268 entry daha
  • sezonu bitirmeyen yeltenmesin.

    --- spoiler ---

    ismini hannibal koyduktan sonra ortaya ne çıkarsan izlenir, orası kesin ama hannibal'ı dizi yapmak yağlı olduğu kadar da riskli bir iş. zira hem romanlarından ötürü, hem de hali hazırda sinema tarihinin en ünlü karakterlerinden biri olması dolayısıyla bir sürü takipçisi var. acımazlar. bir de tabii son hannibal filmleri, grotesk ve operatik altyapısıyla çekici gelen hannibal'ı, çocukların gözyaşlarıyla karıştırılmış martini içip siesta yapan zengin bir piçe dönüştürdüğünden doktorun karizmasını yeniden imar etme yükü var. son tahlilde ortaya çıkan şey şahsen benim umduğumdan çok daha iyi. hele de dexter bitecekken böyle bir izlenceliğe ihtiyaç vardı.

    dizinin yazarı bryan fuller, heroes'da sonu sıçışa giden keyifli ve etkileyici bir yapıma imza atmış, pushing daisies'de ise gayet istisnaî bir iş ortaya çıkarmıştı. senarist grevi yüzünden patlamasa bayağı bi ödül toplar ve benzerlerini de peşinden sürüklerdi eminim. çok sevmiştim. lakin imza attığı her işte, başlangıçtaki kreatif süreçte hayli başarılı olsa da sonrasında sanki kurmaya çalıştığı dünya için yeterince referansı ve birikimi olmadığından takılıp kalıyor ya da formüllere meyledip kolay çözümlere kaçıyor gibi geliyor bana. umarım bu sefer farklı olur.

    hannibal'ın senaryosunu yazmaya başlamadan evvel şöyle düşünmüş: "acaba david lynch, hannibal lecter karakteriyle ne yapardı?" bunun üstüne tuhaf mekânlar, estetik tasarımlar vs. üzerine yoğunlaşmış, ayrıca kubrick'ten de çok etkilenmiş yazarken. referans vermede sorun yok. eh özgün sayılabilecek bir kurgu yarattığı da söylenebilir ama lan bi sktir yani. iki rüya gördürünce, bi geyik kovalatınca, seri katil dizisine fbi ajanından çok analist koyunca, canlının yüzünde ölüyü gösterip arka plana bi bach, bi opera miksi yerleştirince olmuyor ki brayın. sonuna kadar elegant olalım, vidyoklip estetiğine, filtrelere doymayalım iyi has da sen bildiğimiz geek'sin işte. niye dizi sektöründe sanatsal devrim yapıyormuş tatavasına giriyorsun? yanlış anlama; dizideki karakterlerin hiç şüphelenmediği, bilakis güvendikleri ve herkesi kandıran ama izleyicinin ne tür bir cani olduğunu bildiği hannibal, othello'daki iago'nun ironik karakterini aynen taşıması bakımından leziz bir gönderme. sezon sonunda will'in zokasını bize yutturup göz kırptığın çekov'un silahı numarasına da şapka çıkardım. maşallah öğrendiğini uyguluyorsun. yalnız şimdi bi profilcinin, alakasız bi analistin evrak takibinde ne işi var, kız kardeşi öldürülen oğlan o polis çemberinin arasından içeri girip abigail'e nasıl dadanabiliyor, gözaltına alınmakla tehdit edilen gazeteci fbi korumasındaki abigail'le zırt pırt nasıl görüşüyor, hannibal nasıl bir insan ki gecenin ikisinde-beşinde dahi kendisini şorttu, pijamaydı demiyorum ama robdöşambrla bile göremiyoruz, manyak olduğu için yatarken bile haud kotör kıyafetle yatıyor olabilir, anlarım… belki de ingiliz olduğu içindir emin değilim ama bu lecter nasıl bir terapist ki will'e omuz masajı yapıyor? bizim burada, “valla uzun yoldan geldim, haftada üçyüz bayılıyom hamfendi bi omzumu ovsanız” desen kıyamet kopar. ben anlamıyorum bunları. arkada opera çalıyor da buralarda patlıyor işte hikâye. yine de ilk sezon itibariyle iyi iş kotardın yavşak. psikoanalitik okuma yapacağım diye manitalar birbirini kırıyor.

