6 entry daha
  • benim için; insanın kendini en çaresiz hissettiği anlar’dan birine denk gelir bu ilk gün.

    sızısı geçmez kolay kolay, ardında başka başka hüzünler ve anılar sakladığı için. üniversite için eskişehir yollarına annem uğurladı beni. ondan birkaç hafta önce, yine onunla gidip kayıt işlemlerini halletmiştik, yurda da başvurmuştuk. yurt listesinde adım yayınlandı sonra, ve artık yola çıkma zamanı geldi. annem tek başına yolcu etmişti beni. o geceyi öyle net hatırlıyorum ki, unutmak da istemem üstelik; boyumdan büyük bavullarla imtihanım o gece başladı, gece yolculuklarını yine o gece sevmeye başladım, vedanın ağırlığını o gece iyi anladım, kendimi çok yalnız hissetmenin çaresizliğini yine o gece... saatler geçmedi bir türlü, o gece, o otobüste.

    ertesi sabah eskişehir'e vardım; şiş gözlerim, soluk yüzüm ve halsizliğimle. sora sora bağdat bulunur ya, ben de yurdumu buldum. birkaç işlemden sonra, bir battaniye ve bir yastıkla beraber kalacağım odaya yollandım. çocukluğumdan beri ranzada uyumaya alışık olan ben, o kadar büyük ranzalar görmemiştim daha önce. ve her şeyini içine sığdırman gereken o kadar küçük dolaplar. ve tüm bunların metalik sevimsizliği, yerlerdeki taşın soğukluğu, hiç tanımadığın beş ayrı kişiyle aynı odayı paylaşacak olman, hiç bilmediğin onlarca kişiyle aynı banyoları ve tuvaletleri paylaşacak olman... görmemiştim bunları, bilmiyordum. odada kimseler yoktu; elimdeki yatak numarasına baktım, kapının yanındaki ranzanın üstündeki yataktı. yani; orası artık benim "yeni" yatağımdı. ben evdeki ranzada aşağıda yatardım, “ya yukarıdan düşersem?” dedim içimden, kimse duymadı. ne yapacağımı bilemedim, nereden başlamalı bilemedim. nevresim dedim, önce onu geçirmeli, çarşafı sermeli, hazır etmeli yatağı, yatağımı. o odaya alışabilmenin ilk koşulunu; o yatağı benimsemek olarak görmüş olmalıyım herhalde. koca bavulu açtım odanın ortasında, annemin özenle yerleştirdiği nevresimleri bulup çıkardım, diğer eşyaları ortalığa döküp saçmamaya çalışarak. ve tırmandım ranzanın üstüne. orada kaç dakika cebelleştiğimi inanın hatırlamıyorum. ama inatla; yere inmeden, yukarıda, yatağın tepesinde, o nevresimi geçirmeye çalışıyordum, bunu hatırlıyorum. alt ranzaya inip orada kolaylıkla geçirmek istemiyordum, çünkü o yatağın sahibini tanımıyordum. benim yatağım buydu, bundan sonra hep böyle olacaktı, ve bunu yapmayı orada öğrenmeliydim. kenarları açık olan o devasa ranzanın üzerinde, hiçbir yere tutunmadan, çarşafı yatağa, nevresimi battaniyeye geçirmek için kaç dakika harcadım gerçekten bilmiyorum. çok uzun süre uğraştım ama, ve sonunda ağlamaya başladım, bu sefer hepten yapamadım. aşağı atladım birden, koşarak aşağı indim, bahçeye çıktım, annemi aradım;

    - kızım?
    + (hıçkırarak) anne ben bu nevresimleri geçiremiyorum bir türlü.
    - geleyim mi ben? istersen hemen bir otobüs bulur akşama orada olurum?

    neden geçiremedin, nasıl beceremedin, bak şöyle yap, böyle tut demeden bunu söyledi. konunun nevresim olmadığını ikimiz de biliyorduk çünkü. bu sözü duyar duymaz; güçlendim birden, duruşum dikleşti aniden; “gerek yok, ben hallederim” dedim. çıktım yukarı, derin bir nefes aldım, yarım yamalak hallettim, ama hallettim. belki bu yüzden nevresim geçirmeyi hala sevmem, ama hep hallederim.
87 entry daha
hesabın var mı? giriş yap