• //bir gün bir metnini sahneleme izni almak üzere bilge karasu'nun evine gitmiştim. evde esas çocuk bir kedi. kitapların üstüne kurulmuş, zart ordan kalkıyor, gidiyor bir koltuğa yan gelip yatıyor. karasu ona ismiyle hitap ediyor, konuşuyor. o evde ikisi yalnız yaşıyorlar, yazar kediye ev arkadaşı gibi davranıyor. yazarın ev arkadaşı bacaklarımın arasında dolaşıyor. bilge karasu ile ilk görüşmem. heyecanlıyım. konuştuğumuz şeyler bence çok önemli. bir ara, o sırada benim için hiç önemi olmayan o kedinin ayağına basıyorum. kedi ciyaklıyor. birden yerinden fırlıyor karasu, kediyi kucağına alıyor. franz kafka tarafından yazılmalık bir sahne. yaralandı mı? hastaneye mi götürsek? kedibülans mı çağırsak? tedirgin oluyor, lafı uzatmadan izin istiyor, konuşmayı düşündüklerimin çoğunu konuşamadan hızla çıkıyorum hayran olduğum bu bilge yazarın evinden. bir daha onu ne zaman aramak istesem hep aklıma kediye karşı işlediğim suç geldi, elim telefona gitti, vazgeçtiğim oldu, elimin telefona gidemediği oldu. ne gidicek salak elim telefona, çevireceğim bilge karasu'nun numarasını, kimsiniz, diyecek, ne diyeceğim?
    - sizin tavus kuşu kedinin ayağına basan hayvan!
    demeyeceğim tabii ve fakat ben adımı söyler söylemez, o bunları düşünecektir mutlaka, diye düşünerek onu bir daha hiç arayamadım, başka hiç bir şey konuşamadık, oysa onunla konuşmak istediğim bir yığın şey vardı. tanışmamız tek görüşmemiz oldu. o kedinin yüzünden. kedinin bir suçu yok aslında, ben hayvanca hayvanın ayağına bastım. bilerek değil, ayağımın altında o hayvanın ayağının olduğunun farkında değildim, bilge karasu'ya "sevilmek" adlı oyununu nasıl sahnelemeyi düşündüğümü ve kafamdaki dekoru anlatıyordum.
    bilge karasu'nun ölüm haberini aldığımda aklıma hemen o kedi geldi. bilge karasu'suz ne mana şimdi o kedi?//

    bu uzun alıntı ferhan şensoy'un 1998 yılında basılan "falınızda rönesans var" adlı pek hoş kitabındaki "senin kedini niye ben seviyorum?" başlıklı yazısından... olası bir bilge karasu-ferhan şensoy ortak çalışmasının sonucunda ortaya çıkacak "sahne olayı"nın ölü doğmuş olmasını, ölü doğmak ne demek, tohumlarının bile atılamamasının yarattığı sıkıntıyı bir yana bırakın da, şensoy gibi kendine güveni göklerde gezen bir adamın düştüğü duruma bakın. bakıverin de siz düşünün artık bilge karasu'nun dillere destan kedi sevgisini!

    eh... değil mi ki konu açıldı, bir kedi öyküsü de karasu'nun kendisinden gelsin. bu biraz daha üzünçlü ama ("ne kitapsız ne kedisiz", metis yayınları, 1994; s. 63) :

    //kendimi görüyorum. on yedi yaşında,
    ağladı ağlayacak durumda şişli'deki
    hayvanları koruma cemiyetinin kapı-
    sında, titrek bir sesle "siz alın; ne yapar-
    sanız... evden istemiyorlar..." diye bir
    şeyler geveliyorum elimdeki ferenç'i
    uzatıp. adam anlıyor mu ne? kediyi alı-
    yor, kapı yüzüme kapanıyor. eve dönüp
    bütün öfkemle, bütün gücümle liszt çalı-
    yorum. günlerce çalacağım, ortalığı inle-
    tip. elbette bu yenilgi bir daha hiç yaşan-
    mayacaktı... yaşanamazdı da... ama
    "bilmeden" aldığım, baskıya dayanama-
    yarak cemiyete götürdüğüm hayvanımı
    bir us pahası anıtı olarak taşıyorum içim-
    de.//

    bilge karasu, 1964-1994 yılları arasında hem haluk aker'e ("haluk'a mektuplar" - kalkedon yayınları, 2007), hem de fıransız arkadaşlarına ("jean ve gino'ya mektuplar" - yky, 2013) yazdığı mektuplarda kedilerinden de söz açar. bu yazışmalardan benim izleyebildiğim, yaklaşık kırk yıl boyunca karasu'nun "ev arkadaşı" gibi birlikte yaşadığı dört kedi var (yazarın ayrıca beslediği drakula ile kirli-burun gibi sokak kedileri, bir de yukarıda adı anılan ferenç ayrı). işte, o mektuplardaki ipuçlarına dayanarak -kabaca yıllarıyla birlikte- bilge karasu'nun kedileri :

    . sekiz (altmışlı yılların başları-1967) : 1967 yılının ilk aylarında yiter gider adını "ilk ailesinin, fransız bir hanımla avusturyalı bir beyin koyduğu" sekiz.
    . mırık (1967-1968) : karasu'nun mırık'la olan birlikteliği yalnızca bir yıl sürecektir. sürekli evden kaçan yaramaz mırık 1968 yılının nisan ayında gene kaçar, bir daha da dönmez eve.
    . bibik (1970-1989) : bibik 1970 yılının yaz aylarında gelir, 1989'un ilk günlerinde on dokuz (19) yaşındayken ölür. karasu'nun en uzun süreli arkadaşıdır.
    . bıyık (1989-?) : 1989 yazının başlarında, balkonunun bir köşesine sığınmış olarak bulur karasu, tutarıklı olduğu sonradan anlaşılan bıyık'ı.

    *

    ek : ferhan şensoy yazısında ayağına bastığı kedinin adını vermiyor ya, karasu'nun son kedisi bıyık olsa gerek, değerli yazarımızın temmuz 1995'deki ölümünden sonra kim bilir kimlerle takılmak durumunda kalan o küçük yaygaracı kız. bilemiyorum, yoksa bilgesizliğe dayanamayıp hemen ardından o da mı göçmüş "kediler bahçesi"ne?
hesabın var mı? giriş yap