8 entry daha
  • "türkiye ortadoğu'nun kolombiyası"
    'çağdaş marx'la ortadoğu ve türkiye üzerine...

    kürşad oğuz / ht pazar

    arap baharı’nın artçı sarsıntıları sürüyor. mısır’da tartışmalı cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turu 16-17 haziran’da gerçekleşecek. suriye dünya gündeminin tepesinde duruyor…

    bunları ve avrupa’nın içinde bulunduğu krizi konuşmak için iyi bir isimdi samir amin. zira “le monde arabe dans la longue durée, le printemps arabe?” (uzun dönemde arap dünyası, arap baharı mı?) adlı kitabı yeni yayımlanmıştı ve 25 yıl önceki “avrupamerkezcilik” kitabından bu yana bu kıtanın sıkı bir politik takipçisiydi. üstelik kahire’de doğmuş, fransa’da okumuştu; senegal’in başkenti dakar’da yaşıyordu ve üçüncü dünya forumu’nun direktörüydü.

    dahası sıkı bir marksist’ti. hatta bana amin’in telefonunu veren dostum onu “çağdaş marx” olarak adlandırıyordu. neticede “çağdaş marx” ile bu konuları da konuştuk ama söz dönüp dolaşıp türkiye’ye, akp’ye ve başbakan erdoğan’a geldi. heyecanlı sohbetin gerilimli anları ise ortalığı kızıştırmak için takındığım müdafi pozisyonundan doğdu…

    “patlama zaten bekleniyordu”
    arap baharı nasıl başladı? sebep ekonomik miydi, sosyal mi, ideolojik mi?..
    mısır başta olmak üzere tunus, suriye ve diğer ülkelerde arap halklarının patlaması bekleniyordu ve hiç sürpriz değildi. nedeni çok. birincisi, büyüyen fakirlik, sosyal koşulların bozulması ve artan işsizlik. ikincisi, demokrasi eksikliği ve rejimin giderek daha çok polis rejimine dönüşmesi. üçüncüsü, abd ve israil’e boyun eğme ve bağımsız milli politikaların terk edilmesi. bu üçü birleşti ve durum arap halkları için artık çekilmez hale geldi.

    bu noktaya nasıl gelindi?
    bandoung sürecinden (1955’te endonezya’nın bandoung kentinde 29 afrika ve asya ülkesinin katıldığı konferans) yaklaşık 1970’e kadar cemal abdülnasır’ın mısır’ı, dönemin suriye ve irak’ı, huari bumedyen’in cezayir’i ve sosyalist güney yemen gibi bazı arap rejimleri antiemperyalistti ve ilerici sosyal hareketin öncüleriydi. sosyalist demiyorum, ilerici sosyal politikalardan bahsediyorum. bunlar elbette demokratik değildi çünkü tek parti rejimleriydi. ama halklarının gözünde meşru rejimlerdi. çünkü üretim ekonomisini göreceli olarak dışarıdan bağımsız ve etkili biçimde gerçekleştiriyorlar, bu da olumlu sosyal sonuçlar doğuruyordu. o dönemde neredeyse herkes iş sahibiydi, şaşırtıcı bir eğitim veriliyordu, sağlık, ulaştırma ve konut sistemi çok düzelmişti. ayrıca eğitim sayesinde özellikle alt sınıflardan orta sınıfa doğru sosyal hareketlilik sağlanmıştı.

    bu durum ne kadar sürdü?
    mısır’da 1954’ten 1970’e, nasır’ın ölümüme kadar. cezayir’de 1962’den bumedyen’in ölümüne kadar. baas’ın suriye ve irak’ında da aynı dönemlerde gerçerliydi.