    her neyse, dexter seri katil dizileri için güzel bi kanal açtı. the following, bates motel, criminal minds, luther falan artık kaptıran bi seri katil dizisi yapıyor mecbur. e, iyi. lakin son zamanlardaki bu seri katil dizilerindeki ortak öğe bolluğu ne olacak? sanırım literatürden ve hayal gücünden önce seleflerinden (özellikle dexter'dan) faydalanmalarından olsa gerek birbirlerine benzemekten kaçamıyorlar; zira şu ara tüm seri katilli dizilerde olaylara/katile etkisi olan akademik karakterler, mutlaka terapist, başrollerde sanata ve yüksek zevklere düşkün sosyopat ve tablo gibi sunulmuş cinayetler mecburi gibi. herkes mi eksantrik lan? koca dizide elinde kalem-defter not alan bi tane insan gibi dedektif vardı o da görünmesinden on dakika sonra öldü gitti. ayrıca neden tüm seri katiller baltimore'da? niye hepsi cesetleri ikonik şekillerde sunma peşinde? adnan çolak gibi tasarım düşkünü olmayan standart bi soyguncu tecavüzcü psikopat yok mu yani? buna da kızdım.

    diğer taraftan kanımca antoni opkins'i aratmayan, doğal haliyle gerginlik sebebi mads mikelsen; karısı da homeland'de bipolar bir karakteri canlandırdığı için evde bolca otistik oyunculuk pratiği yaptıklarından olsa gerek aslını şaşırmış hugh, artık o göt göbekle anca diyaloglu sahnelerde arada bir kalkıp yürüyerek ve "on my mark!" diye bağırıp poz kesebilecek kıvama gelmiş laurence fişbörn cuk oturmuş seçimler. fakat şimdi bu gazeteci rolündeki kız dizinin en zayıf halkası, tansiyonu skip atıyor, arada fantezili çorap giymesinden başka bir özelliği yok. eddie izzard desen canard a la rouennaise üstüne dikilmiş bostan hıyarı gibi durmuş. ne yüzü role uygun ne personası. hikâyenin soğutucu komikleri olan inceleme ekibine ise hiç değinmiyorum, dizinin çizdiği profile bakarsan bunların bu dizide ne işi var diye sormak işten değil.

    red dragon'da evli çocuklu munis insan olarak tasvir edilen will'in fotoğrafik hafızası dizide "saf empati"ye dönüşüyor. bu, will'in daha geniş izleyici kitlesi tarafından sevilmesini sağlayacak bayağı nokta atışı bir değişiklik. çünkü sanırım herkes acayip empati yaptığını, ötekilerin empatiden haberinin bile olmadığını, neler çektiğini kimsenin anlamadığını düşünür. bu yüzden will ile özdeşleşmek ister istemez oluveriyor. will sosyalleşmek istemiyor çünkü insanlara çok fazla değer verdiğini düşünüyor. hepimiz gibi. will'in herhangi biri hakkındaki -lecter hariç- önizlenimi kesinlikle doğru, aynı biz. fakat elbette ki will'i farklı kılan başka özellikleri de var. empati yaptığı karakteri adeta emiyor: mimiklerini, korkularını, duygularını hatta kim bilir rüyalarını da... adeta kanlı canlı bir şekilde o insana dönüşüyor. bizde bu yok. iyi ki yok. o yüzden will'i izleyelim. hem ava giden, akademikçi, köpekleri olan, yalnız yaşayan maskülen bi karakter ama bi yandan da çocuk. yani şimdi bu adam da muhtelif duyguları harekete geçirdiğinden takip hissi yaratmazsa kim yaratacak? bu hissiyat öyle ki dışardaki kaos, cinayetler, oyunlar falan bizi boğdukça biz de will'in evine, onun ıssız kulübesine gitmeyi, köpeklerini görmeyi, will'in hayatına daha fazla şahit olmayı arzuluyoruz bir yandan da. valla kıyak karakter olmuş. yalnız will'in katille empati yaptığı sahnelerde peyda olan kara şimşekvari fuvvvuuf efektini son birkaç bölümde görmedik, kim unuttuysa enki razı olsun.

    jack, dizinin birincil öğesi olan manipülasyonun en etkili uygulayıcılarından biri. will'i pek siklemiyormuş gibi, asıl amacı takıntılı olduğu katili yakalamak olan klasik bir dedektif stereotipi ya da neyse işte, komser. will'in ayan beyan arızasını görüyor ve onu iki üç cümleyle en zayıf olduğu yerden vuruyor. will'in empatisi: "will ben seni görebiliyorum! benden saklanamazsın, sen saklansan gözlerin saklanamaz. çıkar bakiym gözlüğü." tamam, will bitti. yalnız hannibal karşısında sümüklü oğlan çocuğuna dönüşmesi hoş olmadı. yılların fbi komseri, profil çıkarma bilir, beden dili bilir, analiz bilir, arızayı şıp diye gözünden anlaması lâzımken bi tane insan sırtından strogonof, bi tane dil buğulama uğruna tav oldu, yalağa bağladı.

    daktır lektır manipülasyonun şahı elbette. bu gücü diğer insanların algılarında kendine özel bir yer edinerek, kendisinin onlar için özel olduğunu düşündürerek yapıyor ilk evvela. bunu en güzel örneğini abigail'i mantarlı çay içmeye ikna edişinde görüyoruz. hatta kocası jack ile hiçbir şey konuşmayan karısının hannibal'a takır takır dökülmesi de buna bir örnek. (kadın kanserden ölecek. hodor!) bunun yanında kedi fare oyunundan bir sanat eseri yaratmak istercesine harcıyor insanları. kurbanlarının gözlerindeki korku, intikam, kızgınlık falan değil onun derdi. öldürdüğü bir kızın annesine en acı dolu anında sarılıp saçlarını okşayarak teskin edebilecek kadar soğuk kanlı bu katil yarattığı terörün insanların asıl insansı yanlarını ortaya çıkardığını, o zaman jestlerin, mimiklerin daha gerçekçi olduğunu, bedenlerinin ısınmasını falan önemsiyor. tabii bir de bir şeyler olmasını: "bakalım ne olacak?" onun derdi bu. başka kimse bir oyunun içinde olduğunun, her tepkisinin izlendiğinin, karşısındaki insanın arkadaş olmadığının -hatta kimseyle arkadaşlık kuramayan bir sosyopat olduğunun- farkında değil. aynı sen. her neyse, tanrıyı oynamıyor mesela ama tanrıyı oynamaya kalkışan şeytanı oynadığı söylenebilir.

    işin garip yanı hannibal'ı genelde bir cani olarak da göremiyoruz. kurbanlarını rasyonel olarak seçiyor, onlardan bir hikâye oluşturuyor ve organlarını yiyor. onun dışında hannibal'ın psikososyal anormallik sergilediğine dair bir kanıtımız yok. hatta felsefede insaniyet esasen yetenekle ilişkilendirilir. çizdiği resimlere, el becerisine, mutfakta harikalar yaratmasına falan bakarsan basbayağı üst insan dersin. will'in empatizan olduğunun altı ha bire çizilmese belki hanni'nin cani olduğunu bile düşünmeyeceğiz.

    insanların algısında yer edinme taktiğini en tehlikeli şekilde uyguladığı karakter ise will. will'in terapisti olması ve will'i sürekli bir türlü düzelmesi mümkün olmayan bir hasta olduğuna ikna etmesi, will'in onu bir türlü görememesine ve varını yoğunu ona açmasına sebep oluyor. bu sayede cinayetler, fbi'ın içi ve will'in çevresindeki diğer kişiler hakkında her şeyi öğreniyor. bu arada jack ve will'in birbirlerine düşman ediyor ve hatta bizim bile jack'e bakışımızı etkiliyor. will eğer iyileşir de hannibal'a gerek duymazsa tabii ki hiçbir şey paylaşmayacak ve hannibal elindeki en büyük avantajı yitirecek. bilmiyorum, belki de will bu yüzden içeride. ama bi yandan da oğlana aşık gibi, hayran gibi it. artık tamamen kapalı bir alanda tutulan will'den nasıl faydalanacağını ileride göreceğiz. mads mikelsen'in bu manipülasyonun gücünü yansıtmaktaki etkisi de müthiş. minimum mimik kullanımı, ölü balık gibi bakışları, karşısındaki ne söylerse söylesin her şeye hazırlıklıymış ve hepsinin üstesinden gelebilirmiş gibi durması ve tabii ekose kıyafetleri, kravatı falan... misal hannibal kravatını windsor düğümü şeklinde bağlıyor. windsor düğümü bir kravatın en büyük göründüğü düğümdür ve dikkat dağıtır. adam boşuna usta değil zira kravatını bu şekilde bağlayan birinin yüzüne baktığınızda gözünüz iki de bir kravata kayar. benim tv biraz büyük olduğu için beynime işledi, mad mikelsen dendiğinde kafası windsor düğümü şeklinde bir insan geliyor gözlerimin önüne. bi bölümde de dürzü bizzat yaka mendiline bi dikkat çekti, arkadaş o mendil ne zaman yerinden çıkacak diyordum ki sonunda ekranı kapladı, hadouken yemiş gibi uykuya daldım. bu windsor düğümü de iyi düşünülmüş zira from russia with love'da bond windsor tarzı bağlanmış kravat takan insanlara güvenilmemesi gerektiğini söyler. çünkü bu bağlama şekli kibir ve kabalık göstergesidir. bağlayan kişi, uzun uzun bu zor düğümü yapmakla uğraşacak kadar kendine hayran olması yanında, "bak kardeşim ne kravat seçmişim, ne zevkli insanım" demektedir. bunun aksine will'in kravatı ise tam tersi, çarpık çurpuk, aceleye getirilmiş, çocuksu bir bağlama şekli. bu da kaçınılmaz olarak zavallı will ve beylerbeyi hannibal arasındaki kontrastı destekliyor. bi de hannibal'ın sefer tasını doldurup milletin evine pike yapması var ki yani ukalalığın daniskası. nyarlathotep muhafaza, bu yaşta bir herif benim evime öyle gelecek piştovunan kovalamazsam adam değilim. neyiz lan biz?

