7 entry daha
  • hani filmlerde bir sahne olur, genç aktör yatağında uzanmakta olan yaşlı ve bilge adamla monoloğunu sürdürürken adamcağız ölüp gider de, aktör neden sonra fark eder ya, alvin lee'nin ölümü bana kendimi o genç adam gibi hissettirdi. halbuki daha dün gibi, hatunsal problemler ön planda iken woman trouble dinliyordum. etrafımda binbir türlü fırıldak dönerken ten years after woodstock'ı love like a man ile açıyordu; sert süspansiyonlu bir servis aracının arka koltuğunda woodchoppers ball dinleyerek hoplaya hoplaya gidiyordum. kafamı bir çevirdim, bir daha çevirdim ki alvin lee yok. dosya kapanmış, arşive konulmuş.

    toparlayamıyorum. bir damla kan vücudun için pek önemli değil belki, ama o kanı ajandanın üzerinde gördüğünde bir şeylerin yolunda gitmediğini anlarsın, kan burnundan gelmiştir. "beyin kanaması mı?" diye kıllanırsın. ya da bir tutam saç nedir, ne önemi vardır, yastığının üzerinde görene kadar. işte böyle adamların gidişi, ajanda üzerindeki kan, yastığın üzerindeki saç, artık geç kapanmaya başladığını fark ettiğin küçük yaralar gibi. artık sen eski sen değilsin, konuştuklarını kimse anlamıyor, hislerin, algıların dökülmüş saç misali birer ölü doku, insanlara katlanamadığında kulağına sesini doldurduğun adamlar ölüp gidiyor. üzülmedin belki, ağlamadın da, hattizatında adamı yolda görsen tanımaz, en fazla yerebatan sarayını tarif eder geçersin ama adam ölüp gidince, nağmeleri birer anı olunca şöyle bir duruyorsun. durup nerede olduğuna bir bakıyorsun ve farkettiğin o koca kıraç araziler, uzaktaki küçük, ışığı yanan ve salonunda bir götlük daha yer olmayan evler içini sızlatıyor hafiften. o burnundan gelen bir damla kan seni nasıl doktora götürüyorsa solup giden alvin lee de geldiğin ve gideceğin yola şöyle bir baktırıyor seni, sonuç hüsran: the bluest blues.

    velhasıl kelam alvin, toprağın bol olsun, nağmelerini helal et. ve evet alvin, karı belası hala kafamı meşgul ediyor. bil istedim.
8 entry daha
hesabın var mı? giriş yap