yeraltı (film)
aynı isimde "yeraltı" başlığı da var
-
biraz önce izlediğim harika ötesi film. sanıyorum zeki demirkubuz "dostoyevski şu an ankara'da yaşasa nasıl olurdu acaba?" sorusunun verdiği merakla işe girişmiş. özellikle histeri krizleri esnasındaki konuşma sahneleri dostoyevski romanlarına gömülmüş hissi verdi bana.
--- spoiler ---
filmde geçen birkaç önemli öge üzerine düşündüm biraz. bunlar yumurta, köpek uluması ve patates. baş karakter muharrem'in sabah-akşam yumurta yemesi ve yatak odasındaki içinde sarı plazmaların yuvarlak oluşturduğu süs eşyasının da yumurtaya sarısına benzemesi güzel yakalanmış bir ayrıntı. yumurta en temel anlamda basitliği simgeliyor. en basit yemek biçimi iki yumurta kırıp yemektir, hem kolay hem hızlı. yumurta kırmanın herkes tarafından bilinen ve kolay yapılan basit bir yemek olması, aslında baş karakterin de hayatını sadece temel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar basit bir şekilde yaşadığını simgeliyor. evi, yaşadığı memur hayatı ve hatta fiziksel anlamda da kendisi çok basit, daha doğrusu çok sıradan. bu sıradanlığı değiştiremeyecek olmanın kişiliğinde yarattığı bozuklukla akla gelebilecek en rezil ve iğrenç şeyleri inatla yapmaya niyetli olan muharrem'in, türkiye'nin en sıkıcı büyükşehirlerinden birisi olan ankara'da geçirdiği hayatı konu alan bir film yeraltı.
köpek uluması ve fahişeye hırlayıp köpek gibi saldırması da yaşadığı sıradan hayatı değiştirmeye yönelik bir hamle olabilir. hayatını değiştiremeyeceğini anlayan muharrem, televizyonda izlediği leopar belgeseliyle ve temizlikçisinden duyduğu hikayeyle kendisini köpeğe veya kurda dönüştürmeye çalışıyor. kendi hayatından sıkıldığı için ne kadar iğrenç veya absürd olursa olsun başka şekilde bir hayat yaşamaya çalışıyor. köpek gibi uluyan adam hikayesi de tam kendisi gibi bir adamın yaşayabileceği bir şey izlenimini verdiği için ulumaya başlıyor. hatta bir ara kendini köpek rolüne o kadar kaptırıyor ki fahişeye hırlayıp saldırıyor.
patatesle ne yaptığı sorusunun cevabını sanırım filmi dikkatli izleyen çoğu kişi anlayabildi. ben de anladığımı zannediyorum. porno izleyip, 31 çektiği geceden sonra elinde patatesle uyanması, patatesi koklayan temizlikçinin verdiği tepki, fahişeyle geçirdiği gecede patatesin olması ve fahişe evine geldiğinde "sen beni sapık mı sanıyorsun? o gün sana yaptırdıklarım hoşuna gittiği için mi tekrar geldin?" diye bağırması bana bir fikir verdi, eminim bu satırları okuyanlar da anladı olayı. muharrem'in iğrençlik yapmaktan keyif alması, ne kadar acı verirse o kadar haz duyduğunu söylemesi (hatta kapanış sahnesinde bahsettiği diş ağrısından alınan hazzı dostoyevski'nin romanlarında da okuduğumu hatırlıyorum) patatesle cinsel ilişkiye girmesine, hatta fahişeye verip onu strapon gibi kullandırtmasına sebep oluyor. kendini rezil edecek her türlü olaydan inanılmaz keyif almaya başlıyor muharrem. otelde bağırması, serviste uluması, yemekte tek başına şarkı söyleyip dans etmesi gibi örnekler mevcut.
fahişeyle konuşması da oldukça güzel bir sahneydi. ölümle ilgili yaptıkları konuşmadan sonra ikisinin de "öleceğiz en sonunda, bari çabuk ölelim bitsin" konusunda hemfikir olmaları aslında ikisinin de hayatlarından ne kadar memnuniyetsiz olduklarını gösteriyor. ikisi de hayatlarında dipteler, ve en yakın zamanda ölüp hayatlarından kurtulmak istiyorlar. muharrem'in fahişeyi hırlayarak korkutması ve sonrasında saldırması aslında bir anlık cinnetin yaratacağı etkiyle karşı tepki verecek olan fahişenin onu öldürmesini istemesiydi bence. ve muharrem o kadar beter bir halde ki, hayatından bezmiş bir fahişe bile ona acıyacak duruma geliyor son sahnede.
ayrıca son sahnede evi kırıp döküp, kapıyı da açık bırakan muharrem, gecenin bir yarısı eve gelen fahişeye her şey normalmiş gibi "çay koyayım mı?" diye sorduğunda o kadar güldüm ki, klasik bir ekşici olsam sandalyemden düşerdim.
--- spoiler ---
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap