16 entry daha
  • neden bu önermenin yanlış ve yanlı olduğuna bakacak olursak,

    birincisi, "dil devrimi" denmesini yanlış bulan arkadaşlar olmuş. aslında gerçekten de devrim net olarak harflerde yapıldı, bu yüzden kızmakta haklı olabilirler, ancak aynı süreçte türkiye'de konuşulan türkçe'ye başka "katkı"lar da olmuştur. bunlara katkı gözüyle bakıyorum, sebeplerine geleceğim.

    işin sadece "harf devrimi" kısmına bakacak olursak, burada bir "diyet" ödendiğini kabul etmek gerek. eski belgeleri, eski harfleri okumakta güçlük çekilecek, ancak bu "tarihi unutturma" amacı güdülerek yapılan bir şey değildir. mevzu aslında gayet açık: okur-yazar insan sayısını artırmak lazım, bunu yaparken batının benimsediği medeniyet düzeyine ulaşman lazım. 10 sene önce batıyla kıran kırana savaşmış olman bu gerçeği değiştirmez. bunun yanında insanlar eski kaynakları okuyamayacak endişesi taşındı, bu haksız bir endişe değildir ama tarih bilinciyle hiçbir ilgisi yoktur. tarih bilinci için zaten şart olan filoloji bilgisine bir parametre daha ekler. arap alfabesi sonradan unutulmuştur (normal ve hedeflenen olarak) ama bu seni tarihinden koparmaz, sebebine tarih kısmında değineceğim.

    latin alfabesine geçiş, daha doğrusu arap alfabesini terk edişin temel sebeplerinden bir diğeri de bu dilin aslında gerçekten de türkçeye uygun olmaması. bu dil normal olarak arapça ve farsçaya uygun, ama arapça ve farsça arasında dağlar kadar fark var. türkçede noktalama işaretleri bu dillere oranla çok daha önem arz ediyor, oysa arap harflerinde noktalama işaretlerinde kesin kurallar bulunmamaktadır. ayrıca türkçe için sesli harfler çok kritik bir rol oynuyor, arap harflerinin bu ihtiyacı karşılamada yetersiz olduğu düşünülmektedir.

    bütün bunları arap harflerini aşağılamak için söylemiyorum, arap harfleri arapça için uygundur. farsça'daki p, ç sesleri yoktur mesela, çünkü adamlar buna ihtiyaç duymazlar konuşurken, bu kadar basit. osmanlı arap harflerini kullanırken farsçadaki bu sesleri de kullanmıştır, çünkü türkçe bu seslere ihtiyaç duyar. zaten meşhur islamcılardaki sert sessizleri yumuşatma tandansı bundan görülür. örneğin "cevap" sözcüğü bildiğin arapça "cevab" sözcüğüdür. araplar bunu "cevab" olarak sesletirler, ama türkler, türkçe konuşan kişiler bir sözcüğü "b" ile bitirmezler, bunda zorlanırlar. bu yüzden bunu "cevap" olarak kullanırız. arapçada "p" harfi olmaması, ihtiyaç duymamasındandır, bizim ihtiyacımız var arkadaş. bizim ihtiyacımız olduğu için de osmanlı alfabesi kullanırken şöyle bir yönteme başvurmuşuz, p harfini ve ç harfini, b harfi ve c harfinden ayırmak için üstüne altına noktalar eklemişiz. fakat bu nokta kullanımını çok kullanamamışız, yani bunu her yazıda görmüyorsun, sonunda "cevap" yazacağına gerçekten de "cevab" yazmış oluyorsun.

    bunun gibi ufak tefek örnekleri bir araya getirdiğinde aslında gerçekten arap alfabesi türkçeye uymuyor. bu dilbilimsel bir gerçek. "arapça" sözcüğünü bile seslettiğin haliyle arap alfabesiyle yazamıyorsun nihayetinde.

    o yüzden alfabelerin, sesletimleri yazıya dökebilmek için bir araç olduğunu unutmamalı, alfabeler sesletimi yönlendirmezler.

    latin alfabesine geçiş yapan ilk türk cumhuriyeti "olmadığımızı" hatırlatmak isterim. azerbaycan bu geçişi 1925 senesinde başlatıyor, biz 1928'de. zaten latin alfabesinin türkçeye uyarlanmasını da ilk kez 1860'da bir azerbaycanlı ortaya atıyor. sovyetler birliğindeki diğer türk cumhuriyetleri de 1928'den sonra latin alfabesine geçiyorlar. bunların bir kısmı daha sonra (sanırım 40'lar) kiril alfabesine geçmeye zorlandı. ayrıca çin'deki uygur ve kazak türkleri 1954-1974 arasında bir latin alfabesi kullanmışlar. burada bahsedilen latin alfabeleri bizimkisi gibi "düzenlenmiş" alfabeler tabii ki. nasıl biz w kullanmayıp ğ kullanıyorsak onlar da benzer sesler ekliyorlar, çıkarıyorlar.

    sesli harf yapısının türkçede çok önemli olduğunu ve arapçanın bu konuda yetersiz kaldığını belirtmiştik. bilirsiniz, kuran'ın ilk hallerinde de sesli harfler yoktur, bu dillerinin doğası gereği böyledir. sonra evrilmek zorunda kalmışlardır. (bkz: hareke) ama bizim dilimizin doğası sesli harflere ihtiyaç duyar, arapların metodu bizimkisine uygun değildir. sessiz harfli bir sözcüğü sesletemez kimse, ama yazarken bunu bir şekilde ifade etmen gerekir. bu ifade biçimi dile ve topluma bağlı olmalıdır. örneğin ingilizce "lyr" sözcüğü gibi düşünebilirsiniz. sesletirken sesli bir harf telafuz ediyorsunuz ama yazı dilinde kullanmıyorsunuz. bizde hiçbir zaman böyle olmamış bu. göktürk alfabesine bakacak olursak, a-e-ı-i-o-ö-u-ü seslilerini kullanıyorlar, ama alfabeleri bunları doğru bir biçimde ayırt etmeye yetmiyor. örneğin a-e için tek sembol, ı-i için tek sembol kullanıyorlar. yine bunu biraz ekarte edebiliyorsun yazının genel hatlarına bakınca (arapçayı sessiz yazdığında yine de sesletebildiğin gibi) ama adamlar o-u ve ö-ü için de birer sembol kullanmışlar ve bu biraz sıkıntı yaratmış. bu tek sembollülük a-e ve ı-i'de problem değilmiş yani. özellikle türkçede a'nın e'ye evrilmesi çok rastlanan bir şey, bunların sebepleri de ortaktır. "alma" -> "elma" buna bir örnek.

    sesli harflerin önemine baktığınızda, büyük ve küçük ünlü uyumu kurallarının varlığı da bunun altını çiziyor.

    harf devrimi ve cumhuriyet ile birlikte gelen devrimler sırasında başta bahsettiğim ve "katkı" olarak gördüğüm süreç dil devrimi olarak değerlendirilebilir. bunun için insanların çokça eleştirdiği "güneş-dil teorisi" gibi olaylar da var ama bahsettiklerim onlar değil. zira başka bir entryde bahsetmiştim sanırım (bulursam bkz veririm) o dönem dil bilimindeki milliyetçi ve bugün ırkçı görünen akım bütün dünya'da mevcuttu. süreci türkolojiye indirgememek lazım.

