32 entry daha
  • alman olduğu sanılan ama aslında avusturya doğumlu olan fritz lang'ın amerikanyada çektiği en en en iyi filmi dersem yanlış söylemiş olmam sanırım. lang'ın filmografisine bakalım önce. kendisi sinemanın ilk polisiyelerinden ve ilk sesli filmlerinden olan m'yi kotarmıştı 1931 yılında. yönetmen bu filminde çocuk istismarını, ne istismarı ya çocuk katliamını anlatmıştı. bir hasta herif çocukları kaçırıp kesmekten hoşlanıyordu. yönetmen finale kadar bu katili derinleştirmiyor, kamerasını topluma çeviriyordu. toplumun iki yüzlülüğünü, vicdansızlığını, bencilliğini, ahlaksızlığını, kısacası çürümüş bütün yönlerini gösteriyordu bizlere. tabi devleti de es geçmiyor, ona da bir kaç eleştiri okunu saplıyordu. finalde ise karakteri derinleştirip bizleri halen cevaplayamadığımız sorularla başbaşa bırakıyordu. yönetmenin 27 yapımı sessiz filmi metropolis ise 21.yy'da geçer ve makineleşmiş, makineleştirilmiş insanlığı anlatır. alt sınıf ve üst sınıf arasındaki farklara film boyunca değinir. burada eleştirilerini devlete yöneltir. kapitalizmi de yerden yere vurur. demem o ki almanya'da yaşayıp nazizm yüzünden amerika'ya kaçmak zorunda kalan fritz lang çoğu filminde devleti ve toplumu eleştirir.

    yönetmenin en iyi filmlerinden olan fury, m'nin bir devamı olarak görülebilir. zira epey benzerlikleri var. ama asıl önemli tarafı m'de değinmediği "linç" olgusuna bu filmde epey değinmesi. böylelikle bu iki film birbirlerini tamamlıyorlar.

    elemanımız joe fıstık yemeyi çok seven birisi. çok sevdiği katy ile evlenmeyi planlamakta. ama elemanın parası olmadığından kızla evlenememektedir. bunun üzerine katy daha fazla para kazanabileceği ama şehir dışında olan bir işi kapar. joe da memleketinde kalıp para kazanmaya çalışır. neyse para kazanılır, joe yola çıkar. bir süre sonra durdurulur ve şerif'in merkezine götürülür. bir süre önce kasabada bir kız çocuğu kaçırılmış ve öldürülmüştür. bunu yapan üç kişi de sırra kadem basmıştır. bu kişilerden birisi fıstığı epey sevmektedir. joe da fıstığı sevdiğinden tutuklanır. ahali haberi alınca çıldırır. "asalım", "hayır, keselim", "en iyisi yakalım", "hurraaa" diye bağırıp şerif'in merkezine gelirler. şerif engelleyemez bu azgın halkı. neticede kasabadaki hapishaneyi/karakolu/merkezi (artık adı her neyse) yakarlar ve karşısına geçip sigara içerler. keyiflidirler.

    lang'ın bu eserini nasıl övmeli, ne kadar övmeli? açıkçası o denli etkileyici idi ki ne kadar övsem azdır. lang bir yandan insanları korumakla mükellef başkanların sırf seçim geliyor diye o insanları korumaktan vazgeçmelerini eleştirir evvela. askerler hazırdır kasabayı basıp joe'yu korumak için. ama başkan askerleri göndermez. askerle halk çatışırsa bunun oylarını etkileyeceğini düşünür. askerler kasabaya gitmezler. ardından lang tıpkı m'deki gibi toplumu eleştirdikçe eleştirir. toplumun ne denli rezil olabileceğini içimizi yaka yaka gösterir bizlere. joe'nun suçu kesinleşmemişse de halk onu katletmekten çekinmez. lang bu sahnelerde çoğu karakterin yüzüne yakın plan yapmaktan kaçınmaz. hepsinin ne denli hasta olduğunu fark ederiz bu yakın planlarla. yetmez, lang basını da eleştirir. joe'nun hayatı tehlikedeyken gazetecilerin tek düşündükleri şey bomba bir haber yapmaktır. lang sadece çok sağlam eleştirilere sahip bir film ortaya koymamıştır. aynı zamanda en sağlam mahkeme filmlerinden bir tanesidir buradaki. hapishane yakıldıktan sonra mahkeme başlar haliyle ve film daha da sürükleyici hale gelir. bu sekanslarda amerika'nın yıllardır uyguladığı "jüri sistemi"nin ne denli iğrenç ve yanlış bir sistem olduğunu da bir kez daha fark ederiz.

    bu filmden sonra da sıkça bu tür filmler çekildi. aklıma dogville geliyor. dogville ise fury'nin hikayesine başka bir açıdan yaklaşıyor. gene bir karakter iğrenç bir toplum tarafından parça pinçik ediliyor. bu karakter finalde bütün kasabayı öldürtmekten çekinmiyor. joe'nun kendisini ölü gösterip insanların idam edilmesini beklemesi ile aklıma ilk olarak dogville geldi. joe büyük bir arzu ile hepsinin idam edilmesini bekliyordu. dogville'da n.kidman'ın canlandırdığı karakterin joe'dan tek farkı finalde herkesi katletmesi. trier'in bu filmden esinlenip esinlenmediğini bilmiyorum. bir diğer film ise to kill a mockingbird. bu filmden hasta bir toplum portresi ortaya koyar.

    özellikle dogville, m ve fury izleyiciyi bir soruya kilitler: seni yakmaya/öldürmeye/sana tecavüz etmeye çalışan bu insanlara aynı şekilde davranmak mı davranmamak mı? ya da daha temel bir soru: sana bu büyük acıları yaşatan kişilere aynı şekilde davranmaktan vazgeçebilir misin? trier'in dogville'ı o yüzden faşizm kokuyor denilerek eleştirildi. halbuki trier insan doğasını finalde başarıyla yansıtıyordu. kaçımız o acıları yaşadıktan sonra intikam duygusunu beslemeyiz? seni alenen yakıyorlar. sana tecavüz ediyorlar. seni bir köpek gibi kullanıyorlar. eline fırsat geçtiğinde bu insanları kurşuna dizmemek kolay mı? trier bunca acıyı yaşayan birisinin finalde en az onlar kadar kötü olabileceğini düşünüyor ve finalde halkı katlettiriyor.

    son olarak. 36 yılında çekilmiş bu filmi izlerken eminim herkesin aklına türkiye'de yaşanan bu katliam olayları gelecektir. "yak ulan yak yak yak", "alevilere ölüm", "yak şu allahsızları" sözleri filmi izlerken beynimde yankılandı durdu. ne yazık ki kıyamete kadar devam edecek bu linç girişimleri ve ne yazık ki hiçbir zaman adalet yerini bulmayacak.
458 entry daha
hesabın var mı? giriş yap