kırmızı ışık müzikholü
-
yozgat'da şehirdışında bir müzikholün ismidir.
aslında bu entry'i girmeden önce uzun bir süre oranın gerçekten olup olmadığını
düşündüm.. hepsi bir düş müydü yoksa ben gerçekten de karlı bir 1998 kışında kırmızı işık
müzikholünde bulunmuş muydum? insan bazen hayatının sisleri içinde kalan görüntüleri
unutmayı tercih ediyor, ayrıntıları giderek silikleşen bu görüntülerin bir süre sonra
isimleri ve varlıkları bile bir rüya ile gerçeklik duygusunun arasında sıkışıp
küçülüyorlar..
1998 kışıydı ve yozgat'daydım. garajdaki lokanta yediğim bol yağlı tas kebabını acı bir
bardak çayla sindirmeye çalışırken zayıf bıyıklı garsonla sohbet ediyordum. "fazla param
yok, bu gece yatacak temiz ve ucuz bir yere ihtiyacım var" dedim, ya da onun gibi birşey.
o da bana şehrin 3-4 km. dışındaki sarıçay otelini tavsiye etti. bir pazar gecesiydi,
iki gündür yağan kar altında şehir derin bir sessizliğe bürünmüştü, arada bir havlayan
köpekleri ve yoldan mavi ışıklarını yakarak geçen devriye polis arabalarını saymazsak
sokaklarda çıt çıkmıyordu.
yarı yola kadar minibüsle gelip daha sonra karanlığın içinde bata çıka ilerledikten sonra
yatılı liselerin rutubetli ve kasvetli yurtlarına benzeyen oteli gördüm. resepsiyondaki
amcanın gözü beni tutmamıştı ama yine de odayı verdi. "sıcak su sabah yedi-dokuz arası
akar" diye homurdandı ben odaya çıkarken.. orta anadolu ucuz oteli.. 10 metrekare oda..
ayak kokan eski ince bir halı, kirli camları örten kirli perdeler. tavandan sarkan
kordonun ucuna tutturulmuş sarı ampül, eski bir musluğun pas akıttığı kirlenmekten
sararmış lavabo, tahta kurularının kemirdiği yıkılmak üzere bir gardolap.. pencereden dışarı
baktım...şehir ışıkları görünmüyordu kar tanelerinin arasında.. kafayı çekmek ve sonrasında
sızmak istedim sabaha kadar. nasılsa sabah bütün yolu geri yürüyecek, garajda bulduğum ilk
otobüse atlayıp istanbula dönecektim. zaten neden yozgatta olduğumu ben bile bilmiyordum.
otelden dışarı çıktığımda ayazı arkasına alan kar taneleri vurdu yüzüme..keskin bir soğuk
bıçak gibi kesti dudaklarımı, gözkapaklarımı.. bata çıka yürüdüm.. ne bir bakkal, ne de
hüzünlü bir tekel bayi..sonra uzakta kırmızı renklerle yazılmış, harflerin yarısı yanmayan
o neonun loş ışığını seçtim: "kırmızı ışık"...ya da "kırm.z. ış.k"
"kardeş, bu yakınlarda tekel bayi ya da içecek birşeyler alabileceğim bir bakkal filan var
mı?" elimle hayali bir rakı şişesinin kapağını açtım, hani bana alkol satmayan bir yer
tarif etmesin ben de boşuna yürümeyeyim diye... ne de olsa burası bir anadolu pavyonuydu
ve kapıda duran bu kadir inanır benzeri herif bu dili anlardı.
"şehirde bile bulamazsın bu havada açık bir yer..saat olmuş oniki..."
başım önüme eğildi, herşeye küfrettim o sırada hayatımda olan.. hayatımın bir özeti gibi mi
gelmişti o an bu yanıt, buna da emin değilim...
"gel içeri abi...seni misafir edelim..." sırıttı kadir abi...
"param yok be kardeş...başka bir sefere belki...ucuz otel bulacağım diye geldik bu dağ
başına zaten"
"abi ayıp ettin..bakkaldan alacağın rakı parasına misafir ederiz seni burada..ne olacak."
başka birşeyler söylemiş miydi beni ikna etmek için? yoksa ben aslında sırf kafa bulmak için
o an herşeye razı mıydım? hayatımda ilk kez bir pavyona giriyordum, evimden yüzlerce
kilometre uzakta.. hiç tanımadığım bir şehrin içinde, şehir kadar ürkek bir ruhla..
kadir bir başka kadir abinin kulağına birşeyler fısıldıyor. ikinci kadir abi kolumu
bir kadir abinin tutabileceği en nazik şekilde tutup içeri götürüyor beni..taş
merdivenlerden iniyoruz..duvarlar kadifemsi bir kumaşla kaplı, üzerine iğnelenmiş
eski siyah beyaz kadın resimleri.. kocaman bir kapının kanatları görünmeyen iki el
tarafından açılıyor. aydemir akbaşa benzeyen sevimli bir yüz gülüyor bana..kadir abi2
kolumu bırakıp aydemir abi1'in kulağına birşeyler fısıldıyor. aydemir abinin yüzü asılıyor
önce..sonra umursamaz bir edayla "buyrun beyefendi" diyor.. önüme düşüp arkalardan bir
masaya oturtuyor beni.
....(devam edecek)
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap