iyi geliyordu. “motosikletten düşüşümüzü hatırlıyor musun?” diye sordu kerem,

    rüya kahkaha bombasının tesiri geçmeden bir sonrakini patlattı. “deli, bilerek düşürmüştün motoru. her tarafımız çamur olmuştu senin yüzünden.”

    “ben aslında üstüne düşmek istemiştim kızım, tabi arkamda otururken bunu yapmak, ve motorun da üstümüze düşmemesini sağlamak zor olacağı için yan yattık çamura battık.”

    “ya güldürme yeter. yanaklarım ağrıdı.”

    “bu kadar üstüne düşüyorum yine yaranamıyorum arkadaş.”

    “kim yaranamıyor? seviyorum seni ben. söz oyunlarını da yerim ayrıca.”

    “yanında ye ayrımcılık yapma.”

    “iyy aptal bu çok kötüydü.”

    “atm’den para çekmemiz lazım sevgilim.”

    “benim bankayı da boşaltalım o zaman.”

    “terbiyesiz.”

    “sensin o. edebiyat öğretmeni olup da türkçe’yi bu kadar harcayan bir sen varsındır dünyada.”

    “dünya dışında da türkçe konuşan kimse çıkmazsa rekor bende.”

    “delimsin.”

    “delinim.”

    “karına not bıraktın mı sevgilim?”

    kerem karısını düşünmeye başlamıştı. hiçbir şeyden memnun olmayan, her gün ayrı bir tartışma konusu bulmakta yaratıcılık sınırlarını zorlayan, kendisini sevmeyen, neyse ki dürüst olup bu sevmeyişi yeterince belli eden karısı. onun umurunda mıydı sanki? “sonra aramayacak mıyız?” diye cevap verdi soru cümlesiyle. rüya önüne döndü. kerem, rüya’ya küçük bir bakış atıp yola bakmaya, bakarken de rüya’nın kocasını düşünmeye başladı. öküz! aslında adamın bir suçu yoktu. rüya’ya çok kötü davranmıyordu. çünkü kerem asla başka bir seçenek olmadığı için birlikte olunan bir adam olamazdı. rüya onunlaydı. kocası dünyanın en yakışıklı, en karizmatik, en rüya’ya iyi davranan, rüya’ya en iyi davranan adamı olsaydı ne değişirdi? rüya her şekilde kerem’den kerem’ini bulamayıp geri dönecekti.

    kerem, rüya’nın ve kendisinin ailesini düşünmeye başladı. başladığı işi hemen bitirdi. gerek yoktu bunu düşünmeye. etraflarında kocaman, kalabalık bir dünya vardı. her şeyin bir kaos düzeni içinde hareket ettiğine karar verdi önce. sonra bu kararı iptal etti. etrafındaki hiçbir şeyin önemi yoktu. bu yüzden etrafında hiçbir şey yoktu. sadece ikisi… “iki kişiye bir dünya” dedi yüksek sesle. ümit yaşar oğuzcan’ın bir şiir kitabının ismi. rüya’ya baktı. rüya’nın gülümsediğinden emin olunca tekrar yola bakmaya devam etti. rüya “üç milyar insanın yarısını sen yok et, yarısını ben… iki kişi kalsak yetişir yer yüzünde.” diye tamamladı kendisini. kerem mutlu oldu. ileride bir benzin istasyonu gördü. rüya tekrar konuştu. “bu benzincide bankamatik var sevgilim. istersen sen depoyu oldur, ben de paraları çekeyim?”

    “parayı alıp kaçmana izin vermem seni pis serseri!”

    “serseri denmez sevgiliye.”

    “ser eski dilde baş demek sevgilim. serseri de seri başı, yani lider demek.”

    “daha aynı eve bile çıkmadan iş getirdin sevgilim.”

    “sana daha önce benim olduğunu söylemiş miydim?”

    “bilmem.”

    “benimsin.”

    kerem depoyu doldurduktan sonra bankamatiğe gitti. parayı çekerken yanında sevgilisi vardı. şimdilik kendilerine yeterdi. oraya gidince bir iş bulurlardı zaten. kerem, öğretim görevlisi olmak da istemiyordu artık. mutlaka başka bir şey yapabilirdi. tekrar araca döndüler. tekrar öpüştüler. kerem susadı. rüya, aracın kapısından su şişesini alıp su içmeye başladı. kerem, rüyayı bu şekilde izlemeyi seviyordu. kendisi de suyunu alıp üç büyük yudum aldı. tekrar rüya’ya baktı. düz, sarı saçları akşamüzeri güneşiyle birleşince altın gibi parlıyordu. beyaz, üzerinde “love me” emir kipi taşıyan tişörtü vardı. altında da koyu mavi kot pantolonu. kerem, rüya’yı bu kıyafetlerle tanımıştı. o’nu böyle sevmiş ve o’nu böyle sevecekti. gülümseyişi… bunu görmek, insanın cennette olduğunun işareti, hayır hayır, kanıtıydı! sonunda birlikteydiler. ani bir karar almışlar ve artık insanlarla yaşayamayacaklarına, sadece birlikte olabileceklerine karar vermişlerdi. karar al, karar ver, karar al, karar ver… artık nefes alıp vermek kadar sık yaptıkları bu eylemden bıkmışlardı. karar vermek yorucuydu. neden bu kadar beklemişlerdi sanki? aileler… toplum baskısı… önemli değil. artık önemli değil. mutlu olmaları gerekiyordu artık. kerem duymak istedi. “seni…” “seviyorum” cümleyi rüya tamamlamıştı. bunu söylerken kerem’in boynuna sarıldı. “bebeğim dur. seninle yaşamak istiyorum. sonra ölürüz.” dedi kerem.

    “daha yolumuz var.” diye tamamladı tekrar rüya.

    “alayına yol ulan!” şeklinde bağırdı kerem.

    “ihihi aptal. nasıl kaçırıyorum seni ama.”

    “arabayı ben kullanıyorum kızım kim kimi kaçırıyor?”

    “düşünce gücü diye buna diyorlar aşkım.”

    “beynin beni tahrik ediyor kadın. tahrik gücü yüksek bombam benim.”

    “seninim.” derken tekrar boynuna sarıldı kerem’in. henüz şehirden bile çıkmamışlardı. kerem’in gözlerini bir ışık aldı. öndeki gri araba kendisine parladı. direksiyonu sağa kırdı.

    frene bastı. araba sürüklenmeye başladı. yol kenarındaki bariyerlere aracın sadece arkası çarptı, sürüklenmeye devam etti. kendi beyaz aracının önü, gri aracın sağ arka tarafına vurdu. iki araç da kendi ekseni etrafında yüz seksen derece döndü hızla. kerem’in vücudundaki ateş hızla yükseliyordu. midesine kramp girdi. dirseğini cama vurdu. aracın hakimiyetinden önce bedeninin hakimiyetini kaybetti. bedeni acı içindeydi. acı, içindeydi. terli elleriyle direksiyonu sıkıyordu. boynu ağrıyordu. ani hareket etmişti. iki araç da yolun kenarında durdu. kerem, korkmuyordu. yanına baktı. rüya yoktu! kan, beynine hücum etti. kan, beyninde gerçekleştirdiği saldırıyı kazandı. kıvranıyordu. bağırmak istedi. ağlamak. yapamıyordu. nefesi iğrençleşti. başı dönmeye başladı. kendi vücudu kendisini rahatsız ediyordu. ölmek istedi. ölmüş olmak istedi. çok geçti bunun için. belki de henüz erken. başarısız bir kazadan sağ çıkmıştı. rüya! neden yok! olmaması için neden yok!

