1353 entry daha
  • 2013-2014 sezonunda spor toto süper lig'i kazanan teknik direktör.

    denizlispor'u süper lig'e taşımış olsa da, ufak çevreden dışarı ankaragücü ile adım attı. ankaragücü o dönem agresif oyun yapısı ile dikkat çekiyor, takım kendi içinde yıldızlar yaratıyordu. yüzme bilmeyen denizcimiz şansal büyüka, denizdeki yılmaz özlem'e, güverteden soruyordu "yılmaz çok sert vuruyorsun, nasıl attın golü? çalışıyor musun uzaktan şutlara, frikiklere?" "günde en az 150 şut atıyorum."

    ardından gençlerbirliği'ne geçti. ankaragücü'nden de "anlaşılmaz" bir takım kurdu. bugünkü borussia dortmund'un maketine benzetebiliriz. sürekli hücumu düşünen, sahanın enini-boyunu olabildiğince kullanan, önde ve sürekli pres yapan, agresif bir takımdı. ligi önden-arkadan kopuk, 3. sırada bitirdiğinde, şansal büyüka vb. ağabeylerimiz "ama gençlerbirliği'ne de ayrı bir parantez" açıyordu.

    76 gol atan takım, ligi 36 averajla bitiriyor, 66 puan topluyordu (not: şu an 29. haftada fenerbahçe'nin 66 puanı ve 37 averajı var). ligin en çok gol atan takımının başındaydı.

    ertesi yıl uefa kupası serüveni'nde, ahali "oo blackburn'ü elemişler, ama lisbon eler bunları" zincirini valencia'ya dek sürdürürken, gençlerbirliği ligi "saldı" ve iki kupaya odaklandı. futbol gibi çok çabuk değişen bir olgu içinde geçmişe dönük karşılaştırmaların birçoğu mantıksızdır. yine de, kalburüstü takımları eleyerek valencia'nın karşısına çıkan o takımı, ayrıca valencia deplasmanındaki mücadelesi ile dahi bugünden takdiri hak ediyor. 3-0'lık avantaj ile mestalla atmosferinde darmadağın olup 5-0'la eve dönen, 9 kişi kalan; geçen yılın yarı finalisti basel'den fazla zorlamıştı gençlerbirliği turu.

    3-5-2 (3-3-2-2, 3-4-1-2 varyasyonları ile) oynuyordu gençlerbirliği. kullanılabilecek yaklaşık 20 kişilik bir oyuncu grubu vardı. ancak tüm bu serüvenin başında, ersun yanal'dan başka kimse kadroda o kadar çok oyuncu olduğunu bilmiyordu. yanal, her takımda, kendi felsefesi içinde oyunculardan verim almış ve yıldızlar yaratmıştır. gençlerbirliği'nin o dönem kadrosu, sonraları "lokal porto" misali büyüklere dağıldı. aslında çok kısa bir araştırmayla bulunabilir. yine de tarihe bir not daha düşelim:

    ------------------------------damir botonjic------------------------

    ------erkan özbey-------abdelzaher el saka------deniz barış---------

    ---ali tandoğan------serkan balcı------ümit bozkurt--------filip daems---

    ---------------------------------josip skoko---------------------------------------

    --------------souleyman youla-----------mustafa özkan----------------------

    diğer oyuncular:

    -gökhan tokgöz
    -baki mercimek
    -orhan şam
    -doğa kaya
    -bülent akın
    -nihat baştürk
    -marcel m'bayo
    -kerem şeras
    -bülent kocabey
    -ali cansun begeçarslan
    -veysel cihan

    ardından kamuoyunun da isteğiyle a milli takım'ın başına getirildi yanal. öncesinde yugoslav faulleri sebebiyle aldığı eleştirinin binlerce kat fazlasını hakan şükür tercihi nedeniyle aldı. belki de gerçekten sistemine uymadığı için almıyordu hakan şükür'ü milli takıma. bugün dahi bu konuda komplolar üretiliyor. ahali için, danimarka deplasmanı'ndaki 1 puan yetersizdi, yunanistan maçı "içeride" tek kale giderken "hakan şükür olsa" türkiye kazanacaktı. ersun yanal'ın milli takım kariyeri hakan şükür problemi ile uçurum kenarında dururken, kendisini aşağı iten "döndürme servet" oldu. servet çetin, andriy shevchenko'yu her zamanki gibi "döndürüyor"du. sonra zayıf rakiplerden alınan farklı galibiyetler, yanal'ı koltuğunda tutamadı.