    "katkı"lar çoğunlukla dönemin türk dil kurumu, atatürk'ün kendisi ve çevresi tarafından sağlanmıştır. latin alfabesinin türkçeye daha uygun olması, daha kolay öğrenilebilmesi, matbaa ile daha rahat kullanılması bir milleti kalkındırmak, okur yazarlığı artırmak için çok önemli olurken, yeterli olmayabilir. sizin bilim yaparken bazı temel terimleri anlaşılır kılmanız lazım. çok dil konuşan ve dilbilimine dönemi itibariyle ortalama bir insandan daha hakim olan atatürk bunun farkındaydı, bu yüzden geometri kitabını yazdı ve terimleri "türkçeleştirdi". örneğin "maksumunaleyh" sözcüğü. bu arapça olduğu için değil, türkçeye uygun olmadığı için "kötü" bir sözcüktür. bu sözcüğün dünya'nın herhangi bir yerindeki türkçe konuşan kişi için uygun olduğu söylenemez. ama atatürk geometri kitabını yazmadan önce bu terim kullanılıyordu. bu terim türkçeye uygun değil. şimdi kullanılan terim türkçeye anlam ve sesletim olarak çok daha uygun. bugün bunun yerine "bölen" diyoruz.

    kimileri çıkıp "bölen" sözcüğünü o kadar duyduk ki, alıştık, bu yüzden bize uygun geliyor diyebilir. bu çok doğru değil. bu dönemlerde türkçeleştirilen terimlerin büyük çoğunluğu uygun olsa da benimsenememiştir ve kullanılmamıştır. bunun en geniş kısmını astronomi (gök bilim) terimlerinde görüyoruz zaten. hep söylediğimiz gibi, "eşlek" sözcüğü aslında "ekvator"un yerine önerilmiştir abdullah kızılırmak tarafından, ama maalesef yaygınlaştırılamamıştır o yüzden şimdi kulağımıza yabancı ve yapay gelmektedir, bu sözcüğün türkçeye uygun olmadığı anlamına gelmez.

    dilde evrim şarttır. atatürk'ün bulduğu terimlerin de tamamı olduğu gibi kullanılmamıştır, ama büyük çoğunluğu kullanılmıştır. örneğin "tümey açı" demiştir, ama insanlar "tümler açı" demeyi, "bütey" açı yerine de "bütünler açı" demeyi tercih etmiştir.

    tdk da başlarda bu bakımdan çok önemli "katkı"lar sağlamıştır. örneğin "cenub" sözcüğü arapçadır. ve osmanlı türkçesinde de hep cenub kullanılmıştır. oysa türkçeye uygun değildir, yine "b" ile biter, küçük ünlü uyumuna uymadığından ağız yapımıza terstir. anlam olarak da ilişki kurabileceğiniz tek şey din temelli, arapça kavramlardır. oysa tdk bunun yerine "güney" sözcüğünü kazandırmıştır dilimize. hem sesletim olarak uygundur, hem de anlamını ifade eder.

    gelelim işin tarihi kısmına.

    birincisi, alfabe değişikliği sadece değişikliğin olduğu dönemde problem teşkil edebilecek bir şeydir. bugün hala aynı alfabeyi kullanıyor olsaydık, tarihi belgeleri okuyacağımız zaman şimdikinden "biraz daha" rahat edebilirdik belki, ama bu "biraz daha"nın altını şöyle çizmek istiyorum: rusça öğreneceğiniz zaman şu anda önünüzde iki problem vardır. birisi kiril alfabesini öğrenmek, diğeri de dilin kendisini öğrenmek. çince, japonca vs. hepsi için durum bu. ama ingilizce öğreneceğiniz zaman bu problemi yaşamazsınız. bu bakımdan kiril alfabesini öğrenmek (sesleri tanımak) dilin kendisini öğremenin yanında ufak sayılabilir.

    oysa tarihi belgeler okunurken, yazıldığı dönemdeki dili bilmeniz gerekir. sadece sözkonusu alfabeyi tanısanız, hemen hemen bütün osmanlı tarihini okuyabilecek hale gelirsiniz, ama kesinlikle ve kesinlikle anlamazsınız. her dönem kullanılan dil normal olarak değişmiştir. bu yüzden bütün tarihçiler bunu söyler, belge okumak filoloji ile mümkündür. biz bu konuda pek gelişemedik maalesef.