    kerem hafızasının kuyusuna indi. sınıftaki derse kadar. derin’in sorgulayışını özümsedi. şöyle sormuştu derin:

    “ya hayatlarımız? her gün bir sürü farklı şey yaşıyoruz. insanlarla tanışıp unutuyoruz. gerekli ayrıntı olur mu? bence olur. hayatımızda evren dolusu ayrıntı var. hangisinin nereye bağlanacağını biliyor muyuz? hayatımızda dramatik yapı olmak zorunda ya da en azından beynimizin bu doyuma ulaştığını hissetmek zorundayız. eğer bugün biriyle tanışırsak yarın onunla tanışmamızın sebebini bulmamız gerekiyor. yaptığımız her davranış aslında bomboş gibi dursa da bir mantık bulmak zorundayız. bahane bulma savunma mekanizması bu noktada devreye giriyor olabilir. beynimiz davranışlarımıza aslında olmayan nedenler buluyor. küçük fazlalıklar için bu işe yarar ancak yaşadığımız sürece hayatımızın genelinde olan dramatik çatı tekrar şekillenecek. eğer üniversiteye girip kazanırsak “film bitti.” diyemiyoruz çünkü “sonsuza kadar mutlu yaşadılar” geyiği bir yalandan ibaret. bölümümüzü bitirmek zorundayız. mezuniyetimiz bir final değil. iş bulmaya tamamlamamız gerekiyor. sonra evlilik. evlendiğiniz gün ölürseniz hayatınız muhteşem bir dramatik yapıya ulaşmış oluyor. ama ölmüyorsunuz. eşinizle ne kadar mutlu olursanız olun hayatınızın farklı bir amacı oluyor artık. en kötüsü de ne biliyor musunuz? doğru şekilde bitmeyen ilişkilerimiz. reddedilişlerimiz. terk edilişlerimiz. hiçbir zaman tamamlanmayacağını bildiğimiz şeyler. bir şekilde mantık uyduramazsak deliririz. hayatımızın en derinine soktuğumuz kişiyi, ondan ayrıldığımızda önemsiz hale getirmeliyiz. eğer bunu yapamıyorsak mutluluk yalandır. insanlığın kaderinin mutsuz olmak gibi görünmesinin nedeni budur! hangi birimizin hayatı şu anda bitse bu film gerçekten iyi olur söyler misiniz?”

    kerem zorlukla yukarı tırmandı. hafızasının büyük kuyusundan çıktı. yanındaki boşluğa baktı. özledi. tekrar. midesinde kramplar birikmişti. kusmak istiyordu. rahatlamak istiyordu. araç arkasında kalmıştı. çarptığı gri araç. dikiz aynasından aracın kapısının açıldığını gördü. ölen olmadığını fark edince rahatladı. başını sağa eğip emniyet kemerinin kilidini açtı. aracın kapısını açtı sol eliyle. acı, hala içindeydi. sol ayağını yere basıp kendini sol ayağının üzerine bıraktı. arkasına döndüğünde rüya karşısındaydı. üzerinde narçiçeği renginde bir bluz vardı. rüya, kerem’i tanıyınca şaşırmıştı. üç senedir görmediği eski sevgilisini. o’nu hiç unutamamıştı. kimse o’na o’nun gibi davranmamış, kimse o’nun gibi sevmemişti. özlemişti. ikisi de ağlamaya başladı. birbirlerine sarıldılar. hıçkırdılar. ağızlarından defalarca “seni”, “seviyorum” kelimeleri dökülürken kerem’in acısı vücudunu terk etti. kerem, hıçkırıkların arasından “birlikte ölmeliyiz.” çıkardı. rüya bundan bir “birlikte yaşamalıyız.” yapıp kesinlikle sevgisinin sahibi olduğu için sevgilisi olan adama geri verdi. kerem “bitti.” dedi “bitti.
33 entry daha
hesabın var mı? giriş yap