    a milli takım'ın ve galatasaray'ın daimi yangın söndürücüsü fatih terim, yanal'ın görevini devraldı ancak yine de takım 2006 fifa dünya kupası'na gidemedi.

    burada "ayrı bir parantez" de ben açayım. a milli takım'da üzüldüğüm iki kovulmadan biridir ersun yanal'ın gidişi. ukrayna maçı içeride olmasına rağmen takım çok kötüydü ve ilk gürcistan maçı, yine içeride kazanılamamıştı ama danimarka deplasmanındaki, yunanistan'la türkiye'de oynanan maçtaki ve 6-0'lık kazakistan deplasmanındaki oyunlar, hepsinde skor alınamasa da üst düzeydi. üstelik zamanın ötesinde oynuyordu takım. yine de ingiltere milli takımı misali, türkiye'de de beklenti nedensizce fazla ve arkası boş bir kibir var milli takım konusunda.

    yanal'a yapılanın daha kötüsü fatih terim'e yapıldı 2010 dünya kupası elemeleri ile. o takım, uzun yıllar kimsenin yenemediği ispanya'ya hem türkiye'de, hem de ispanya'da kök söktürdü. zaten birkaç yıl sonra da herkes bu hatanın farkına vardı. iki maçta da ispanya kazandı lakin kimse ispanya'yı yenmeye o denli yaklaşamadı o dönem.

    ersun yanal vestel manisaspor'un başına geçti. bu sefer sponsor desteği de vardı arkasında. potansiyelli yerliler, dört gurbetçi, üç çek oyuncu ve birkaç yabancı ile kurdu kadroyu. takım yanal'la ikinci sezonuna müthiş başladı, devamı gelmedi. bir komplo teorisinin daha tohumları atıldı: "ersun yanal'ın çalıştırdığı takımlar ligin ikinci yarısında düşüyor mu?"

    manisa, "oynadığı zaman" gençlerbirliği'nin de önüne geçiyordu. iki yarımdan toplam bir sezon takımda kaldı yanal. bu dönemde hakan balta, caner erkin, selçuk inan, arda turan (galatasaray'dan kiralık idi) gibi, sonradan uluslararası podyuma çıkma şansına erişen oyuncuları pişirdi. 5-3'lük fenerbahçe maçıyla türkiye'nin futbol gündemine tekrar oturdu.

    manisa döneminin ardından yazı tatilde geçiren yanal, lig başladıktan sonra trabzonspor'un başına geçti. ikinci sezonun 29. haftasına kadar takımda kaldı. beklentiler daha fazlası içindi ve görevinden ayrıldı, takım sezonu sivasspor'un 1 puan arkasında 3. kapattı. trabzonspor, ersun yanal'dan sonraki sezonunu 5. bitirdi. ersun yanal, o takıma iki önemli oyuncu, ceyhun gülselam ve gustavo colman'ın yanında, bir de hazine bıraktı: selçuk inan.

    bir buçuk sezonluk boşluğun ardından, eskişehirspor'un başına geçti ersun yanal. geçtiğimiz sezon, yine takım lige iyi başladı ve ligin ikinci yarısı anlamsız bir düşüşe geçti. 1.5 yıllık görev süresinin özellikle son bir yılında, eskişehir içerideki maçlarında müthiş varyasyonlarla oynadı. takım bu konuda ligin en iyisiydi. trabzonspor ve eskişehirspor'da ersun yanal, pres konusunda eskisi kadar agresif davranmıyordu, geçişlerde sıkıntı yaşamadığından, yugoslav faulleri de bir hayli azalmıştı (istisnai maçlar var). bu, o takımların oyuncu yapısından kaynaklanıyor.

    eskişehir ile ligi bitirdiğinde, kovulması veya istifası gündemdeydi. takım ligi 8. bitirmişti. bu sırada yanal yurt dışındaki tatilinden apar-topar türkiye'ye döndü. çantasında bir de hediye getirdi. ne de olsa, eskişehir'in alper potuk'u meşhurdu. harika varyasyonların baş tacı alper'di.

