7 entry daha
  • okuduğum en hisli öykülerden. hatta dünyanın en güzel öykülerinden biri. ufacık ama derinliği boyumu çokça aşan.
    o kadar çok okudum ki artık ezberledim. (ki ezber denen naneyi hiç beceremem, kafam başka çalışır benim.) bir sonraki sözcüğün ne olduğunu, alt satırda ne diyeceğini bilsem de her içlendiğimde açıp açıp okumaktan kendimi alıkoyamadığım. atilla atalay'ın birçok öyküsü böyle aslında, en azından benim için. ama bu biraz daha başka...

    çünkü bu, sesini saklayamayanların öyküsü. kahramanını bulan kadının öyküsü. onu korkutmamak, kaybetmemek için çırpınan kadının ama korkaklığından başka hiçbir şeyi olmayan ve işte bu yüzden sırtını dönüp giden adamın öyküsü. kırık bir öykü. okurken yoran, okuması kısa süren ama etkisi hiç geçmeyen... kocaman öykü!

    biraz da bizim öykümüz. onun haberi yok bundan. ben de çaktırmıyorum hiç ama hissiyatımız bir olduğundan saklayamayacağımın da farkındayım bittabi.
    ne zaman okusam beni dizlerine alıp yatırır. ben usul usul akıtırım gözyaşlarımı, pantolonu sırılsıklam olur. ama hıçkırmam, sakinim hep. o da ağladığımı fark etmemiş gibi devam eder. bitirir sonra. gözlerini gözlerime diker ama konuşmaz. sarılır sonra. burnumdaki sızı geçsin diye göğsüne kapatır. çok sever beni, çok. o zaman anlarım ki onun tek korkusu bana dair; beni üzmekten sakınır, kaybetmekten ödü kopar. bunu gördükçe daha çok sever, daha bir sokulurum ben de ona. böyle sonsuza... sonsuz diye bi şey yok ama, değil mi? olsun... o olsun da, gerisinin hiçbir önemi yok zaten.
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap