3 entry daha
  • uzun zaman önceydi: arkadaşların evdeki hayvanlarına ıvır zıyır almak için eminönü'ne gitmiştik. hiç bir zaman, evi bir hayvanla paylaşmak düşüncesinde olmadım; büyük sorumluluk, zorluk olarak görmenin yanında; kendi doğalarında yaşamalarını, kafeslere kapatılmamalarını düşündüğüm için belkide.
    dükkandayken gözüme bir kuş ilişti; sarı bir kuş, bir kanarya. kafesin bir kenarına çekilmiş, öylece duruyordu. yanına yaklaştım, bir tuhaflık olduğunu görüyordum ama ne olduğunu anlayamıyordum. birden gözüme ilişti; çöp gibi bir bacak, ayaksız. kuşun ayağı parmakları yoktu, yerinde, hafif ödemli ve kurumuş kandan oluşan minicik bir topak vardı.

    dükkan sahibi yanıma geldi: " bu kanaryayı birileri almıştı; kafeslere tül takıyorlar ev kirlenmesin, diye, çok tehlikeli, kuşun ayağı takılmış kopmuş... yazık!... alanlar; biz sağlam kuş istiyoruz, buna bakamayız, diyerek getirdi. eğer isterseniz size çok uygun bir fiyata veririm" dedi...
    ...dondum...
    " nasıl yani? aldıkları hayvan sakatlanınca geri mi getirdiler? bunlar insan mıydı?" dedim. sonra da" neden şaşırıyorum ki " sadece insanlar bunu yapabilir, en vahşi hayvanlar bile yapmaları gerekeni yaparlar. onlar için proğramlanan neyse onu, ne daha fazla,ne daha eksik" dedim.

    "sarı pamuk" ile böyle başladı masalım. bir dolu malzeme aldım. kafes, yem, ilaç, ıvır zıvır. kuş bakan insanlar arandı, bilgiler alındı.
    tek ayakla idare ediyor gibiydi; fazla uçmuyor, hiç ses çıkarmıyor ama yaşıyordu.

    yaşıyorduk. o kopan ayağını, ben, sırtımdan kalbime saplanan çatalın açtığı, derin oyuğu iyileştirmeye çalışarak yaşıyorduk...

    çok uzun zaman geçmedi. aylar belkide? bir gün pamuğun ayağında kanama olduğunu gördüm, halsiz, bitkin gibiydi. birilerini aradım" bi yerlere takılmıştır, engelleyemezsin, açık yara, neden aldın böyle bir hayvanı" dediler. daha çok üzüldüm. iş gitttkçe ciddileşmeye başladı, kafesin içinde hareketsiz yatıyordu, artık uçamıyordu, basamıyordu. bir akşam vakti; bin tane insan aradım, birileri araya girdi, en yakın kliniğe gittik. doktor beni beklemiş. herkesin kedisi, köpegi var, ben, elimde bir kafesle girdim içeriye " lütfen, yapılabilecek bişey varsa yapın, acı çekiyor mu?" dedim.
    " çok üzüldüğünüzü söylediler; kanaryalar çok hassas kuşlardır, yarası enfekte olmuş, bu kuşlar o kadar ürkektir ki, bakmak için ona dokunduğunuzda korkudan ölürler, isterseniz şansımızı deniyelim, zaten yapacak çok fazla bişey yok" dedi.

    ben, kendi yaralarını saracak kolları olmayan, ben, hiç bilmeden, dokunduğunda yüreği dayanamayacak ayaksız bir kuş sevmiştim...
    ağlıyordum. hiç durmadan ağlıyordum.
    "deneyelim" dedim.

    pamuğu avuçlarıma koydular; ilk kez dokundum ona, öylece tuttum, yüreğinin çarpıntısı ellerimi dövüyordu; uzun bir koşunun ardından yorulan yüreğin çırpınması. yarasına pansuman yaptı doktor. kuşum ölüyordu, herkes biliyordu ama bana bir şey söylemeden başımda bekliyorlardı. sonra bir kaç kez daha çırpındı, derin bir nefes aldı, düşmesin diye azcık daha tutundum ona sıcacıktı. başı bir yana düştü.
    tık...!
    öldü.

    odada bulunan herkes benimle ağladı. kuşumu sarıp verdiler bana. geceydi. kızları aradım, geldiler.
    artık susmuştum. herşeyi onlar hazırladı. evin karşısındaki bir binanın önündeki ağacın altına gömdük, sarı pamuğu.

    öğrendim ki: ürkek bir kuşu avuçlarında tutmaya çalışırsan, sevgine verdiği yanıt, yüreğinin susması olacaktır.

    adının, sarı pamuk, olmasına sebep olan, derin oyuğumun sahibine yazdım.
    "sarı pamuk,
    kuşum öldü"
7 entry daha
hesabın var mı? giriş yap