    özetleyelim: yanal, vitrine çıktığı gençlerbirliği dönemi üçlü savunma, doğrudan hücum, tam saha pres, geçişlerde faul ve tempo üzerine kurdu takımını. türkiye'de hücum ve tempo sürüyordu fakat maça göre pas sayısı da değişiyordu. takım, zorlu rakipler ile oynarken yüksek sayıda pas yapıyor, ayağa oynuyordu. manisaspor'da tekrar üçlü savunmaya döndü, kanat oyuncuları doğrudan skor katkısı yapmaya daha yatkındı, lukas zelenka ve selçuk inan gibi iki beyin mevcuttu. manisa'daki direkt oyun, trabzon'da biraz daha paslı hale geldi. takımın tamamı mütemadi presi kaldıracak fizikte değildi. biraz arada kalmış bir takımdı ama iki yukarıda değindiğim iki beyin de buraya yerleşti. eskişehirspor'da ise bekleri daha önce olmadığı kadar aktif kullandı yanal, trabzon'daki gibi dörtlü savunma ile oynuyordu. takımın merkezinde bir beyin yoktu fakat hücum hattındaki oyuncuların gol özelliğini, oyun zekasını veya topla münasebetini bir üçgen olarak alırsak, her biri memnun edici üçgenler oluşturabiliyordu. hızlı, topa sahip olmaya eskisine göre biraz daha önem veren, kısa paslarla ve bireysel yetenekleri göstererek skora giden bir takım yarattı yanal.

    sonuçta, daima hücumu düşünen, pas yapsa dahi topu eveleyip-gevelemekten hoşlanmayan, tempoyu silah olarak kullanan, bu nedenle tempo yapamadığında bocalayan, bire-bir savunmada sert takımları oldu ersun yanal'ın. tempo sıkıntısı çekmediği, fizik ve motivasyonun yüksek olduğu maçlarda rakibi oturttuğu felsefeyle rahatça yıkan takımlar. ama motivasyon, fizik gibi konularda bir problem olmalıydı. takımlarının hepsi bir dönem mutlaka ligi domine etti fakat sezonu aynı ivmeyle bitiremedi. buna rağmen, o dominasyonlar öyle sert ve barizdi ki, ersun yanal en büyük hayalini gerçekleştirdi ve belki de ömrü boyunca hayal ettiği koltuğa oturdu.

    ve hayal gerçek oldu.

    aykut kocaman önceki yıl ligi kopuk bir şekilde ikinci bitirirken, takım uefa kupası'nda finale epey yaklaşmıştı. alex de souza krizinin ardından, aykut kocaman takımın yıllardır süregelen sistemini değiştirmek istemediğinden, cristian baroni, alex de souza'nın bölgesinde görev yapıyordu. hala açıkça bilinmeyen bir nedenle aykut kocaman görevden ayrıldı. ersun yanal göreve gelmeden evvel, aykut kocaman'ın listesi doğrultusunda birkaç imza atmıştı fenerbahçe. lakin bazı oyuncuları kimin istediği muallak. ersun yanal'ın istediğinden emin olduğumuz tek oyuncu var: emmanuel emenike.

    ersun yanal takımın başına geçti. oyuncu grubunda kayda değer bir değişiklik yapmadan takımı hazırlık dönemine soktu. avrupa kupalarına katılım konusunda uefa'dan gelecek haber bekleniyordu. bu dönem ersun yanal, basın pek de fark etmeden iki değişiklik yaptı aslında: aykut kocaman dönemindeki söylemleri değiştirdi ve sistem, 4-2-3-1 yerine, 4-5-1 (4-1-2-2-1) oldu.

