5 entry daha
  • her yönüyle pek talihsiz bir ilçemizdir. aslında istanbul'un "içinde" bir anadoludur. ya da istanbul'a en yakın "anadolu" örneğidir sultanbeyli. renksizdir sultanbeyli'de yaşam, yollar kalitesiz asfalt, binalar boyasız sıva, gökyüzü her daim gridir. güneş bile sanki yüzünü çevirmiştir sultanbeyli'den.

    "yeşil" adına görebileceğiniz tek şey ise yeşil camii'dir. yoksulluktan, kimse sultanbeyli'nin engebeli arazisine karışmamış, binalarını onun üstüne yapmıştır. bu yüzdendir ki yolları hep ya yokuş yukarıdır sultanbeyli'nin, ya yokuş aşağı. ortalarında bir yerlerinde bir de gölet vardır sultanbeyli'nin. ne için orada olduğu ya da nereden geldiği bilinmeyen, çamurlu su ile dolu bir çukurdur aslında.

    bozuktur yolları sultanbeyli'nin, yer yer çökmüştür, kırılmıştır. aynı, ağır işten elleri kuruyan, buruşan ve çatlayan halkı gibi. bakımsızdır sultanbeyli, hüzünlü, isteksiz, kaybolmuş, umutsuz ve daha da önemlisi barındırdığı tezatlar ve çelişkilerle karma karışık bir ağ gibi durur önünüzde sultanbeyli, aynı o yitik yolları gibi.

    çaresizdir insanları sultanbeyli'nin, çoğu zaman ekmek alacak para bile zor bulunur.

    sultanbeyli'nin çocuklarının büyük bir kısmı okula gitmez. belki bazıları ilkokulda birkaç sınıf okumuştur, belki de bazıları 8. sınıfın sonuna kadar dayanabilmiştir. ama ondan sonra devam edenlerin oranı, sayamayacağınız sıfırlarla doludur. çocuklardan da kaynaklanmaz bu durum, aslında, baksanız yüzlerine, gökyüzünden sultanbeyli'ye gülümsemeyen güneş, bu çocukların yüzlerinde açmıştır. bu çocuklardır aslında sultanbeyli'nin güneşi, umudu.

    çocukları okula gitmez sultanbeyli'nin, çünkü babaları göndermez. bazıları çalışıp eve ekmek getirmek zorunluluğundan bu durumda iken, diğer bir kısmının kaderleri ise örümcek ağları arasında kalmış bir düşüncenin ürünüdür; umutsuzluk baş gösterir sorularınıza aldığınız cevaplarda: "ne gerek var?"

    bir tiyatro oyunu hazırlamak istersiniz sultanbeyli çocuklarıyla, o sırada, grubunuzdaki bir kız çocuğuna rastlarsınız, onu okuldan, ve doğal olarak sizin yanınızdan almaya gelmiş annesi de vardır yanında. kararlıdır anne;

    "kızımı alacaktım..." der.
    "niye?" dersiniz, kuru ve yalın. gerisini demeye ihtiyaç olmadığını okursunuz annenin gözünden.
    "babası istemiyor tiyatro falan, kamyon şöförüdür, bütün her yeri gezip, bütün kötülükleri görmüştür, bilir. o öyle istiyor. zaten bu okul bitince liseye falan da göndermeyecek."
    inanamazsınız kulaklarınıza, bir kez daha şaşkınlık ve ısrarla sorarsınız;
    "yani göndermeyecek misiniz kızınızı liseye burası bitince?"
    "hayır..." der, biraz sıkılganlık, biraz da umursamazlıkla.
    "niye?" dersiniz, yine kuru, ve yine yalın.
    "ne gerek var?" diyerek hafif bir üzüntü ve kırgınlıkla bakar yüzünüze.
    bunun da onun sözü, onun fikri olmadığı fikri gelip çatar aklınıza.
    "ne gerek var olur mu canım?" annenin devam etmesini işaret eden bir cümledir, öylesine...
    "gerek yok, oturur evde. zaten evlilik yaşı da yakındır," der anne. kamyon şoförü olan babanın dikte ettiği sözlerdir bunlar; ve annenin, kendisinin, televizyon sayesinde, belki biraz ayıplama ile de olsa, görüp tanıdığı, okumuş, kültürlü ve çağdaş kadın tipinde bir kadın olamayışının kamçıladığı gönlüyle, aslında en azından kızı için, hararetle, büyük bir gelecek düşlediğini, ama bundan, çok önce vazgeçirilmiş olduğunu anlarsınız. ya da anlamak istersiniz, çünkü annenin ne gözleri, ne sesi, ne de kelimeleri aslında size bu konuda en ufak bir ipucu vermemektedir, ve bununla da kalmayıp aslında babanın fikrinde olduğunu hissettirmektedir. ama sizin aklınız bir türlü buna inanmak istemez.

    yine de çocukların önemli bir kısmı, "hayal" kelimesinin anlamını yaşar sultanbeyli'de. belki birine sorsanız tekler, bir bütün cümle kuramayabilir "hayal"'in tanımıyla ama, bilirsiniz ki, aslında gelecekle ilgili düşündüğü herşey birer hayaldir. çeşitli, ve ellerinde olmayan sebeplerden dolayı iyi eğitim alamamaktadır sultanbeyli çocukları. buna rağmen ellerindeki son kaleyi, farkında olmadıkları umutlarını kaybetmeyerek gerçekleştirebileceklerine inandıkları rüyalarını anlatırlar size.

