18 entry daha
  • bu şiirin güzelliği beni ismet özel'e değil de şiire götürüyor. çok az film, çok az düz metin yada roman yada heykel bir şiirin ifade edebilirliğine ulaşabiliyor. fotoğraf ve resim daha yakın şiire belki. müziği bu kıyaslamaya sokmuyorum.
    bir de şu var, bir sanat dalını, mesela sinemayı seviyorsan, her sinema filminin sinema hissi vermediğini bilirsin ve o sinema hissi dediğin şeyi veren, gerçekten sinema olan şeyi takdir edersin, beğenirsin. izlerken, izleyince heyecanlanırsın, yönetmenini, filmin türünü sevmesen de, mesajını benimsemesen de film gibi film dersin, "sinema bu işte" dersin, eleştirsen de sevinirsin. bazı heykeller bazı resimler sanat eseri değil malumunuz. bazıları kesinlikle şahane sanat eserleri, ama evine koymazsın. bazı yaşamlar yaşamak olmayabiliyor. yaşamayı seviyorsan sahici yaşam kırıntılarını onaylamasan bile dışlamıyorsun.
    işte bazı şiirler şiir değil. of not being a jew ise büyük bir şiir.
    hiç şüphesiz bu şiir yatacak yeri olmayan şairin büyük savunması. kimileri kolaylıkla çözülebilen, kimileri şair hakkında ön bilgiye ihtiyaç duyuran güzel metaforlar ve çok güzel bir dil. şairi bu şiirden ötürü affedenleriniz olmuş, ismet özel'in ismet özel severlerden daha affedilebilir olduğunu söylerseniz katılabilirim. neyse, yahudilerle ilgilendiğim için ve biraz da depresif zamanlarınızda aforizmalar apartın diye tamamını koyuveriyorum buracağıza. dilimizde tayfaların da savunmasını yapacak iyi şairlerin yetişmesi arzumu not düşerek ve ismet özel'i sevmiyorsam vardır bir bildiğim diyerek..

    iniyorum kulelerinden katil.
    iniyorum maktul minarelerden,
    taraçadan, bahçeden..
    ilk tanıyı bulanların indikleri her yerden.
    ilk tanıyı bulandıran bir vaşakla birlikte.
    değdikçe ayaklarım merdiven alçalıyor,
    açılıyor leşlerin, atmıkların cesurane.
    canlıların korka korka uzandıkları zemin
    ağzımda kef, iki gözlerimde mil
    iniyorum kulelerinden katil.
    körüm, o halde karanlık niye benden kaçıyor?
    sağırım, nasıl oluyor da uğultum uzaktan beni çağırmaktadır?
    göklerin çökeltisinden başkaca soy,
    toprağın tortusundan gayrı hısım bilmeksizin
    iniyorum kirli eteklerine beni emziren kaltak şehrin.
    iniyorum ama indirilmedim.
    iniyorum çalıntı tahtımı terk ederek.
    arada bir çehremi dalgalandıran karaltı
    vurulmuş arkadaşlarımdan yansıyor olsa gerek.
    iniyorum onlardan arta kalan yükü indirmek için.
    indiğim yerde beni bir bekleyen yok,
    indiğim yerde biçilmiş ot gibiyim,
    puslu, çapraşık, koklanmamış..
    ihmalkar gözle okunmuş bir kitap..
    bitap bir gözle okunmayı tercih ederdim.
    yoğrulmuş olan benle bir daha yoğrulsaydı
    benimle açsaydı ağırdan tükeniş faslını mızrap.
    yağmurun yoldaşı denebilir mi bana?
    ne dökülüş inişimde, ne çakış..
    yalnızca o çetrefil aralama zahmetine katlanarak ,
    iniyorum kızları utandıran iç çekişle,
    erkekleri boğan kasvetle iniyorum.
    öfkemdi başlattı yolu .
    “israra gerek var” deyip durdu şehvetim.
    istemedi doğurmak böyle bir uğraşı tabiat.
    tarih onu tanımazlıktan geldi.
    bir dövüş olsaydı sonunda belki gevşerdi hırsım.
    belki saçlar taranırdı bir sevişmeden sonra.
    ama ben hınca hınç bekçisi kalacağım burçlarımın,
    sonunda yükü bıraktığıma yanacağım.
    iniyor ve inliyorum.
    nereye bir kucak dolusu sonluluk sorgusu getiriyorsam
    oraya bir kucak da getiriyorum.
    bir kucak sadece genç ve diri değil.
    bir kucak sadece yaşlı ve yorgun değil .
    bir kucak sadece erkek ve vakur değil.
    bir kucak sadece kıvrak ve dişi değil.
    bir kucak sadece kavruk ve intikamcı değil.
    bir kucak sadece gürbüz ve atak değil.
    bir kucak sadece üzgün ve dindar değil.
    bir kucak sadece temiz ve sevecen değil.
    bir kucak sadece pis ve sırnaşık değil.
    bir kucak sadece cömert ve sıcak değil.
    bir kucak sadece sancılı ve keskin değil.
    bir kucak sadece umursamaz ve bezgin değil.
    bir kucak sadece öksüz ve çolak değil.
    bir kucak,
    sadece bir kucak
    açılınca açıkları kapatan,
    acıkınca doyuran,
    ve doyurunca nasıl da perişan, ne kadar da ölçülü..
    darası alınmaz yüküm bu benim,
    kayda geçirilemez, narhı konulmaz.
    resmen ve alenen ifade usulü yok.
    gözümün feri saydım onu, gücüm bundadır.
    dizimin dermanıdır o, buradan gelir cesaretim.
    bende bu kucak olduktan sonra
    iyi veya kötü ne yapılabilir
    kendi hayatı aleyhine binlerce defa dolap çevirmiş olan bana?
    bakın, bulduğum her gerçeği delik deşik ediyor
    kayboluş kapımı sürgüleyen bir vaşak.
    her sevincimi viran eden bu hayvan yalanlar içinde boğulmamı önlüyor.
    ondan kurtulacak olursam biliyorum,
    beni yaşamakla coşturan bir kaynak keşfederim.
    ondan kurtulduğum an bütün boyutlarımı kaybederim.
    önceleri, acemiyken,
    bu vaşak yokken daha yanı başımda,
    okul müdürü,
    veresiye satan bakkal,
    kapıcı ve akrabaları
    “dört ayrı ölümle ölmeyi öğren” demişlerdi bana.
    dört bucakmış anlattıklarına bakılırsa dünya.
    “omzun güneş kokuyor” demişti kısa eteklikli kız.
    o da omzuma bir şey konduracak mutlaka.
    işte o zaman bildimdi,
    anladımdı o sıra,
    ne bir atlas kalır bende, ne ibrişim,
    bu çuha, bu sicim elden çıkarsa..
    acemiydim, “gitmem” dedim sizin provalarınıza.
    bön ve berbat buluyorum yaldızlı yaz gecelerinizi.
    berbattır balkonda o güneşli sabahlar.
    biraz açılmak için açıldığınız kırların,
    aniden karşılaştığınız ırmakların
    ürpertisi ahmakça.
    böndür beni belimden bölmeye kalkan enlem
    benden iki bakışık parça çıkarmaya çabalayan boylam da berbat.
    ipekli libas giymem, altın takınmam.
    atımın eyerinde kaplan derisi yoktur.
    çehreme iyi baksalardı yırtılırdı uykularının zarı.
    uykuluydular sinerken bedenime kıraç dağlar.
    bitek vadilerle beraber ben tenimi yumarken
    uykularına tutundular…
    “çocuklar acıları paylaşmaz” demiştim omuz silkerek,
    “acılardır paylaşan çocukları”..
    gün geldi paylaşıldı acılar.
    çocuklar paylaşıldı.
    bana bırakılan neyse ona burun kıvırdım.
    gittim bir kuyudan su çektim,
    halka boynumdan geçti.
    geçti boynuma kemend.
    “d harfine bak” dedim,
    nasıl da soylu duruyor sonunda kelimenin..
    harfe bak, harfe dokun, harfin içinde eri.
    harf ol, harfle birlikte kıyam et.
    harf ol, harfler ummanına bat.
    çünkü gördüm, ne varsa sonunda kelimenin.
    çünkü böndür altında kaldığım töhmet .
    uğradığım kinayeler bön ve berbat.
    evet, ilmektir boynumdaki ama ben kimsenin kölesi değilim.
    tarantula yazdılar diye göğsümdeki yaftaya
    “tarantulaymış benim adım” diyecek değilim.
    tam düşecekken tutunduğum tuğlayı
    kendime rab bellemeyeceğim.
    razı değilim beni tanımayan tarihe.
    beni sinesine sarmayan tabiattan rıza dilenmeyeceğim.
    gittim su çektim en derin kuyudan,
    en hileli desteden kendi kartımı çektim.
    yaktım belgeleri bütün tanıkları yok etmek için.
    ricacıları öldürdüm.
    onlar bu dumanlı dünyanın
    beni nasıl özlediğini görmüş olabilirdi.
    gerçekten özlemişti beni dünya, öze çekmişti,
    özüm gelinceye kadar bana temas etmişti.
    bu dokunuş parlatınca beni,
    benden biraz dünya isteyen ricacıları öldürdüm ve kıtal bitti.
    yazık.
    yazık ki yazgımın boyası koyu.
    inilecek kadar indim. hayfa.
    yine bir geçitteyim, yeniden bir liman şehri bura.
    eskilerin tayfası yine hep buradalar.
    hep bilinen tecimenler, tanıdık yosmalar..
    havada hayza benzeyen aynı koku.
    binalara yaklaşırken eskisi gibi sıklet artıyor.
    hala ayırt edilemiyor dişli gıcırtıları çocuk çığlıklarından.
    tanıyorum, bunlar bulutlara bakmak için penceresi evlerin,
    bu da deniz,
    hırs püsküren, toynak durduran deniz.
    rezeleri yerlerinden oynatan, vadeden, vadeden, vadeden tesellicimiz.
    bir yanımda kıyısı kışkırtıcı, ufku muallâk deniz, bir yanımda kamu açıklamaları, genelgeler, tahvilat.
    kimin yüzünü çevirdiysem hüznü de sevinci kadar ıskarta..
    niye indim buraya ben?
    boşuna mıydı yol boyunca benliğime musallat olan bela?
    bir çevrim tamamlandı mı şimdi?
    yine mi döndüm başa?
    “olmaz” diyor yanımdan ayrılmayan vaşak,
    “kimse başa dönmemiştir, dönemez.
    hele sen geçtiğin o ormanlar, rüyalarındaki canavarlardan sonra
    çok uzaksın o ilk fırlatıldığın zamana.
    aldanma bunlar tayfa değil.
    burada doğdu hepsi, denize hiç açılmadılar.
    denizi sen kadar bile tanıyan yoktur aralarında.
    her biri uzak bir beldeden geldi sanılsın istiyor yosmalar.
    böylece saygın fahişeler arasına katışacaklar
    müptezel birer facire olsalar da..
    tecimenler, onlar da sahici değil.
    onlar da olmayan tayfaların
    gemilerinden çıkan malları sattıklarına inandırmak istiyor
    şehrin acemi insanlarını.
    sen ve yağmur.
    başa dönemezsiniz.
    öyle bir yol yürüdünüz ki ancak dönüş yolunu yok ederek gelebilirdiniz.
    inişiniz bir iniş olurdu başa dönmemecesine.
    yağmur yalnız yağarken yağmurdur.
    sen yalnız senken sensin.
    burada kalamazsın ve başa dönemezsin.
    gitmek zorundasın,
    kovalanan bir yahudi gibi.
    ama yahudiler gibi kendinle kalamıyorsun.
    her şey çok yetersiz senin için.
    her şey sana çok fazla.
    ayıklarsan ayık durabiliyorsun.
    aranı açıyorsun kendinle
    eşyayı araladıkça.
    uyanmanın bedeli serapları fedadır .
    uykuyu tadayım dersen
    kâbusa dalmak pahasına..
    tarihe dersini vermen gerek.
    yoldan ayrılamazsın
    yediremezsin sokulmayı kendine,
    tabiatın apışaralarına.
    ne yıkılmış bir tapınağın suskunluğu
    durdurabiliyor seni ,
    ne gürültülü bir havra.
    yükün ağır.
    he’s so heavy
    just because he’s your brother.
    kardeşlerin pogrom sana.
    dostlarının eşiğine varınca başlıyor senin diasporan.
    herkesin bahanesi var, senin yok.
    günahlı bir gölgenin serinliğinde biraz bekleyebilirsin, daha sonra
    burada kalamazsın, başa dönemezsin.
    ama dön.
    eve dön. şarkıya dön. kalbine dön.
    şarkıya dön. kalbine dön. eve dön.
    kalbine dön! eve dön! şarkıya dön!”
    eve dönmek
    kendime sarkıntılık etmekten başka nedir?
    orada, arada bir beni yoklar
    intihara ayırdığım zamanlar.
    bunlar temiz, kül bırakan zamanlardır
    düzgün sabuklamalardan bana kalan..
    evde
    anlaşılmaz bir tını
    bilmem nereden gelir..
    uykumdan? kanımdaki çakıldan? unutkanlığımdan?
    bilmem bilemem, yahudi değilim.
    gizli bir yerde genizam yok.
    bilemem insan nerenin yerlisidir..
    ömrüm burada
    bütün yahudiler gibi raflara doğru, çekmecelere,
    sahanlıklara doğru geçti.
    yabancı ellerde çitilenmekten korunmak için
    bir sıvaydım kendime kendi ellerimle,
    tıpkı yahudiler gibi.
    buraların yerlisi ben değilim.
    şarkıya dönersem ense köküm seyrelecek,
    ağdası çözülecek bana aşktan bulaşan kozlarımın.
    şehrin insanları yumruklarımda beyaz bulut..
    yolun çamurunda revnak-ı bahar bulacaklar.
    ben şarkıya dönünce
    boğazlarındaki boğum insanların epriyecek
    ve onun yerine her günkü işleri yaparken,
    kepenkleri kaldırırken, silerken tezgahı
    kalbe gizlice batan kıymık geçecek.
    şarkıya dönersem, yanık bir şarkıya
    holokost neymiş meğer
    herkes bilecek.
    kalbime döneceğim, ama hangi yolla?
    yedeğimdeki okunaksız,
    şarapla lekelenmiş, solgun harita
    uyduruk bir şey mi bilmiyorum.
    yoksa sahiden definenin yeri gösteriliyor mu orada?
    ama boş ver. nasıl bir ilgi olabilir kalbe dönmekle define bulmak arasında?
    lakin ben inerken her dönemeçte
    bir parçasını ele geçirdiğim,
    her molada, her zorlanışında nefesimin,
    her ayak sürçmesinde çiziktirdiğim haritamın bütün paftalarında sabit mürekkeple işaretlenmiştir,
    nerelerde kıraçlaşır rahminde levendane öcün tohumları yatan gece,
    güneşin şifa diye bilinen ışıkları nerelerde kıyıcı bir zehre çevrilir..
    haritamda caddeyi ürpertiye açacak
    bir kaç kaçıktan başka nirengi noktası yok.
    açıkça gösteriyor haritam farkı nedir bir cenaze kalkarken yağan yağmurun
    bir hükümet darbesinden sonra yağan yağmurdan.
    yağmalar belli ki kim bulsa defineyi, umurumda mı?
    ben kalbime döneceğim fokurdayıp pörtlemek için
    hep fokurdak ve pörtlek kalacağım kalp içinde.
    canı sıkkın kızların yüzlerinden,
    döşünden ahı kalmış delikanlıların
    dünyaya habire pörtleyeceğim.
    evlerin olanca tınısı dindiği zaman,
    kısıldığı zaman bütün şarkıların kanatları
    fokurtum dokunacak herkese yedi ırkın kavşağından.
    yahudi değilsem bile
    bende yahudalık da mı yok?
    kimi öptüm de kurtuldu çarmıha çakılmaktan?

    kaynak: http://video.google.com/…=4171370945100416255&hl=tr
82 entry daha
hesabın var mı? giriş yap