    söylem değişikliği dikkat çekiciydi. 3 temmuz sürecinde aykut kocaman'ın kişiliği sebebiyle söylemler duygusallaşmış, bu bir süre sonra takıma bir "kaybeden" psikolojisi yüklemiş, "varoluş" savaşı veren takım dar bir vizyon çerçevesine sıkışmış ve bu psikolojiyi oldukça etkilemişti. aykut kocaman'ın takımı belki de beklendiği kadar yere serilmedi ama her galibiyet ve mağlubiyetten sonra akıllar aynı yere gidiyordu. bu yorucu psikolojinin tabi ki doğal bir parçası vardı ama iki sezon sonra dahi akıllar orada kaldı ve bundan belki de en çok etkilenen kişi olarak aykut kocaman, olanları dışarıdan görememeye başladı. onun performansı da hayli etkilendi ve birkaç kez de istifa etti.

    ersun yanal "kazanan" kimliğini tekrar yakalamayı amaçladı. "biz fenerbahçe'yiz..." ile başlıyordu cümlelere. hem taraftara, hem kamuoyuna, hem de en mühimi futbolculara kim olduklarını tekrar hatırlatmak istiyordu. sonuçta bir revizyon yapmamıştı ve oyuncu grubunun çoğu "o psikolojiyi" yaşamış kişilerden oluşuyordu. sezonun devamında da "o psikoloji"nin takıma yeniden sirayet etmesinden bayağı çekindi ve kaybedilen maçlardan sonra da hep aynı demeci verdi: "biz fenerbahçe'yiz. şampiyon olacağız."

    bu sırada hazırlık maçlarında yanal, bütün oyuncuları denedi elindeki. kimseyi göndermedi. birileri yabancı sınırlaması nedeniyle gidecekti elbet. kazanan psikolojisini oluşturmaya ve bu çerçevede bir kimlik kazandırmaya çalışan yanal, hep kolay takımlarla hazırlık maçı yaptı. bu da ahali tarafından oldukça eleştirildi.

    derken avrupa macerası başladı. salzburg deplasmanı'nda takımın oyuna tutunmasını sağlayan tecrübe idi. rövanşta, içerideki maçın 10-15 dakikasını fenerbahçe domine etti ve maçı kazandı. takım fizik olarak hazır değildi ve tıpkı hazırlık maçlarındaki gibi, birkaç dakika büyük bir üstünlük gösteriyor, ardından düşüyordu.

    konyaspor deplasmanı ile lig başladı. takım 10-15 dakikalık periyodu biraz arttırınca skor alındı. yanal ilk bariz hatasını burada yaparak, pierre webo'yu oyuna alıp sağ kanada monte etti, salih uçan'ı da sahaya sürdü ve maç 2-0'dan döndü ikinci yarı. salih'in iki golde hatası vardı. ersun yanal söyleminden vazgeçmedi "biz fenerbahçe'yiz. şampiyon olacağız."

    derken arsenal maçı geldi çattı. arsenal de, ligin ilk maçını üstelik kendi sahasında aston villa'ya kaybetmişti. arsene wenger'in istifası söz konusuydu. kadıköy'deki maçın ilk yarısı ortada geçti. ikinci yarı derli-toplu oynayan takım yine oyundan düştü ve arsenal 3-0 gibi net bir skorla maçı kazandı. ersun yanal ısrarcıydı "biz fenerbahçe'yiz. londra'da arsenal'i eleyecek gücümüz var." bu gülünç bulundu. yanal'ın yapmaya çalıştığı şey başkaydı.

    takım içeride eskişehir'i 1-0 yenerken, oyunu beğenen kimse yoktu. senaryo yazılmıştı: 5-6 hafta sonra kovulacaktı yanal. yerine yabancı hoca lazımdı. londra'dan mucize ile dönemedi fenerbahçe. "en kötü dönemindeki" arsenal ligin başında yakaladığı çıkışla zirveye oturdu. müthiş varyasyonlar yapıyorlardı ama takım son düzlükte inişe geçti ve şampiyonluk yarışından koptu.

