75 entry daha
  • cuma gecesi. arkadaşlarla işten sonra dışarı çıktık, birkaç kadeh bir şeyler içtik, güldük eğlendik. sonra telefonum çaldı, yakın bir arkadaşım aradı, "nişantaşı'ndayız, sen de gel." dedim, geldi, içmeye devam ettik.
    zaman geçti, masadan iki kişi kalktı, dört kişi kaldık. "hadi başka yere geçelim" dediler, ok dedik kalktık gittik. eğlenirken üç kadeh de orada içtim ve bildiğin çakırkeyif modunda dans ediyorum. mekandan çıktık, çünkü iki kişi daha gitmeye karar verdi.

    bana telefon açan ve sonradan gelen çocukla birlikte kaldık. keyfim güzel, yerinde. "bana gidelim." dedi, çünkü evi beş dk uzaklıkta. kalktık gittik. en fazla bir kadeh daha içer sonra uyuruz diye düşünüyordum eve girerken.

    sonra o küçükpaketi çıkardı: "bonzai." çok kereler duyduğum için "oha içmeyeceksin onu di mi?" dedim, "içicem." dedi. "napıyorsan yap, beni karıştırma." dedim. çünkü ne olduğunu biliyordum.
    sarmaya başladı. ben dolabı açtım. ağzı açık bi şarap var sadece. kahve yapmaya karar verdim, belki biraz ayılırım.

    sardı, ilk nefesini çekti. kokusunu almadım. tuhaf geldi bu. ikinci. üçüncü. "uff, dönmeye başladı." dedi-
    zorlama bir kahkaha.
    sardığı şeyi söndürdüğünü fark ettim. kahve makinesi çalışıyor. oturduğu yerden kalkıp kanepeye oturdu. sessiz kalması beni korkuttu. "meyve suyu ister misin?" diye sordum, cevap vermedi.
    çok çok kısa bir süre sonra -ona bakmıyordum çünkü o sırada, yere çömeldi. ve dört ayak üzerinde bana doğru gelmeye başladı. hareketleri yavaş ama korkmaya başladım.
    "iyi misin?" diye sordum, "hayır." dedi. elim ayağım dolandı.
    sol elini yerde biraz daha ilerletti ve alnını yere dayadı. artık bir şeyler yapmam gerektiğini-
    dolabı açtım, elma suyu vardı. büyük bir bardağa doldurarak yanına eğildim. "iç şunu." deyip kafasını kaldırıp içirmeye başladım. tek yudumda içti.
    sağ eliyle bir şeyler yaptı, anlamadım. "kalk tuvalete gidelim." dedim. sağ eliyle yerden destek aldı, kolundan tutup çeksem bile ayağa kalkamadı, sürünerek banyoya ilerledi.

    banyonun kapısından girerken hareketleri ağırlaştı ve klozete varamadan -nedense kusacakmış gibi hissetmiştim hep, yerde kaldı. dürttüm. ses yok. adını söyledim. ses yok. başını lavaboya kaldırmak için çekiyorum, hayır, koca adamın kütlesini kaldıramıyorum. nefes alış verişleri sıklaştı.
    duş. duş almalı. duş başlığını açıyorum kafasını ıslatacağım. suyu tutarken haykırmaya başlıyor. o an öleceğini anlıyorum.

    haykırıyor ve ciğerlerinden çıkan her nefeste paniğim bin kat artıyor. ne kadar bir süre olduğuna emin olamadığım bir süre sonra, yanına gidiyorum. gözleri kapalı ve sanki nefes almıyor. tanıdığım adam gitmiş, yerine suratı bembeyaz olmuş, dudaklarının rengi solmuş bir ölü gelmiş. korkuyorum, ne yapacağımı bilemez bir halde, onu sarsıyorum. nolur, lütfen, kendine gel, bak burdayım, nolur... böyle devam ediyor ve her lafımda sarsıyorum. hiçbirine karşılık vermiyor.