    bu aynı zamanda arap milliyetçiliğinin yükseldiği dönem değil miydi?
    kesinlikle. bu rejimlere meşruiyetini antiemperyalist oluşları da veriyordu. onlara “nasyonal popüler” rejimler diyorum ben zaten. tabii bu rejimlerin bir süre sınırı vardı bu da demokratik olmayan rejimlerin sınırıydı. diğer yandan emperyalist güçlerin güçlü ve şiddet dolu düşmanlığını kazanmışlardı. şiddet dolu derken mesela israil’in başlattığı bitmeyen savaşları kastediyorum. 1956’da, 1967’de, 1973’te… sonuç olarak bu rejimlerin soluğu tükendi. buna dünya çapında yaşanan değişim de eklendi. 1964-80 arasında liberal kapitalizmin saldırısı vardı. bu rejimler de yerlerinde kalabilmek için neo-liberalizme eklemlendiler. neo-liberalizmin şartlarına boyun eğmek için antiemperyalist, nasyonal popüler ve bağımsız stratejilerinden vazgeçtiler. mısır’da nasır’ın ölümünden sonra enver sedat tarafından kaba ve hoyratça yapılan bu boyun eğme hüsnü mübarek tarafından sürdürüldü. cezayir’de de aynı şekilde bumedyen’in ölümünden sonra (1978) şadli bin cedid hükümeti tarafından gerçekleşti. suriye’de liberalizm hafız esad’la başladı. bu rejimler yerlerini korumak için kapitalizme teslim oldular. bütün bunlar, çok kısa sürede sosyal bir felâkete yol açtı. önceki dönemin bütün kazanımları kaybedildi. işsizlik, fakirlik, eğitim ve sağlık sistemlerinin çöküşü dönemine geri döndük. buna emperyalist politikalara boyun eğme eşlik etti. mısır’da bu enver sedat ve hüsnü mübarek’le açık bir şekilde yapıldı. mesela israil’le barış ilan edildi. diğer arap ülkelerinde ise yarı gizli gerçekleşti bu boyun eğme. bu doğal olarak ileride bir patlamaya yol açacaktı tabii…

    “arap bahari yok”
    arap baharı bu noktadan sonra nereye evrilir? anti-emperyalist bir dalga yaratır mı peki?
    ben bugüne kadar bir arap baharı olduğundan bahsetmedim. bu yüzden kitabımın adının sonuna soru işareti koydum. bir patlama ya da hareket var. bunun farklı bileşenleri var. işsizlik, fakirlik gibi sosyal meselelere isyan edenler; işçi sendikaları gibi kendi konumlarının iyileşmesi için mücadele edenler; liberalizmin ürünü olan artan kamulaştırma politikalarına direnen çiftçiler; polis rejimine direnen ve demokrasi isteyen orta sınıflar… ayrıca gerçekten bağımsız ve anti-emperyalist bir rejim isteyen genel bir milli duygu da var. ama bu bileşenler ülkeden ülkeye değişiyor. bunlar halihazırda net bir programla, alternatif sunarak, ortak bir stratejik amaçla cephe oluşturabilmiş değiller.

    bu mümkün mü?
    bugüne kadar, reaksiyoner yerel oyuncuların oyunu olarak görülüyor bu hareket. bunlar ne genel ekonomi ne abd’ye boyun eğme politikalarını değiştirmek istiyorlar. sadece daha az polisiye bir rejim talep edebilirler -demokratik değil. bu gerici güçleri farklı arap ülkeleri çerçevesinde analiz ettim. mısır örneğinde, temel gerici güçlerin iki ayağı var. bir tarafta ordunun komuta kademesi, diğer tarafta müslüman kardeşler. bunlar birbirine düşman değil, müttefik. aralarında güç rekabeti var ama müttefikler. ve başta abd olmak üzere emperyalizm tarafından destekleniyorlar. amaçları, atasözünde olduğu gibi: hiçbir şeyin değişmemesi için her şeyi değiştirmek.

    abd veya batı’nın müslüman kardeşler gibi islamcı grupları ortadoğu’da kullandığını mı söylüyorsunuz?
    kesinlikle. onlar temel müttefikleri. batı’nın islamcılar’a karşı bütün o retorikleri, gevezelikleri yalan. ayrıca bunlar sadece mısır’da temel müttefikleri değil. türkiye’de de böyle.

    akp’den mi bahsediyorsunuz.
    evet. bunu ayrıca konuşuruz isterseniz. ama bu ittifak bugüne kadar hareketi yönlendirmeyi başardı. bu yönlendirmeyle gerici hareketler mısır’da komedi bir seçim organize ettiler. parlamento seçimlerinden müslüman kardeşler ve selefiler zaferle ayrıldı çünkü körfez ülkelerinin milyon dolarlarını kullandılar. ayrıca askeri rejim onlara sınırsız bir özgürlük verirken diğerlerine hiç tolerans göstermedi.

