1884 entry daha
  • duygu

    geriye boşluk verdi tekrar. klavyeye baktı. ekrana baktı. birkaç tuşa basıp geriye boşluk verdi tekrar. iç çekti. hiç geldi. tekrar içine çekti havayı. daha derin, daha uzun… karanlık odadaki tek ışık ekrandan yüzüne çarpıyordu. kül tablasından, yolun yarısındaki sigarasını aldı. dudaklarının arasına... iç yaptı dumanı. bıraktı. yavaşça. sadece ekrandan ışık alan dumanı izlerken aklına ahenk kelimesi geldi. aklından ahenk kelimesi geçti. gitti. aklındaki her şeyle birlikte. bu, ne ilkti, ne de son olacaktı. aklından geçen önemsiz bir şeyin, bütün önemlileri götürmesi…

    o gece de yazamadı, tıpkı diğer gecelerde olduğu gibi. düşüncelerin kaydedilebilmesini dilerdi hep. öyle hızlı düşünüyordu ki, hangisini hangi şekilde kayıt etmesi gerektiğine şaşırıyordu. ve bir de başlamak bitirmenin yarısı değildi. defalarca farklı şeylere başlamış ve defalarca yarım bırakmıştı geçmişinde. bu kez, onu bile yapamıyordu.

    insan ne kadar düşünürse düşünsün yapamıyorsa, bu, insanın yeterince iyi düşünmediğinden değil, yeterince hissetmediğinden kaynaklanıyordur. tüm gün boyunca elini kaldırmayı düşünen insanın bunu gerçekleştirebilmesi için kullanacağı enerji duygudan gelir. yani eğer yeterince hissedemiyorsan yataktan kıçını kaldıramazsın!

    hızla yataktan kalktı. öyle ki gözlerini açtığında çoktan gömleğinin düğmelerini iliklemeye başlamıştı. evden çıkıp arabasına bindi. bütün yolu kısa bir sürede ardı yapıp amacının kapısında durdu. ancak o anda aklına gelmişti “acaba evde midir?” düşüncesi. ancak o an düşünebilmişti çünkü. beş saatlik yolu üç saat on beş dakikada almasının nedeni buydu. sağ elini zile götürdü. dokunmadan önce korktu. dokunduktan sonra korkusu arttı. artık geriye dönüş yoktu. kapı açıldı. aşık olduğu iki göz kendisinde kilitlenip durdu. iki senedir görmüyordu onları, fotoğrafları saymazsak! kendisine bakan gözler iki senedir onu görmeseler de şaşkın değillerdi. sadece baştan ayağa süzüldü önce, sonra ayaktan başa. kadın gözlerine baktı ve dudaklarının arasından umursamazlık çıkardı:

    - hayırdır?

    sözü duyunca sağ ayağını geriye attı adam. ve sesi duyunca sol ayağını diğerine yaklaştırdı.

    “kim o?” diye sormuştu ses.

    - hiç, dedi. “hiç!”

    daha hızlı bir şekilde evine dönerken, aldığı her metrede sinirlendi adam. evine girdiğinde artık sinirdendi adam. oturdu ve tuşları dövercesine yazdı nefretten gelen romanını. saatlerce. içini döktü kağıtlara. harflerce. ve durdu. bitirdi. yazdığı şey bir aşk hikayesiydi. mutlu başı, mutlu sonu, mutlu içi olan…

    insanoğlunun ne zaman ne hissedeceği kestirilemediği gibi, herhangi bir duyguyla oluşturacağı davranış da kestirilemez. nefretten bir aşk hikayesi çıkabilir. sevgiden bir cinayet işlenebilir. aşktan bir nefret hikayesi çıkabilir. asıl önemli olan soru şudur: içten çıkartılan şeyden sonra, içte aynı şey kalır mı? yeterince çıkartılabilir mi? her ne olursa olsun bir şekilde önemlidir istenmeyen duyguyu içten atmak. ömür boyu nefretle yaşamaktansa bir şekilde atıp kurtulmak gerekir.

    yıllar sonra ünlü bir roman yazarı, adımlarını yavaşlatıyor yolda yürürken. gözlerini kırpıştırıp bakıyor savrulan saçlara. elinden tuttuğu çocuğa bakıyor kadının. saçlarına bakıyor tekrar. aklına ahenk kelimesi geliyor.

    yıllar sonra’dan yıllar sonra bir evsiz, bir alkolik, bir katil, bir aşık, hepsi bir olan aynı şey, boş boş bakıyor elindeki eski kitaba.

    aynı duygu farklı hareketleri verebiliyor insanlara ve farklı zamanlardaki aynı insanlara da… hissetmeyi sağlayan eğer beyni ise, kalbinin neden bu fiziksel acıyla dolduğunu anlamayan adam, sabahın kör karanlığından kör edici ilk ışıklarına uzanan zamanında, elindeki koyu yeşil ve koyu ucuz şarap şişesini içinde kalan şaraba aldırmadan kırıyor çocuklar için kurulmuş salıncağın demirinde. salıncağın ahenksiz bir şekilde sallanışına bakarak gülümsüyor son kez. ve parçalanmış şişeyi alıp acısına saplıyor. hep düşünüp hiç yazmadığı gibi…
5205 entry daha
hesabın var mı? giriş yap