2990 entry daha
  • asrın en iyi buluşu (yaratıcısı açısından) ve en sevimsiz oluşumu (insanlık açısından).

    şu hayatta en çok nefret ettiğin şeyleri sırala deseler, twitter kesin ilk ona girer.

    ben internet nesliyim. cep telefonu sanırım 15 yaşımdayken çıktı. 17 yaşında benim de bir cep telefonum vardı. yüksek eğitimliyim, gelenekçi merkez sağ bir aileden geliyorum ama benim neci olduğum belli değil, herhangi bir siyasi düşünceye adanmanın, hangi düşünceye adanıldığından bağımsız olarak, mevcut manipülasyon çarkının dönmesine katkıda bulunduğuna inanıyorum. anaakımının saygı duyma eğiliminde olduğu bir mesleğim ve iyi bir işim var, mayışım sigortam var. hayatım elektronik cihazlar, akıllı telefonlar ve internet tarafından yönetiliyor. daimi olarak bu zerzavatlatın etkisi altındayım. diğer insanların teknik servis çağırdığı 100 sorunun 95'ini kendim çözebiliyorum. dejenere sayılırım. konuşurken bazen rahatsız edici derecede ingilizce kelime kullanıyorum. aileme göre çok daha az da olsa yine gelenekçi sayılırım. bunları, nasıl bir insan olduğumu gözünüzde canlandırabilin diye anlatıyorum. yaşlı bir bağnaz değilim. genç ve açık fikirliyim. çevremdeki bir çok insana göre korkutucu derecede açık fikirliyim. "twitter'dan nefret ediyorum" dememe dudak bükerken, bunları göz önünde bulundurmanızı istiyorum.

    bu coğrafya insanının, kız erkek farketmez, garip bir egosu, daha doğrusu ego sorunu var. farketmemiş olmanız mümkün değil. eleştiriye kapalı, çok emin, eleştirilince ya da fikirleri/düşünceleri sorgulanınca hırçınlaşan, bağnaz, sosyal fobili, kollektif bilincin esiri insanlarız. bunun sebebi, tabi ki, yetiştirilme şeklimiz. sayın freud'un komik bi sözü var. "sorunun kaynağını hiçbir şekilde bulamıyorsanız, annedir." der. sayın freud, bence, küstahlığımı mazur görün, pek ciddiye alınacak birisi değil. ama arada iyi yakaladığı şeyler oluyor. bu söz sanki onlardan biri. prens ve prensesler olarak yetiştiriliyoruz her birimiz. özgür irade, insiyatif kullanma, özgür hareket etme, karar verme, sorumluluk alma ve sonuçlarına katlanma, cesaret ve benzeri melekelere sahip olmaya teşvik edilmiyoruz. (ortadoğu kültürünün türk kültürü üzerindeki nüfuzu diye uzun bir yazı yazıyorum, burada o yazıya referanslar var, o yazıyı yazana kadar referansların ucu açık gibi görünecek ama sonra taşlar yerine oturacak. takip ediniz.) bunun sonucunda da, ortaya, bu entersan, "beni sevsen böyle sevsin." nesli çıkıyor. sevdiği insan için değişmemeyi marifet sanan bir nesil yetiştirdi bu ülke*. ya bu oyun değil, abartı da yok ifademde, oldu bu, her an oluyor. bu aklıma gelen bir örnek. toplumumuzun anlamlandıramadığım daha sayısız ilginç karakteristiği mevcut. bunlar maalesef, ebeveynlik konusunda en küçük bir fikri olmayan, ama her şeyi çok iyi bilen ebeveynlerin haltı aslında. ondan sonra da, bir çocuğu olabilecek her şekilde, mümkün olan her metodu kullanarak hatalı yetiştirdikden sonra, ürünlerini beğenmeyip, "bu çocuk neden böyle oldu hiç bilmiyorum, ne istediyse yaptık, yemedik yedirdik. nimet-i küfran oldu resmen" dediklerinde, çok gülüyorum. aslında yakınmasının içinde bile betimliyor çocuğun neden bu hale geldiğini, "ne istediyse yaptık." yapma, neden yaptın? her istediğini yapmanın doğru bir şey olduğunu nereden öğrendin? nerede okudun? onu da mı komşundan duydun?

    bağlıyorum,

    bu orantısız ilgi ve özveri subjesi nesil, gerçek hayatla yüzleştiğinde bocaladı biraz. prens/prenses olmadığı şartlara ayak uydurmakta zorlandı. egosu zedelendi. bundan bir sene öncesine kadar, on yıldır falan, dünya üzerindeki en ama en önemli insan olduğu algısına sahipti. ama şu an, herhangi birisi. bu, kabul edilemez!

    sonra twitter çıktı. herkesin önemli olduğu yer. tivitler, retivitler, heştegler, daha zilyon tane antin kuntin şey. bunların hepsi bir yeni uğraşı objesi. sanayi devrimi saolsun, boş vakit de çok. kültürümüzdeki ortadoğu empozisyonu sağolsun bu vakti okuyarak, düşünerek ya da yazarak (gerçek bir şey yazmayı kastediyorum) geçirmeyeceğimize göre, elde ne kalıyor: internet. daha spesifik olmamız gerekirse, twitter.