    roberto carlos yönetimindeki sivasspor idi rakip. 5-2'lik galibiyet kamuoyunu memnun etti. bir de gerçekler vardı tabi: sivas çok açık oynuyordu ve maç içerideydi. yine de bu maç ve uefa'dan gelen kararla avrupa defterinin kapanması ile "kusma" gerçekleşti ve fenerbahçe mide ağrısından kurtuldu.

    takımın fiziği birden yükselişe geçti. oyun tatmin etmese de galibiyetler gelmeye başladı. burada takımı fizik olarak sezona sokmak konusu bir soru işareti oluşturuyor. diğer yandan, takımın yaşlı olduğu ve bu nedenle daha geç form tutacağı da pek akla gelmedi.

    fenerbahçe halen ortaya açıkça bir kimlik koyamamıştı. yine de zorlu deplasman galibiyetleriyle 7. haftaya dek gelindi. rakip trabzonspor'du. trabzonspor, uefa avrupa ligi'nde kendi sahasında lazio ile 3-3 beraber kalmıştı. aslında tarihi fark olabilirdi lakin trabzon, fırsatları kaçırdı ve 70. dakikada yok oldu. lazio maçı 3-1'den çevirdi.

    trabzonspor'un bu kondisyon problemini gören yanal, maçtan önce planladığı gibi, normal tempoda giderken 70. dakikadan itibaren 4-2-4'e döndü. ancak planı tutmadı, fenerbahçe orta sahası da yok oldu ve maç 50-50'ye döndü. bu hatasından yaklaşık 10 dakika sonra döndü ve eski dizilişe geçti. maçta gol olmadı ve yanal bir kez daha hata yapmıştı. belki de 70-80 arası 3 oyuncu değiştirip aynı sistemle devam etse, taze kanlarla rakibi yıkması daha kolay olurdu. evdeki hesap çarşıya uymadı.

    ertesi hafta erciyes deplasmanında yokları oynayan fenerbahçe belki de ligi orada bırakacaktı. demirini yazın döktüğü silahı yeni soğumuştu ve başka kimsede yoktu: kondisyon.

    ertesi hafta içeride, ilk 45 dakika sezonun en iyi futbolunu oynadı fenerbahçe. gaziantepspor karşısında. takımda herkes iki kişilik koşuyor, alper potuk döktürüyor ve varyasyonlar yapılıyordu. yine sonraki hafta, bursaspor deplasmanını son dakika golüyle kazandı fenerbahçe. kasımpaşa maçı dahil, o zamana dek üç kez görülmüş koca bir tesadüftü bu.

    derbi geldi çattı. roberto mancini yeni oturmuştu koltuğuna. emre belözoğlu-cristian baroni merkezi ile, yanal ayağa oynamak istediğini açıkça gösteriyordu. geçen yıl ligin bir iddiası kalmamışken oynanan derbide aykut kocaman'ın yaptığı gibi, soluna saldırıyordu fenerbahçe galatasaray'ın. pierre webo yine örnek bir merkez santrfor oyunu gösteriyor, geri gelip oyunun açılmasına yardım ediyor, topu sağ kanada paslıyor ve pozisyona göre koşu yapıyordu. öte yandan galatasaray'da didier drogba ilk topları egemen korkmaz ve bruno alves'den almakta zorlandığından, mancini yarının ortasından itibaren geri gelip top almasını istediyse de, kenarlar oyuna dahil olmayınca galatasaray pozisyon üretemedi.

    yine de mancini'nin bu hamlesini iyi gören slaven bilic, koskoca bir tesadüfle son dakikada kazanılan antalyaspor deplasmanının ardından, kadıköy'de fenerbahçe'yi bir hayli zorladı. hugo almeida'nın geri koşularıyla dağılan savunmanın yanı-sıra, gökhan töre, oğuzhan özyakup, veli kavlak merkeze koşu yapıyor, olcay şahan ise stoper-bek arasına giriyordu. raul meireles'in atılmasıyla merkezde iyice boşluk bulan beşiktaş, üstün oyunuyla devreye 3-2 önde girdi. "herhalde daha fark olur" şeklinde geçilen devre arasından sonra, fenerbahçe oyunu rakip kaleye yıktı, 83'te skora denge getirdi ve maç öylece bitti. bilic yeniden güzel bir analiz yaptı: "fenerbahçe fiziksel olarak çok güçlü."