    kafası sol omzuna doğru düşüyor ve evet şu an, tam şu an ölüyor. ve ben bunu biliyorum. tokat attım. ismini söyledim. duymadı. tokat attım. ismini söyledim. duymadı.
    daha sert. açtı. ambulans. "ambulans çağıracağım, sadece gözlerini açık tut. hemen gelecekler. telefonumu almam lazım. biraz bekle."
    o an beni duyduğunu fark ettim. sol eliyle tişörtüme tutunurken çok çok kısık bir sesle "beni bırakma." dedi. ağlayacağım.
    kolunu lavaboya kaldırdım ve parmaklarıyla tutmasını sağladım, elimi de onun elinin üzerine koydum.
    "bana bak. sadece bana bak."
    sanki göremiyormuş da beni seçmeye çalışıyormuş gibi bakıyor. gözleri açık ama en azından. "iyi misin?" diye soruyorum, kafasını sallıyor. bilincini yerinde tutmam lazım. "akşam kimleydik?, o mekandan sonra nereye geçtik? ne içtik? eve nasıl geldik? ben nerede çalışıyorum? en son ne zaman görüştük? dün bana hangi maili attın?" diye soruyorum. hepsine cevap veriyor. boştaki eliyle beni çekiyor, kendini bana yaklaştırırken kafasını yere vuruyor. gözlerinin geriye gittiğini-
    dilini yutarsa ölür! kafamda sadece bu düşünce var. sesleniyorum. sesleniyorum. ses yok. kafasını kaldırıp yana çeviriyorum. kussa rahatlayacak. elimi boğazına sokuyorum. kasılıyor, öğürüyor. bir kez daha. bir kez daha. hayır kusmadı. su. musluğu açıp kafasına su çarpıyorum.
    korkunç bir şekilde nefes alıyor, sanki şoktan uyanmış gibi. su içirmeye çalışıyorum. içiyor. "bana bak. gözlerini açık tut." diyorum.
    sarılıyor, ağlamaya çalışıyor ancak çıkarabildiği tek ses ağlama benzeri bir şey. konuşmaya başlıyor, annesi ve babasından bahsediyor. ablasından. muhtemelen şimdiye kadar sadece kendi içinde tuttuğu düşünceler akıyor bilincinden, dökülüyor. birden kusmaya başlıyor. kusuyor, ancak kusmuğunun içinde sıvı şeyler yok. yediği makarna ve sosu var. içtiği onca içki nereye gitti? içkileri niye kusmuyor?

    kustuktan sonra yüzüne ve saçlarına yine su serpiyorum. ölmeyeceğine ikna ediyorum kendimi. "bir süre sonra konuşmaya başlıyor, ancak farklı bir şiveyle. öldüğünü düşündüğüm andan beri ilk defa korkum o anki kadar yükseliyor. onunla konuşmaya çalışıyorum. ama sorduğum şeylere "almancı" şivesiyle cevap verdikçe aklımı kaçıracak gibi oluyorum. musluktan elime biraz daha su alıp alnına çarpıyorum ve "hadi seni yıkayalım, hasta olacaksın." diyorum.

    tişörtünü çıkarıyorum, lavaboya tutunarak kalkarken ona destek oluyorum. duşakabine girdiğinde pantolonunu sıyırıyorum. suyu açıp, ısınmasını beklerken "işeyebilir miyim?" diye soruyor. "işe." diyorum. işiyor. onu suyla yıkıyorum. havlu nerde? bilmiyorum. sormuyorum. suyu kapatınca "üşüdüm." diyor. "saçını kurutacağım, makine nerde?" diyorum. "şurda." diye işaret ediyor.
    yatağa götürüp "sakın uyuma." dedikten hemen sonra saç kurutma makinesini alıp geliyorum. kafasını sertçe çevirerek -sanırım kızgınlıktan, saçını kurutuyorum. yatıyor.

    "saat kaç?"
    "3'e geliyor."
    "sabah olmadı mı?"
    "hayır, yarım saat bile olmadı."
    "telefonu getirsene."
    "napıcaksın?"
    "görmem lazım."
    "neyi?"
    "saati."
    "saçmalama. dur."

    kıyafet dolabından onun şortu ve tişörtlerinden alıyorum. üzerine atıp "giy." diyorum. ben de onun kıyafetlerinden giyiniyorum.
    yanına uzanıyorum.
    "telefonu getir."
    getiriyorum. bakıyor. yalan söylemediğime ikna oluyor.
    "ölüyordum."
    "sus. bundan kimseye bahsetmeyeceğiz. geçti."

    konuşuyoruz. iki kere su getiriyorum. kana kana içiyor. "uykum geldi." diyor. "biraz daha bekle." diyorum. konuşuyoruz, şarkı söyleyelim diyorum, söylüyoruz. yavaşlıyor. uykuya dalıyor. ne zaman sonra bilmiyorum, ben de uyuyakalıyorum.

    sabah o beni uyandırıyor. "günaydın." diyor. hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyorum...
80 entry daha
hesabın var mı? giriş yap