    "ileride bilgisayar mühendisi olacağım!" der biri.
    "ben polis olacağım!" der bir kız çocuğu; bir diğeri de bunu duyunca hemen atılır, "ben de asker olacağım!"
    "ben elektronik mühendisi olmak istiyorum, ama önce fen lisesini kazanmam gerek." der bir başka çocuk. bu diğerlerine göre daha gerçekçidir, fakat onun da "fen lisesi" tanımı bir cennetmekan, bir rüyadır. aslında sorsanız "anadolu lisesi" kavramını da ya bilir, ya bilmez. o, kısaca, herşeye "fen lisesi" der. ve bunun hakkında da bildiği tek şey bir sınavı olduğu, ve bu sınava girmek için bir form doldurduğudur.

    bir de, şanssızlıklardan ötürü elde edemedikleri hayallerindeki yaşamı en azından çocukları elde etsin diye canını dişine takıp çalışan fedakar anne babalar vardır sultanbeyli'de. çocukları sultanbeyli ile sınırlı kalmasın, dış dünyayı, diğer şeyleri de görebilsin, gelişsin isterler. bu konudaki her çabaya en önde rıza gösterenlerdir bu aileler. ve bu ailelerin çocuklarından bazıları, böyle bir yerde ne kadar talihli olduklarını bilmezler. çünkü onların aileleri birkaç gün kuru ekmek yiyecek olmaları pahasına, lgs başvuru ücretlerini ayırabilecektir aile bütçelerinden. olmadı, bir yerlerden borç bulacaktır, ama yine çocuğunu sokacaktır sınava. özellikle, iyi bir anadolu lisesi ya da fen lisesi için yeterli puanı elde edemeyeceklerini bildikleri çocukları için bunu yapmalarının sebebi, ileride, gün geldiğinde, çocuklarının dönüp, "baba bak, senin yüzünden karardı hayatım. beni okutmadın!" diyerek babalık yüreklerini yakmamaktır. çünkü bir baba için en kötü, en kırıcı şey çocuğu tarafından eksik, yetersiz bulunarak, bu yüzden suçlanmasıdır.

    lgs başvuru tarihlerinin son günlerine doğru hafif tenhalaşır sekizinci sınıflar sultanbeyli'deki okullarda. çünkü sultanbeyli'deki banka şubesi sayısı bir ya da iki tanedir, ve bu zamanlarda uzun kuyruklar olur bankalarda. çünkü sultanbeylide'ki çocuk nüfusu, dolayısıyla lgs adayı çocuk nüfusu epey fazladır. sınıfların tenhalaşması ise, babaları çalışan, anneleri okuma yazma bilmeyen - ki bazen de kocaları tarafından evden çıkmaları yasaklanan -, abileri babalarına yardımcı olmak için çalışan sultanbeyli çocuklarının, okul yerine banka şubesine kendilerinin gidip, sınıftaki sıralar yerine veznedeki sıralarda beklemelerinden kaynaklanır. bu sıralar öyle uzundur ki, bazıları sabaha karşı dörtten, akşamüstü beş buçuğa kadar beklerler, yine de yatıramazlar başvuru ücretini. bu çocuklardan bazılarının böyle iki üç gün bekledikleri olur.

    öğrencilerin zayıflığını görerek, biraz da okul bütçesini rahatlatmak için, aylık 15 milyon liraya lgs'ye hazırlık kursları açan okul müdürleri de vardır sultanbeyli'de, babaları her ay 15 milyon ayıramadığı için bu kurslara gidemeyen çocuklar da.

    yine de saat beş demek, gökte olmayan masmavi bir cümbüşün yeryüzüne inmesi demektir sultanbeyli'de. çünkü okullardaki öğrencilerin dağılma saatidir beş; ve gri, çatlak asfaltın kapladığı sultanbeyli yokuşlarını bu mavi önlüklü çocuk seli basar. şendirler, her ne olursa olsun, gülerler, etrafta koşuşturup birbirleriyle şakalaşırlar.

    bunların arasında bir de altı, yedi ve sekizinci sınıf öğrencileri vardır ki bunlar artık mavi önlüğü atmış, gri çeket giymiş öğrencilerdir. sultanbeyli'nin göğü gibi. gri.

    son bir kez daha bakarsınız sultanbeyli'nin renksiz resmine, ve sonra gökyüzüne. orada bir muhattab ararsınız kendinize, fakat herşeyi yutar gibi gözüken bir grilikten başka hiçbir şey yoktur. o bile cevap vermeye tenezzül etmez size.

    derin bir iç çeker, boynunuzu eğer, yolunuza devam edersiniz.
240 entry daha
hesabın var mı? giriş yap