7 entry daha
  • jacquies audiard'ın 6.filmi. kendisinin sadece un prophete'sini izlemiştim. önceki filmleri nasıldır, bilemiyorum (ama tahminimce kalitelilerdir, en kısa zamanda kalan dört filmi de izlemek gerek), lakin un prophete sarsıcı idi. hapishane filmlerinin sıradanlaştığı, bir numaralarının kalmadığı bir dönemde sarsıcı bir hapishane filmi çıkarmak her yönetmenin harcı değil. audiard belli ki hayata tutunma, zorlukların üstesinden gelme, ölmemeyi başarma gibi temaları çok seviyor. un prophete'te bu temaları başarıyla işlemişti. malik gibi bir adamın hapse düşmesi ve burada önce tökezleyip, ardından buradaki yaşama adapte olup, çok daha sonra buranın en hatırı sayılır kişisine dönüşmesini inandırıcı bir şekilde perdeye aktarmıştı audiard. kendisinin bu filmini izleyip de sonraki filmlerini merak etmeyecek sinefil yoktur herhalde. buram buram sinema kokan bir filmdi un prophete. dolayısıyla kendisinin de rouille et d'os'unu büyük bir merakla beklemiştim. ne the dark knight rises, ne skyfall, bu senenin en merak ettiğim filmi idi bu film. ülkemizde gösterilir mi, kaç kopyayla gösterilir, bilinmez. keşke dağıtımcılarımız oscar'a bu derece endeksli olmasalar. o zaman bu filmin oscar'a aday gösterilmesini ve bir kaç oscar almasını dilemek durumunda olmazdık. avrupa menşeli bir film oscar alacak da ancak ülkemizde gösterilecek. sinemada izlemeyi çok isterdim bu filmi.

    dendiği gibi dağınık bir film. gene de etkilemeyi başarıyor. audiard un prophete'te işlediği temaları burada da başarıyla işliyor. dört karakter üzerinden ilerleyen (ama merkeze ali'yi koyan), ortalamanın üstünde bir film. katil balinaları eğiten bir kadın bir gün bir balinanın havuzdan sahneye çıkıp her şeyi yıkmasından sonra sakat kalır, iki bacağını kaybeder. öte yandan sorumluluktan hoşlanmayan, sert, zaman zaman görgüsüz, kaba bir herif, oğlu ile birlikte günü çıkarmanın derdinde. bu iki "kaybeden"(?) insanın yolları tahmin edileceği üzere bir süre sonra kesişecektir. audiard iki karakter üzerinden yaşama odaklanıyor. yaşamın bazen nasıl da zor olabileceğini, buna uyum sağlamanın epey güç gerektireceğini bir kez daha anlatıyor audiard. kara dram demek daha doğru bu film için. ağır bir dram. ama daha ağır, daha sarsıcı filmler izlediğim için bu filmi izlemekte zorlanmadım. belirttiğim gibi audiard kaliteli bir film ortaya koymuş. yer yer senaryo dağılıyor ama film etkileyiciliğinden, zaman zaman da sarsıcılığından taviz vermiyor. sürükleyiciliğini ise hiç yitirmiyor, ki iki saatlik bir film. gelelim cannes'a. en azından marion cotillard'a ödül gideceğini düşünmüştüm, yazılanlar bu yönde idi. ödül c.mingiu'nun beyond the hills'inin başrollerine gitti. hak edip etmediklerini filmi izleyince karar vereceğiz. lakin burada durup cotillard'ın performansını yorumlamak isterim. daha önce gene burada, cotillard'ın başlığında kendisi ile ilgili bir entry girmiştim. orada hollywood'un kendisini harcadığını dile getirmiştim (merak eden olursa: [(bkz: #26078917) ]). neyse ki hollywood'tan gelmeyen roller fransa'dan geliyorlar ve kendisi bu rollerde daha da devleşiyor. edith piaf performansından sonra hep ortalama üstü (kazma christopher nolan'ın beceriksiz yönetmenliği ve senaristliği yüzünden berbat bir performans sergilediği the dark knight rises dışında) performanslar ortaya koydu. lakin tam anlamıyla döktürmedi. neyse ki o sağlam performansı için daha fazla bekletmedi. burada döktürüyor. iyi ki bu role seçilmiş. zaten daha önceki filmlerinde de depresif karakterlerde çok başarılı olduğunu kanıtlamıştı (örneğin: les jolies choses, furia). keza matthias schoenaerts de döktürmüş.

    son kertede başarılı bir film. daha iyi olabilir miydi? şüphesiz olabilirdi. 2012'yi sinema açısından pek sevmedim. bu sene gösterime giren çoğu filmden nefret ettim (skyfall, the dark knight rises, the avengers, amazing spider-man, bourne legacy diye gider bu). onca filmin gösterildiği bu seneden aklımda kalacak bir kaç filmden birisi bu (diğeri de araf).

    edit: intouchables ile karşılaştırılmış. izlerken aklıma intouchables gelmedi ama düşününce benzer konuları işlediklerini fark etmek mümkün. intouchables'in merkezinde zengin, felçli bir adam ile ona yardımcı olan siyahi bir adamın ilişkisi yer alıyor. bu filmde de öyle (ama tam değil, daha çok ali'nin hayatı anlatılmış, gerçi intouchables'te de daha çok felçli adamın hayatı anlatılıyordu). intouchables daha eğlenceli, daha zevkli bir film. dram değil. bu filmse belirttiğim gibi dram. hayatın eğlenceli yönünü gösterme peşinde değil. iki filmin benzer mottoları farklı şekilde ve türlerde işlediklerini söyleyebiliriz. bana göre bu film, intouchables'ten daha kaliteli. zira intouchables bir süre sonra tamamen klişelere teslim oluyor. binlerce kez izlediğimiz şeyler bir bir önümüze konuyor ve filme hayran kalmamız bekleniyor (enteresan bir durum: hollywood bu hikayeleri defalarca işlemiş olsa da bu filmin elde ettiği muazzam başarıdan sonra hemen haklarını almış ve yeniden çevrimini yapmaya koyulmuş). intouchables başarısız bir filmdi. bu film ise intouchables kadar klişelere teslim olmuyor. aralarında çok fark var. sözün özü de rouille et d'os porsche ise intouchables olsa olsa murat 124'tür, bu denli kötü idi.
51 entry daha
hesabın var mı? giriş yap