6 entry daha
  • ben bu hadisenin, sanırım ülkenin ve sözlüğün politik gündemine paralel, psikolojik çerçevesinden çıkartılıp ölümden sonraki yaşam/ahir dünya kalıbına sıkıştırıldığını düşünüyorum. yaşamınızın ve alışkanlıklarınızın parçası olan bir insan öldüğünde, o insanı gömmek, yakmak, mumyalamak ya da turşusunu kurmak kimi zaman aklınızın o insanın yokluğunu kabul etmesi için yeterli olmuyor. çünkü bu durum kamil ölmedi kalbimizde yaşıyor ya da annen cennetten seni izliyor bebeğim gibi abuk sabuk mottoları temel almıyor.

    "e o zaman ölen birinin hala yaşadığını nasıl düşünürsün? mal mısın kuzum sen azıcık?" şöyle ki;

    uzun süre hastalıkla boğuşmuş, bu süre içerisinde kendi yatağından ziyade hastane ranzalarında uyumuş bir yakınınız var. mesela babanız. haftaiçi okula gitmek zorundasınız belki de. o yüzden haftasonu refakat sırası sizde olsun diyelim. bir cuma okul çıkışı yine evden 6 durak önce indiniz otobüsten, hastaneye doğru yürümeye başladınız. hastane girişinde refakat kartını teslim almak için annenizi aradınız. ve kadın ağlamaya başladı. çünkü babanız öleli 4 ay olmuştu neredeyse.

    ya da; yemek hazırlanırken sofraya bir tabak fazladan koyup, salona doğru seslenerek artık yaşamayan birini çağırıyorsanız tebrikler! ölümü kabullenemeyerek, yas terapisine katılmaya hak kazandınız.

    bu halet-i ruhiyeyi dindarı da, ateisti de yaşayabilir. 2 yıl birlikte olduğumuz sevigilimizden ayrıldıktan sonra bile, sabah uyandığımızda yatağın diğer ucunda birilerini arıyoruz sonuçta. 15 yıllık babamızın gidişini mi kabulleneceğiz öylece? yok öyle yağma...

    (bu giri ilgili diğer giriye eklenebilir yahut günün daha makul saatlerinde silinebilir. her an, her şey olabilir!)
13 entry daha
hesabın var mı? giriş yap