    kime?
    bu hareket içindeki ilerici güçlere. işçilere, sosyalistlere, demokratik oluşumlara, çiftçi hareketine; eğer buna bir devrim dersek bu devrimi gerçekten yapan insanlara… şimdi komedi seçimlerin ikincisindeyiz: cumhurbaşkanlığı seçimleri. ilk etapta üç aday vardı. müslüman kardeşler’in adayı muhammed mursi, oyların yüzde 24’ünü aldı. eski general, mübarek’in son başbakanı, eski rejimin adamı ahmed şefik, yüzde 23 aldı. ve hareketin gerçek anlamda tek temsilcisi hamdin sabbahi yüzde 21 aldı. ben bu rakamları kabul etmiyorum. her şeyi sabbahi ikinci turda olmasın diye düzenlediler. çünkü ikinci tura kalsaydı büyük ihtimalle zafere ulaşacaktı. gerçi şimdi de çok karmaşık bir ortam var. askeri rejim mursi’yi suçluyor ki haksız da değiller. mursi çocuklarının amerikan vatandaşlığına geçmesini kabul etti. bu da aslında başkanlık seçimlerine katılmasını engelliyor.

    yani arap baharı başladığından bu yana mısır için bir şey değişmedi.
    öyle demiyorum. gerici güçlerin amacı hiçbir şeyi değiştirmemekti. amaçlarına ulaşamayacaklarını ve mücadelenin süreceğini düşünüyorum.

    batı’nın pozisyonu da “hiçbir şeyin değişmemesi için her şeyin değişmesi” mi?
    tunus ve mısır için bütün propagandaları devlet başkanları üzerine yoğunlaşıyordu. tunus’ta her şey iyiydi ama bin ali kötüydü; mısır’da her şey iyiydi ama hüsnü mübarek katildi. ama mesele sistem, devlet başkanları değil.

    “islam demokraside çözünür mü?”
    müslüman kardeşler’in batı tarafından kullanıldığını söylediniz. ortadoğu ve kuzey afrika halkları zaten yeterince müslüman hatta “islamcı” değil mi?
    halklar şunu veya bunu istiyor diyemezsiniz; bu karmaşık bir mesele. halklar şu anda bir karışıklık ve yanılgı içinde. müslüman kardeşler’in gücü topluma yerleşmiş (nüfuz etmiş) durumda. akp’nin türkiye’ye yerleştiği gibi. bu, gerçekliği olmayan bir gecekondu partisi değil elbette. ama onların bu toplumlara yerleşmesinin nedeni giderek artan fakirlik. emperyalistler tarafından kullanılan liberal gelişme modelinin ve kapitalist sistemin ürünü olan fakirleşme, halk kitlelerini yaşamaları için günlük bağımlılıklara itiyor. burada islamcı partiler onların yardımına geliyor. özellikle arap ülkeleri ve mısır’da körfez sermayesi sayesinde müslüman kardeşler topluma nüfuz ediyor. artan yoksullukla müslüman kardeşler’in topluma yerleşme hızı arasında doğrudan bağlantı var.

    neden sol bu işlevi göremedi arap toplumlarında?
    belki bir gün olur. kastımız demokratik halk hareketiyse bu anlamda sol güçlü aslında. bağımsız sendikalar grevler düzenliyor, çiftçinin, işçinin direnişi sürüyor. ama ilerleyebilmek için bu organizasyonları tolere edecek az da olsa demokratik bir atmosfere ihtiyaçları var. rejimse özgürlükleri neredeyse sıfıra indirdi. dolayısıyla bu çok zaman alacak.

    sol ve siyasal islam yan yana gelir mi?
    elbette mısır’da sadece müslüman kardeşler yok. sosyalistlere ve halk güçlerine karşı olmayan, aynı zamanda anti-emperyalist olan küçük islamcı gruplar da var…

    eski bir tartışmadır ama islam ve demokrasi bir arada olamaz mı?
    ben bu soruyu şöyle soruyorum: islam demokraside çözünür mü? islam’dan bu şekilde bahsetmemeliyiz aslında. çünkü islam bir din ve çok farklı yorumları olabilir. biz siyasal islam’dan bahsediyoruz. bugün varolduğu haliyle siyasal islam’dan. yani mısır’daki müslüman kardeşler’den veya türkiye’deki akp’den. bunlar sadece müslüman veya islami partiler değil bana göre. sosyal ve ekonomik meselelerde geri bir pozisyonları da var. işçi hareketine, grevlere, küçük çiftçinin direnişine karşılar... tunus’taki nahda da böyle. bu gerici partilerin ilerici bir toplum amacı olamaz.