    bunlar tabii dizinin iyi tarafları fakat nasıl biz, "kadın karakter yazan romancımız yok, senaristimiz yok" diye söyleniyoruz, görüyoruz ki hannibal'da da aynı dert var ve bu sorun dünyağ çapında. hannibal ortamı malum erkek dünyası ama yani dizideki bütün kadınlar da laylon. alana bloom'a baksan güya terapist ama aşırı anne korumacılığıyla will'i esirgemeye çalışmasından, tabanı tikeltip öpüşmesinden başka bir numarası yok. gazeteci zaten uzaylı zekiye. hannibal'in terapisti bayağı tehlikeli duruyor; hannibal'ı çözmüş, bi yanıyla da hayran ya da kendini ona benzeştirdiğinden ses etmiyor gibi, hem harbiden terapist gibi allah için, bildiğin kütük. jack'le konuşurken bi ara eliyle saçını düzeltti, başka bi jestürünü görmedik. o da senaryodan değildir diye umuyorum. koca beverly katz olmuş sana lab geek; will'e isterik bakışlar atıp dursun, onun derinliği de o kadar. bi tek abigail'in hikâyesinde potansiyel vardı, hani göründüğünden fazlasıdır belki falan diyorduk o da travmayı atlatamadan ilkokul çocuğu kafasında geveleyip bir süre sonra da kulağı kaptırarak kayboldu. artık ileride bi clarice sterling çıkar da şöyle olur böyle olur diye ummaktan başka çaremiz yok.

    sonuçta psikolojiydi, cinayetti, analizdi, terapiydi, transferanstı, manipülasyondu, fransızca isimli yemeklerdi, vay efendim sanatsal cinayetlerdi -ki şükür cinayetler özenli bayağı- "kelimeler yaşayan şeylerdir, kimlikleri vardır, bakış açıları vardır" falan diye artistik diyaloglardı, hannibal'ı gösterince kıyıda köşede bi aslan göstermelerdi, imgeye boğmalardı falan derken bir sezon eridi gitti. potansiyel şahane; komiklikmiş, zırzoplukmuş bunlara gerek yok; david lynch değilsin arkadaş blue velvet'i izleyip kulağı kesmişsin güzel de oradaki olay başka, bunları iyi analiz edelim. mekânların çoğalması lâzım. seks yok, meme yok bu olmaz. kanımca her şey onun etrafında dönüyor gibi görünse de will de bu hikâyenin kalıcı öğesi değil. belli ki karakterler çeşitlenecek. o yüzden cazibesi artıyor dizinin. şöyle felsefeydi, psikolojiydi, analizdi bilen, dizi izlerken whatsup'da elalemle fingirdeşmek yerine ağzını açıp iki kritik yapabilen bi sevgilim, eşim, dostum olaydı da bi de onun bakış açısından dizide neler oluyormuş konuşsaydık falan diye düşünmeme sebep olduğu için ben diziyi sevdim. yalnız bu bryan fuller baştan bolca referansı toplayıp çok şahane ortam yaratıyor sonradan da tırta bağlıyor diye dizinin geleceği için umutsuzca işkillenmiyorum diyemem. inşallah bakalım. nasip.
    --- spoiler ---

    yorumuldum lan. oy!
1382 entry daha
hesabın var mı? giriş yap