37 entry daha
  • // -xx. mehmet rauf ve "eylül" üstüne-

    elli yıl evvel, "turnalar geçti, başlıyor eylül" diye bir şiir yazmıştım. ahmet haşim'in kuğuları gibi, ben de, turnaları nerde görmüş, nasıl icat etmiştim, bilmem. fakat leylekler, göklerimizden, sıcak mevsimin sonunda, her zaman akın akın başka sıcak iklimlere göç ederler. o leylekler yine geçtiler, yazın ilk veda mesajını yine beyaz kortejleri ile göklerimizden verdiler. şu anda eylülün ortasındayız.

    eylül... mehmet rauf'u hatırladım. o zarif, kibar dostu... aramızdaki 17 senelik yaş farkı, edebiyat-ı cedidenin "eylül" romancısına gönülden bağlılığımı bir an eksiltmemişti. o üstadlar grubu içinde, bütün ben yaşta olanların, halit ziya, cenap şahabettin, süleyman nazif gibi bir zamanki dev kalemler arasında "üstadım" diye hitap etmediğimiz bir o vardı. büyük tevazuu bize o cesareti vermiyordu. işte bizim tanıdığımız, sevdiğimiz mehmet rauf bu idi, bu ince ruhlu adam; yoksa bir fecr-i ati romancısının muhayyilesinde icat ettiği o bambaşka, o uydurma, o yalnız yazarını küçülten, esefle karşılanacak fiction değil.

    ama hayat tuhaftır. mehmet rauf, zamanında da, en yakın arkadaşlarından birinin haksızlığı kadar acı bir esprisine uğramıştı. onun "eylül" gibi bir devir açan romanı için bir burgudur demişti halit ziya. hey allahım! yine bu halit ziya'nın, son posta'da çalıştığım tarihte bana yolladığı bir mektupta daha tuhaf bir iddiası var: meğer "eylül"ün servetifünündaki her tefrikasını tevfik fikret tashih eder de mecmuaya öyle koyarmış! şu saçmaya bakın! acaba rauf'un 1908'den sonra yazdığı roman ve hikâyelerin dilini hangi hayalet tashih ederdi? hele tevfik fikret'in ölümünden sonra ruhu mezardan mı çıkıp mehmet rauf'un müsveddeleri üzerinde kalem oynatıyordu? gerçek ortadadır. bütün bu eserlerin üslûbu "eylül"deki üslûptan da sade ve daha işlenmiş değil midir? bunu da yalnız rauf'un kalemi işlemişti. ama rauf'un eylülü... ne ölmez eser! soruyorum: ilk yazıldığı günden bugüne kadar o romandan daha ince, daha derin psikolojili bir romanımız yazıldı mı?

    romandaki suat hanım istanbul'un 1870 ile 1890 arasındaki tanzimat devrinin eski tabirle "münevver" kadınıdır. okuduğu romanlar fransız romantizminin en içli eserleridir. batı musikisine de "aşinâ"dır suat hanım. piyanoda chopin'i çalar, boğaz'ın mavi dalgalarına bakarak hülyalara dalar. fakat romanın devamınca ruh tahlillerinin tabiatla kaynaşarak ilerleyişi mükemmeldir. suat hanımın melânkolisi bana bir şiirimdeki şu mısraları hatırlattı:

    bir yaz akşamı idi,
    sıcak, romantik bir akşam,
    onu gördüm,
    biraz solgun, biraz üzgün,
    batarken ufukta gün.

    suat hanım neden üzgündü? çünkü hisleri ruhundan taşıyordu. kocası süreyya, karısına âşık. çok iyi bir adam. fakat öyle bir kotra merakı var ki, günlerini denizde geçiriyor. ötede, süreyya'nın akrabasından necip var. o da temiz ruhlu, hisli bir genç. fakat gönül ferman dinler mi? çok geçmeden suat'la aralarında bir aşk başlıyor, gittikçe ateşlenen bir aşk. şimdi ne olacak? suat hanım, halit ziya'nın "aşkı memnu" romanındaki bihter değil ki, kocasına ihanet etsin! necip de böyle bir alçaklık yapacak bir insan değil. sadece suat'ın eline geçirdiği bir eldivenin tekini hâtıra olarak saklıyor. ama durum, ne de olsa tehlikeli. iki sevdalı bu aşk ateşine daha ne kadar dayanacak? mehmet rauf, burada, bu tehlikeyi önlemek için, romanın sonunda yalıda bir yangın çıkarıyor, necip alevler içinde kalan suat'ı kurtarmağa koşarken, ikisi beraber yanıyorlar. bu, ihtimal kolay bir bitiş. ne var ki, romandaki türk graziella'sını kurtarmak lâzımdı. necip'i de... ikisi de, tertemiz ruhları ile, sonsuz ve ıstırapsız hayatlarına kavuşacaklar... "eylül" de bu kadın kahramanın hayatı, içinde bunaldığı azaap içinde ne kadar o mevsime benziyor. romandan şu satırları alıyorum:

    "o zaman suat'a da hayatının şu devresi kendi ömrünün, kendi kadınlık hayatının eylülü gibi geldi. eylül... birkaç gün hava ne kadar güzel olsa bu kadarcık fâni güzelliğe bile minnettar olmak lâzım gelen bir ay! içine birkaç günlük kış hücumundan acı düştüğü için, o güzel havaların, devamlı yazın artık nasıl geçmiş, sadece bir mazi olduğunu hissettiren bir esef ve hasret ayı... onun hayatı da böyle değil mi idi?"

    bir resminin altına "her güzel şey, kalbimde bir yara açarak geçer" diye yazan mehmet rauf, romanının kahramanı için de, onun hayatını ve ruhunu dilim dilim ortaya koyarken o yarayı içinde hissetmiştir.

    mehmet rauf, sedat simavi'nin çıkardığı "inci" mecmuasının 1 haziran 1335 (1919) tarihli sayısındaki "eylülü nasıl yazdım?" isimli röportaja verdiği cevaplar arasında şöyle diyor:

    "...bir gün halit ziya'nın yanında idim. biz konuşurken kendisini ziyarete bir genç geldi. lâkırdı arasında bunun o hafta teehhül edeceğini öğrendim. düğünden ve o günden sonraki tasavvurattan bahsederlerken, bu adam balayını büyükada'da geçirmek istediğini, orada tuttuğu köşkü döşettiğini anlatıyordu. ben halit ziya'nın gözlerinde acı bir esef bulutunun karardığını farkettim. ve bana öyle geldi ki, ruhu artık böyle bir saadetin kendisi için muhâl olduğunu anlamaktan mütevellit bir meraretle burkulmuştu. işte eylül'ün esasını teşkil eden fikri, yani gençliğin akar bir su, esen bir rüzgâr gibi, gayr-i kabil-i men' ve tehir bir surette uçup gittiğini takdir etmek, eylül'de avdet-i bahar nasıl muhâl ise, şimdi her şeyin faydasız olduğunu anlamak, ziyan olmak fikrini buradan kaptım, bu fikir bana o kadar cazip, o kadar derin göründü ki, günlerce meşgul olarak işledim, tezyin ve telvin ettim. romanın esasını hazırlayıp, iki hafta sonra, eylülü yazmağa başladım"

    bu otobiografik hatıranın edebiyat tarihi için bir vesika olacağına şüphe mi var? //

    halit fahri ozansoy

    iç. "edebiyatçılar geçiyor", türkiye yayınevi, 1.b., istanbul-1967, s. 201-206.
3220 entry daha
hesabın var mı? giriş yap