    yine tatmin etmeyen bir oyun ve son 10 dakikada atılan golle fenerbahçe çaykur rizespor deplasmanından 2-1'lik galibiyetle döndü. içeride 4-0'la geçilen akhisar maçında, ersun yanal sonraları hannover 96 ile oynanan hazırlık maçında da yapacağı gibi 4-2-3-1 denedi. ucunda webo bulunan sistemin arka üçlüsü hareketli olsa da, ortada oynayan emenike idi ve kendisine bir hayli hareket alanı kalıyordu.

    fenerbahçe, karabükspor deplasmanından berbat bir oyun ve mağlubiyetle dönünce ahali tekrar ayaklandı. o maçta tolunay kafkas'ın yaptığı çözümlemeyi kimse yapamadı bir daha. çok basitti ve kendisi de anlatmıştı: "sow ve kuyt normalde santrfor oldukları için hücumlarda çok içeri katediyorlar. onları takip eden bekler gökhan ve caner'in önü çok boş kalıyor. buradan bindirme yapıyorlar. oyun planımızı öncelikle bunun üzerine kurduk. beklerimize kesinlikle içeri katetmeme, içeri girdikleri zaman oyuncuları bırakma ve kendi pozisyonlarını koruma talimatı verdim. böyle olunca caner de gökhan da boşluk bulamadı. içeri kateden iki oyuncuyu stoperlerle tutacaktık. boş kalan kanadın beki de emenike ile oynayacaktı."

    yanal o maçta kötü oyuna çözüm bulamadı ve volkan demirel genel olarak iyi geçirmediği sezondaki en iyi maçını çıkardı. ertesi hafta lig sonuncusu kayserispor'u farklı geçen fenerbahçe soru işaretlerini bertaraf etti.

    oyun olarak, ligin ilk yarısının daha iyi geçtiğini söylemek sanırım yanlış olmaz. ilk yarının başında düşen, ortasında yükselen ve sona doğru yumuşak düşüşe geçen grafiği ben ligin ikinci yarısında da bekliyordum.

    nitekim lig arasında yapılan yüklemenin ardından takımda bir hayli eksik meydana geldi. fenerbahçe bu yıl oyun içinde fazla etkin olamadığı tüm maçlardaki gibi, bir savunma oyuncusunun golüyle aştı konyaspor engelini. açıkçası yukarıda bahsettiğim; takımın fiziksel durumuna değin tahmine rağmen, bir yandan bu seferki çıkışın daha çabuk olabileceğini göz önünde bulundurdum. lakin ertesi hafta oynanan eskişehirspor maçında bruno alves'in tek başına performansı dahi takımın hazır olmadığını gösteriyordu.

    forvet hattı gittikçe eksiliyordu, emre belözoğlu ve dirk kuyt; takımın en yaşlı iki oyuncusu büyük düşüşteydi. eskişehir maçındaki performans salt kondisyondan değil, aynı zamanda takımın bağlantılarının kopuk olması açısından da düşündürücüydü. orta alan kendini pasifize etmişti ve hem savunma oyuncuları hem hücum hattı yalnız kalıyordu. orada, ersun yanal'ın başı sıkıştıkça tercih ettiği 4-2-4 daha çabuk uygulanabilirdi, elde oyuncu olmamasına rağmen. fakat ersun yanal risk aldıysa da mağlubiyetin üstesinden gelemedi.

    sonraki hafta hakem hatası ve galatasaray'ın iç saha galibiyetleriyle telaşlanan oyuncu grubu, sivas'tan puansız döndü. ilk 20 dakikadaki oyun hariç tablo düşündürücüydü.

    sivas maçından sonra "3 temmuz psikolojisi" takıma hemen sirayet etti. oyunculardan, yönetimden zehir-zemberek açıklamalar geliyordu. ligin ikinci yarısını berbat geçiren kasımpaşa'ya pabuç bırakacak bir takım yoktu ortada.