    twitter evladım oğlum aşkım canım bi tanem gözümün nuru evimin direği olan insanların, ergenlik sonrası küllerinden tekrar doğduğı, tekrar çok önemli birisi olduğu bir mecra. bu anlamda, korkarım, burun da kıvırsanız, bir ego masturbasyonu alanı. safi dikkat çekmek vev/veya ünlü olmak gibi bir amaç güden, bir yazı gönderdikten sonra o gönderdiği ki satır kaç kere ritivit edilmiş diye 10 dakikada bir çek eden insnalar var. bunu burda ben uydurmuyorum. varlar, ve çoklar.

    herkes için değil tabi. benim de twitter hesabım var, bir sürü değer verdiğim arkadaşımın da var (duyan da onlarca değer verdiğim arkadaşım var sanır.) birbirlerine laf sokup geyik yapıyorlar. bazen ben de müdahil oluyorum. bu güzel bişi bence. eğlenceli. hepsinden önemlisi, boş. şu hayatta, "boş işler" kadar saygı duyduğum hiçbir şey yok. sarkastik falan değil. boş işlere korkunç, ama masif miktarda saygı duyuyorum. çünkü aslında hayat boş. her şey boş. şu koca kainatta, bundan 100 yıl sonra, çoğumuzun, bırak nasıl bir insan olduğumuzun hatırlanmasını, bir zamanlar var olduğumuza dair bir kanıt dahi kalmayacak. yaptığımız hiçbir şey asla hiçbir öneme sahip olmayacak. e bu şartlarda, geyik yapmak, arkadaşlara pislik olsun diye laf sokup kızdırmak, gülüp eğlenmek, mutlu olmak kadar önemli, kıymetli hiçbir şey yok, olmamalı hayatta. kabul. ama twitter, bununla ilgili değil. twitter'ın, en azından bu coğrafyada, ana kullanım amacı, iç pazarlıksız basit eğlence değil. birisi olmak. birisi olmak paketleri ile geliyor, aidiyet misal. aidiyetle birlikte futbol takımları, siyasi ve/veya ideolojik aidiyet ve buna bağlı tartışmalar geliyor peşinden.

    agent smith'in algılayamadığı şey bu işte. o aşka takılmıştı, çünkü protagonisti anlamsızlığını anlamlı göstermek için aşkı kullanıyordu. twitter'da aşk yerine, farklı aidiyetler var. bu aidiyetler ile insanlar varlıklarını kendilerine ve çevrelerine anlamlılaştırıp, bunun savaşını vererek de "birisi" oluyorlar. birey oluyorlar.

    oysa, birey, yani "individual" olmak, benim algıladığım şekilde, birilerine, yani aynı aidiyete sahip olanlarla, yani "birbirine benzeyenlerle birlik olmak"tan çok, birilerine "benzememekle" ilgili bir şey. birey olmak bu demek. kendine özgü, ünik, bağımsız, şahsi bakış açıları ve düşünceleri olmak demek. bakın twitter'a, aynı şeyin varyasyonlarını görebiliyorsunuz sadece. ben son 10 sene içinde, internette ve beşeri münasebet platformlarnda, fikirleri ile beni etkileyebilen 2 kişiye denk geldim sadece. (birisi ek$i sözlük'ten, birisi şahsen.)

    özetlemeye çalışayım. twitter'in naif, keyifli, geyik, boş kullanımı ile bir derdim yok. ama bu şekilde kullanılan bir yer değil orası. insanların sevimsiz taraflarını çeken ve amplify eden bir özelliği var. "güzel bir şey yazayım, zeki göstersin, bir sürü dikkat çeksin, beni yukarılara taşısın ama kısa olsun ki facebook'a yazmak zorunda kalmayayım, facebook'un paylaşım dinamikleri benim istediim yüksekliklere çıkmak için yeterli değil. hedefim için, twitter'da olmalıyım, twitter'da olmak için kısa olmalıyım" diye baştan pazarlık yapıyor, buna kafa patlatıyor, mesai harcıyor (bu mesaiyi muhtemelen sevdiklerine ayırabileceği zamandan kesiyor), yazdıktan sonra da düzenli aralıklarla kaç retivit aldığını kontrol ediyor... şunu çok iyi anladım, birgün biri ile hayatımı birleştirecek isem (umarım ama sanmıyorum) eğer, bu kişi, aktif bir twitter kullanıcısı olmayacak.

    twitter'ı sevmiyorum. sevmeyeceğim.

    ve maalesef, itiraf etmek zorundayım ki, bu olan bitenin aslında kabahatinin sıfıra yakın miktarı twitter'a ait. sorun insanlar, twitter sadece bir vesile. ama "insanlar" parmağımla işaret edip nefret edebilecğeim bir şey değil. ben de mecburen, siteye yönlendiriyorum. yapçak bişi yok.

    * bahsettiğim "değişebilme"nin, aslında değişebilmeden çok "esneyebilme" olduğunu ve bunun sınırları olduğunu hem benim hem sizin bildiğinizi varsayıyorum. yoksa tabi ki "sevdiğim kız banka soyguncusuydu, ben de onunla birlikte banka soymaya başladım" türünden bir değişmeyi kastetmiyorum ve savunmuyorum.
9284 entry daha
hesabın var mı? giriş yap