    örneğin macar tarihi çalışan birisi latince bilmek zorundadır. bizans tarihi çalışacak birisiyse ortaçağ yunancası bilmek zorundadır. bugün bir yunana götürüp bizans belgesi versen okuduğundan pek bi halt anlamayacaktır, çünkü bu ortaçağ yunancasıdır. bunun ayırdına batı erken varmıştır. ilber ortaylı'dan alıntı yapıyorum :

    --- alıntı ---
    vatikan devlet arşivleri (papalığın arşivleri), dünyanın en eski düzenli arşivleridir ve 1135'ten itibaren düzenli raporları vardır. ondan evvelki bilgiler fragmanlardır. hiçbir türk tarihçisi o devrin latincesini öğrenip de gidip o arşivleri okuyup araştırmış değil. türklerin "dede korkut destanı"nın en iyi versiyonu bile italya'da vatikan kütüphanelerinde bulundu.

    bunlar, maalesef filolojik bakımdan donanımsız, boş konuşmayı seven bir memleketin tarih yazımının hazin görüntüsüdür. osmanlı imparatorluğu'nu aşağı yukarı 150'nci yahut 140'ıncı kuruluş yıldönümüne kadarki vesikalardan etüt etmekten aciziz. en eski tahrir defterimiz ve en eski kadı sicillerimiz de gene 15'inci asrın 2'nci yarısına aittir. daha da tuhaf olanı, en eski tahrir defterimiz, bugünkü türkiye'ye ait değil, arnavutluk'a aittir, yani fatih sultan mehmet devrine. buna halil [inalcık] hoca neşretmiştir, halil hoca'nın böylece arnavutluk milli tarihine yaptığı katkı eşsizdir.
    --- alıntı ---
    (tarihimiz ve biz, ilber ortaylı, timaş yayınları)

    demek istediğim tam olarak bu, alfabe değiştirince tarih uçmaz. örneğin kalde krallığında, babilonya'da sümer metinleri saklanırmış. fakat bunlar bambaşka diller. ona rağmen hitit memurları ve rahipleri sümer metinlerini okuyabiliyorlardı. bugün muazzez ilmiye çığ'ın okuyabildiği gibi. öte yandan aynı dönemde güney doğuda yapılan kazılar oradan sümer metinleri çıkıyor, halbuki adamlar hitit. sümer dili sami dillerinden biri olmamasına rağmen, o dönemin insanı gılgameş'i okuyabiliyor. yine ortaylı'dan öğrendiğimizi satacak olursak, meşhur hadis alimi buhari, ya da dönemin islam alimleri de ibranca ve aramca bilirlerdi. ortaçağ avrupasında da bu durum böyleydi. batıdaki adamlar bu sayede tarihi okuyabildiler, ve bunun değerini anladıklarından 1135'ten itibaren "log" tuttular. bu sayede ihtiyaçlarını alabildiler, arap rakamlarını kullandılar vs.

    yani tarih çalışmamamızın alfabe değiştirmekle hiç ilgisi yok. istediğin alfabeyi kullan, sen yine de filoloji çalışacaksın.

    bu bakımdan tutup orta halli iki şiiri alt alta koyup "bakın bu ne kadar güzel öbürü kötü" demek kadar saçma bir metod yok. osmanlı sarayında konuşulan dili ve o aristokrasiyi protest eden ne halk ozanları çıkmıştır bu topraklardan, bugün hala okuyup özümsüyor ve beğeniyoruz. şair eşref (ki favorilerimdendir) 1912'de ölmüş adam. dil/harf devrimiyle hiçbir ilgisi yok. halide edip'i okuduğum gibi (harf devriminde katkısı vardır) okuyabiliyorum adamı.

    ideolojik çıkarlarınız için tarihi çarpıtmayın.

    not: bu entry 28 şubat 2016 ekşisözlük direnişi süresince katalanca olarak sunulmuştur. (bkz: bütün entry'lerini katalancaya çevirmek) bundan çok daha kaliteli yüzbinlerce entry bu süreçte yok olmuştur. bir zamanlar devletin milletini ebleh yerine koyması yasaktı, bazı yasaklar özlenebiliyormuş.
19 entry daha
hesabın var mı? giriş yap