    22. hafta elazığ deplasmanına net pozisyonlarla başladı fenerbahçe yine. tıpkı sivas maçında olduğu üzere, yine skor elde edilemedi ve devamında gücünü orantılı kullanmak zorunda olan fenerbahçe tekrar düşüşe geçti. sırtı dönük top almak diye bir meziyeti olmayan emmanuel emenike'ye sürekli top şişirdi savunma. amaç defansın arkasına sarkmaktı ancak sarkılamadığında hiçbir top fenebahçe'ye dönmüyordu.

    genele bakınca düşündürücü unsurlardan biri bu uzun toplar. ileride değineceğim. yılın en organize golünün atıldığı trabzon maçı yarıda kaldı (gençlerbirliği karşılaşmasını bilerek atladım), takımın 45 dakikaya dayayabildiği iyi performans ve ligin en kötü stoperi gilles binya'yı kevgire çeviren emenike ile bu kez uzun topların işe yaradığı bir gaziantep deplasmanı rahat geçildi, iki hafta sonra bursaspor maçına da epey istekli başlayan fenerbahçe, deplasman fobisi yaşayan galatasaray'a dikiz aynasından el sallıyordu.

    maç yazısı sırasında ilk 10 dakika uyarısı vermiştim, çünkü derbilerde genelde ev sahipleri ilk bulduğu pozisyonu gole çevirir: derbide deplasmandan fenerbahçe puan çıkaramadı. ersun yanal değişiklikler konusunda hayli geç kaldı.

    ligin bitimine dört hafta olsa da, her şeyi özetleyelim:

    hücumsever ersun yanal'ın fenerbahçe'deki ilk kozu takımın fiziği oldu. lakin eğer caner erkin'i sol beke monte etmeseydi, diğer bek alternatifleri aynı tempoyu yapamayacağından, bunun bir önemi kalmazdi. evvelden de caner'in sol bekte denendiği olmuştu ama rakibi fazla içeride karşılaması caner'i savunma yapamayan bir bek, skor üretemeyen bir kanat oyuncusu yapıyordu. ersun yanal caner'i parlattı. pozisyon algısını, kendine güvenini nasıl geliştirdiğini caner'e de sormakta fayda var. ancak, yeterli istatistiği yapamayan bir kanat oyuncusunu beke kaydırmak günümüz futbolunun doğrularından biri.

    iki beki rahatça tempo yapan fenerbahçe, bu oyuncular sayesinde sahanın enini tamamen kullandı. takımın tempoyu uzun sürelere yayabildiği maçlar bu sebeple fenerbahçe rahat atak yaptı. sahayı enine tamamen kullanan, sıkışırsa şişirdiği topla daha ileride baskı yapan fenerbahçe'yi durdurmanın yolu beklerini çıkarmamaktan geçiyor. bunu da deneseniz bile, her şey kağıt üstünde kalabilir.

    forvet menşeli 3 oyuncu, beklerin çıkışıyla içeri kat edip sayıca üstünlük sağladı. orta alan elemanlarını ersun yanal genelde rakibe göre seçti. niteliği tartışılsa da elinde kalabalık bir merkez rotasyonu olan yanal, form durumuna göre sayıyı düşürdü, elindeki 3-4 kişiden ikisini rakiplere göre seçti. sezonun bir kısmı raul meireles, özellikle ikinci yarısı cristian baroni'yi pek kullanmadı. her şampiyon takımda olduğu gibi, fenerbahçe hep bir kurtarıcı ve bir formda oyuncu buldu.