    “hatay’dan silahlandiriyorlar”
    akp, ortadoğu ve kuzey afrika’daki partiler için bir model mi?..
    bu batı medyasında çok söylenen bir şey ama akp o partilerden biri sadece. özel bir etkisi yok. türkiye’de büyük etkisi var tabii, o ayrı. ama dışarıda yok. müslüman kardeşler’in akp’ye ihtiyacı yok. akp’den önce de varlardı, sonra da olacaklar. bu yüzden akp modelinin ihraç edilmesinden bahsedemeyiz. akp’yi türkiye’ye, müslüman kardeşler’i mısır’a getirenin benzer sebepler olduğunu söyleyebiliriz sadece.

    arap toplumlarıyla türk toplumunun aynı olduğunu mu düşünüyorsunuz?
    ben türk toplumuyla ilgili konuşamam. sosyal, politik ve ideolojik olarak hakkında çok az şey biliyorum. isterseniz önce suriye’den konuşalım ardından türkiye’den bahsederiz.

    peki ama yine türkiye konusu açılacak çünkü suriye’yle ilgili bir yazınızda türkiye’yi “ortadoğu’nun kolombiya’sı” olarak tanımlıyorsunuz…
    tamam ama önce suriye’den konuşalım çünkü bu, türkiye’nin bölgedeki rolünü anlamamızı sağlayacak.

    siz bu süreçte libya ve suriye’yi ayrı bir yere koyuyorsunuz…
    amerikalılar tunus ve mısır’daki patlamayı görünce çok şaşırdılar. bunu beklemiyorlardı. mübarek’inki gibi otoriter rejimlerin polis gücü ve baskı sayesinde kalıcı olacaklarını düşünüyorlardı. bu sürprizi yaşadıktan sonra bundan ders çıkardılar ve yeni bir strateji benimsediler: hareketi önceden sezmek ve hareket olmadan işe koyulmak. hareket başlamadan onu yapay olarak oluşturuyorlardı. bu stratejiyi libya’da uyguladılar. inisiyatifi kendileri aldılar. bingazi gibi yerlerde küçük grupları silahlandırdılar. libya’da başarıya ulaşınca suriye’de aynı stratejiyi denediler. şunu da bilelim; suriye rejimi tıpkı mısır’daki nasır rejimi gibi baba hafız esad ve ardından oğlu beşar’la neoliberal politika uyguluyordu. bu politikanın sonucunda yine işsizlik, fakirlik artmıştı. yani aslında suriye’de de rejime karşı demokratik ve sosyal bir halk hareketi vardı. emperyalistler bu hareketin kendiliğinden gelişmesini beklemediler. başlangıçta özellikle hama gibi yerlerde müslüman kardeşler’den küçük grupları destekleyerek inisiyatif aldılar. lübnan’dan ve hatay’dan bu grupları silahlandırmaya başladılar. işte suriye’de gösteri yapanlar bu gruplar. gerçek demokratik halk hareketi bu gruplarla birlikte olamaz. tabii beşar esad rejimiyle de. yani büyük bir karmaşa içindeyiz.

    hatay’daki kamplarda yaşayanların sığınmacı olmadıklarını mı düşünüyorsunuz?
    sizin hatay’a giden bir vatandaşınız var, bahar kimyongür (belçika’da yargılanıp serbest bırakılan dhkp-c üyesi). syrianna adlı bir kitap yazdı. bu kitapta bir türkiye’yle birlikte yürütülen amerikan planından bahsediyor. hatay’daki kamplarda elbette sığınmacılar olabilir ama asıl olarak askeri amaçlarla, müdahale için toplanan kişiler ve onları eğiten türk subaylar varmış.

    bu kamplarda 25 binden fazla sığınmacı var. bunları mı eğitiyormuş türk subayları?
    ben kaç kişi olduğunu ve kaçının gerçek sığınmacı olduğunu bilmiyorum.

    “türkiye ortadoğu’nun kolombiya’si”
    türkiye esad’ın devrilmesiyle ne kazanır? yani bütün bu söylediklerinizi neden yapıyor türkiye sizce?
    unutmayın ki türkiye -türk halkından değil türkiye hükümetinden bahsediyorum- nato üyesi. yani emperyalist amerika’nın müttefiki, düşmanı değil. suriye’de de amerika’nın çıkarlarını korumak için müdahalede bulunuyor. işte bu yüzden türkiye’yi “ortadoğu’nun kolombiya’sı” olarak adlandırdım. latin amerika’da kolombiya, chavez’in venezuela’sına müdahalede bulunan, gerici ve pro-amerikan hükümetin bulunduğu bir ülke. türkiye ortadoğu’da aynı rolü oynuyor.

    batı’nın suriye’yle derdi ne sizce? ne bekliyorlar? enerji mi?
    batı suriye’yi ortadan kaldırmak istiyor. dini temeller üzerinde bölmek istiyor: sünni, şii, alevi diye… böylece hıristiyanlar katliama maruz kalacak. eğitimi, sağlığı, ülkeyi yıkmak istiyorlar. önce libya’yı yok ettiler şimdi suriye’yi yıkmak istiyorlar.

    ben de şunu soruyorum. bir komplodan bahsediyorsunuz ya, suriye’yi yıkarak kazanacakları şey ne? üstelik kendi dindaşları da katliama uğrayacakmış böylece…
    suriye potansiyel olarak israil’in düşmanı. suriye’nin ortadan kalkması israil’e filistinliler’in kökünü kazıma planına kolayca devam etme fırsatı verecek.

    burada garip bir durum yok mu? akp hükümeti ve özellikle başbakan erdoğan her fırsatta filistin’i savunuyor. ayrıca israil’le türkiye ilişkileri de son dönemde eskiden hiç olmadığı kadar kötüleşti. mavi marmara’dan sonra...
    hayır. bu tartışmalar çok küçük şeyler ve görüntüde olanlar. esasta türkiye, nato üyesi olarak amerika’nın, dolayısıyla da israil’in en temel müttefiki. tabii bazı zıtlıklar oluyor. mesela mavi marmara’da yaşananlar. ama bunlar ikincil zıtlıklar.

    yani diyorsunuz ki, sizin tabirinizle “gerici-islamcı” bir parti batı’nın yanında ama ortadoğu’nun düşmanı. birkaç yıl önce “türkiye’nin ekseni kaydı” denmişti batılılar tarafından. yani türkiye batı’ya sırtını dönüp yüzünü arap dünyasına çevirmekle suçlanmıştı. bu da ikincil bir zıtlık mı?
    türkiye batı’yla birlikte olmayı sürdürüyor ama bunu ikiyüzlülükle yapıyor. mesele bu.

    çin ve rusya esad’ı neden destekliyor? insani nedenlerle mi?
    çin ve rusya’nın, suriye’ye askeri müdahalede bulunulmasına karşı çıkmaları onların hakkı. batılılar’ın libya’da yaptıklarına bakın. libya şimdi onlarca savaş derebeyi tarafından yönetiliyor ve bunların hepsi siyasal islamcı.

    rusya suriye’ye silah göndermiyor mu?
    neden suriye’nin silahlanma hakkı olmasın? türkiye de amerika’dan silah almıyor mu?

    suriye’de her gün yüzlerce kişinin öldüğü bir ortamdan bahsediyoruz.
    bu doğru. peki bu da emperyalist saldırının sonucu değil mi?

    esad, muhalifleri terörist olarak adlandırıyor. öyle mi sizce?
    ben esad rejimini savunmuyorum. esad rejiminin de diğer arap rejimlerinden farksız olduğunu söylüyorum. çünkü hepsi neoliberal sistemle halkı fakirleştirdiler ve sonra halk üzerinde polisiye yöntemler uyguladılar. esad’ı savunmuyorum. ama onun gerçek düşmanı yerli demokratik halk güçleri; müslüman kardeşler ise sahte düşman çünkü emperyalistlerin dışarıdan müdahale aracı onlar.

