16 entry daha
  • filmin uyarlandığı fyodor mihailoviç dostoyevski eseri "dvoynik"i, geçtiğimiz yaz boyunca yaptığım "kronolojik dostoyevski okumaları" sırasında okumuş ve romandan hayatımın geri kalanı için pek çok dayanak noktası çıkarmıştım. yine de esere bakışım, dostoyevski'nin kendi eserine yönelik olumsuz bakışından pek de uzak sayılmazdı. (dostoyevski, ağabeyine yazdığı mektuplarında "dvoynik"i ve "netoçka nezvanova"yı sevmediğini sıklıkla dillendirmiş ama ben, dostoyevski'den daha iyi biliyormuşum gibi, onun bu "bir buçuk" esere haksızlık ettiğini düşünüyorum. özellikle "netoçka nezvanova"ya.)

    richard ayoade'nin kendi "dvoynik"i olan "the double"ı ise if istanbul 2014 kapsamında izlemiştim. bir buçuk saatlik filmi yer yer kahkahayla ama genel olarak şapşal bir tebessümle izlediğimi hatırlıyorum. zaten ben, içinde mia wasikowska olan her şeyi şapşal bir tebessümle izlediğimi hatırlıyorum. hatta salt bu sebeple, mia'nımla süslenmiş filmlerden/dizilerden bütünüyle göz çeviresim geliyor. çünkü orada bir yerlerde mia'nım olduğu vakit, objektif bir bakış sağlamak mümkünatı buhar olup uçuyor.

    yine de, mümkün olduğunca objektif olmaya çalışarak şunları söyleyebilirim ki, richard ayoade, eminim dostoyevski'nin de izlemekten büyük bir keyif alacağı bir iş çıkarmış ortaya. romanda herhangi bir distopik atmosfer söz konusu değildi diye hatırlıyorum, fakat ayoade, turuncunun ve siyahın hakim olduğu oldukça karamsar bir dünya yaratmış. bu haliyle film hem izlediğim sırada, hem de şu an hakkında bir şeyler yazmaya çalışırken, belleğimde marc caro ve jean-pierre jeunet eseri "delicatessen"le karışıp duruyordu ve duruyor. ama tabii, "delicatessen"in yapıtaşlarını oluşturan bu karanlık ve umutsuz distopya evreni "the double" için sinematografik bir gömlek niteliğinde. ve bu gömlek, "dvoynik"in üzerinde hakikaten güzel duruyor! [edit: turuncu-siyah filmler demişiz ama lars von trier'nin 1984 tarihli "forbrydelsens element"ini unutmuşuz. unutmayalım.]

    bir de şu var ki, ben komedilerden zerre haz etmem. gülmek için bir film izlemek, kendimi mutlu hissetmek için sinemaya gitmek... bunlar hiç yapmadığım ve sanırım asla yapmayacağım şeyler. fakat komedi, böyle kinder surprise'dan çıkar gibi hiç beklenmeyen yerden çıktığı zamansa keyfime diyecek olmuyor. ayoade'nin ilk filmi "submarine"de de durum tam olarak böyleydi. yani biz iyice anladık ki, richard ayoade sinemasında gülmek "amaç" değil, olsa olsa bir "mola". hayatın sıkıntıları, koşuşturmaları daima orada ve bunlardan kaçmak gereksiz. ve gülümsememiz, bu deli dünyaya karşı en etkili silahımız. o halde yaşasın kara komedi!

    oyunculuklar konusunda ise ayoade'nin bu filmde çoğunlukla "arkadaşlarıyla" çalıştığını söyleyebiliriz. zira paddy considine, noah taylor, yasmin paige, sally hawkins, gemma chan ve craig roberts gibi pek çok oyuncu "submarine"de de ayoade tarafından yönetilmişlerdi. "submarine"in esas oğlanı craig roberts'ın "the double"da da büyükçe bir role sahip olmasını beklerdim ama ufacık bir rol yazılmış kendisine. belli ki adamda memur ahlakı var. paddy considine'inse tıpkı "submarine"deki gibi galaktik bir rol ile ve yalnızca televizyon ekranlarında kendini göstermesi üzücüydü. zira kendisine doymuyor, doyamıyoruz. "tyrannosaur"un üzerine en kısa zamanda yeni bir film çekmeli ki açlığımız biraz dinsin.

    ve... jesse eisenberg! açın bu adamın önünü! bu adamın keseceği daha çok rol var!

    sarı ışıklar altındaki "the double" hakkındaki sözlerime son noktayı filmden koparılmış bir mia wasikowska .gif'i ile koymak istiyorum. huyu güzel, kendi güzel...
54 entry daha
hesabın var mı? giriş yap