    “nato’dan çikmadan olmaz”
    sırada iran mı var?
    bu mümkün çünkü suriye’nin yıkılmasının istenmesinde temel amaçlardan biri de iran’ı izole etmek ve ona uluslararası müdahalede bulunmak için en elverişli ortamı yaratmaktı.

    yazılarınızda israil’in nükleer gücü varken iran’ın buna sahip olmasının engellenmesini eleştiriyorsunuz.
    evet. bu kabul edilemez. israil’in yüz tane atom bombası varken neden iran’a “atom silahı üretmeni kabul edemeyiz” diyoruz? öyleyse o coğrafyayı nükleer silahlardan arındıralım.

    başbakan erdoğan da her uluslararası platformda sizin söylediklerinizi söylüyor. o da nükleer konusunda batı’nın ikiyüzlülüğünden bahsediyor. bu da görüntü mü sizce?
    politika karmaşık bir şey. sonuç alamayacağını biliyor ama söylüyordur. sadece bu. eğer türkiye gerçekten bağımsız olmak ve bağımsızlar sırasında oturmak istiyorsa nato’dan çıkmalı.

    “türkiye’yi emperyalistlere bağımlı kılan” bir parti nasıl oluyor da her seçimde oylarını artırıyor sizce? halk yanılıyor mu?
    bunu benden daha iyi bilirsiniz. bence türkiye’de de mısır ve diğer ülkelerle aynı durum sözkonusu. neoliberal politikalar fakirleşmeye yol açtı. özellikle de anadolu’da çiftçiler, köylüler fakirleşti. böylece akp topluma yayıldı, yerleşti.

    bütün yazılarınızda washington’un dünyadaki egemenliğinden bahsediyorsunuz. abd’nin hâlâ tek başına dünyayı yönettiğine inanıyor musunuz?
    bugüne kadar dünyanın hâkimi kalmayı denediler.

    çin, hindistan, rusya göreceli bir denge kurmadı mı?
    bu ülkeler ve brezilya da abd’nin hâkimiyetinin sorgulanmasını sağladılar. bölgelere göre durum değişiyor ama ortadoğu’da hâlâ tek güç abd.

    “kürt diktatörlüğü var”
    irak’a geçelim. yazılarınızdan birinde “saddam’ın devrilişinden sonra bir diktatörün gittiğini, üç diktatörün geldiğini” söylüyorsunuz. “bu diktatörlüklerden biri de kürt diktatörlüğü” imiş…
    irak’ta bir hükümet var ama gerçekte üç siyasi rejim var. biri güneydeki şii hakimiyeti, biri sünni rejimi, biri de kürt rejimi. bu üç rejim de cani, katil ve demokratik olmayan rejimler.

    neden?
    irak’ın bir ülke olarak varlığını ortadan kaldıran bu üç rejimdir. onların yüzünden siyasi birlik, sosyal ve ekonomik temel yok oldu. irak’ın teknik ve bilimsel kadrolarını katlettiler. mühendisleri, profesörleri, bilim adamlarını, doktorları, binlerce kişiyi öldürdüler.

    bu noktada pkk’yı nereye oturtuyorsunuz?
    bu konuda yeteri kadar bilgi sahibi değilim. pkk eskiden kürt halkını temsil ediyordu, belki hâlâ öyledir. zira kürtler atatürk’ten bu yana yok sayılmışlardı. çok şey söyleyemem çünkü içlerini bilmiyorum.

    “avrupa'ya aşiri sağ yerleşecek”
    25 yıl önce yayımlanan “avrupamerkezcilik” kitabınızda avrupa’yı emperyalist olmakla suçluyordunuz. şu anda ekonomik kriz var, hükümetler devriliyor. avrupa gücünü kaybediyor mu?
    avrupa’daki kriz çok tehlikeli çünkü sadece euro bölgesini tehdit etmiyor, avrupa birliği’nin kendisini de bizzat tehdit ediyor. bugüne kadar siyasi ve sosyal güçler arasından avrupa halklarına yeni bir alternatif öneren de çıkmadı.

    ortadoğu ülkelerine çöküşten sonra islamcılar’ın nüfuz ettiğini söylediniz. peki avrupa’ya kim nüfuz edecek?
    aşırı sağ.

    kaynak: http://www.haberturk.com/…e-ortadogunun-kolombiyasi
19 entry daha
hesabın var mı? giriş yap