    hücum planında asıl düşünülmesi gereken, fenerbahçe'nin uzun top tercihleri. ersun yanal'ın santrforda ilk tercihi emenike. topu önüne aldığında gerçekten tehlikeli, en azından 3. bölgede aldığı birçok topta, söz konusu pozisyonu özete sokabiliyor. lakin sırtı dönük oyun konusunda mateja kejman'dan farkı yok. emenike galatasaray maçında temastan öyle sıkıldı ki, son 20 dakika bazı hava toplarına çıkmayıp, sekecek topların peşinde koşmaya başladı. bunu kejman da yapıyordu. halbuki bu denli uzun oynayan bir takımda top alamasa bile temasta bulunursa, fiziği zaten güçlü olduğundan, arkasından girecek santrforu gol kralı yapabilir (pierre webo, kejman zamanı; semih şentürk).

    fakat ersun yanal emenike'yi genelde 90 dakika kullanıyor. uzun oynanan maçlarda, skor yakın ise, bunun da doğru olmadığı kanaatindeyim. emenike ille de sahada kalacaksa sağa-sola kaydırılabilir. webo sırtı dönük iş konusunda gayet tatmin edici ve yorgun stoperleri zorlayabilir. bunun daha etkin bir silaha dönüşmesi şart.

    yine beklerin tempo yapıp, kanatların içeri katettiği sistemde, dirk kuyt yaş haddinden tempo sıkıntısı yaşıyor, moussa sow ise alan yaratmakta zorlanıyor. sow kısmı önemli. stoper-bek arasında kaybolup gittiği birçok maç var. sol-içe (merkez) alper potuk'u atıp, sow'u daha serbest bırakmak denenebilir (alper'in sol koridora deplase olması). ayrıca alper de çizgide altını çizmemiz gereken bir performans göstermişti kasımpaşaspor karşısında.

    belki yanal bu yıl kondisyon sebebiyle pek çözüm bulmak zorunda kalmadı ancak, 4-2-4 dışında da alternatifler üretmeli. kuyt-sow-emenike-webo ile denediği 4-2-3-1 güzeldi. bir de bu tekrar söylüyorum önemli bir nokta, rakibin zayıf yerine vurmak konusunda sıkıntı çekiyor çünkü elindeki kanat oyuncuları (forvet mi demeli?) mental ya da fiziksel olarak bunu yapacak durumda değil. örnekse aykut kocaman sow'u daha çizgiye yapıştırarak bunu deneyebiliyordu, elinde miroslav stoch vardı, gerekirse merkezden yardım alıyordu.

    bu tip inceci çözüm(leme)leri ersun yanal daha az yapıyor. bir noktaya odaklı saldırılarda enine alan daraltmak basit bir çözümdür örneğin. aykut kocaman bunu çok doğru uygulardı (bazen geç uygulasa da). ersun yanal savunmada bunu yapmayı sevmiyor çünkü hızlı geçiş, tempo ve her yerden tehdit onun silahları. savunmada bunu yapmamasına saygı duyuyorum ama hücumda daha spesifik çözümlemelere de ihtiyacı var. geçmiş dönemlerde yılmaz özlem'in uzaktan şutları, diego angelo'nun dahil olduğu hücumlarla örneğin değişik opsiyonlar üretebiliyordu. fenerbahçe'de pek o tipte alternatifleri de tercih etmedi.

    aslında fenerbahçe, eskişehir'in yaptığı varyasyonları hiç yapamadı. en çok gaziantepspor maçında yaklaştı. o varyasyonlar alışkanlığa dönüşürse gerçekten de fenerbahçe'nin spesifik tehditlere ihtiyacı yok. kendi oyununu oynayabilir. tam da bu noktada, ersun yanal'ın en büyük handikabı ortaya çıkıyor zaten:

    kendisinden güçlü veya kendisine denk olana karşı kazanmak. dikkat çekici kariyerine rağmen, ersun yanal'ın büyüklere karşı kazanma oranı muhtemelen hikmet karaman, yılmaz vural gibi isimlerden düşüktür (bakmadım ama beşiktaş ve galatasaray'a karşı birer galibiyeti vardı sanırım). cesur yapısına rağmen, oyun dengelendiğinde üstünlük kuran hamleleri bulmakta güçlük çekiyor. maç öncesi etüt konusunda kötü değil ama maç içinde oyunu okurken de iyi olduğunu söyleyemem. beşiktaş'a kaybederse de, ortalamanın altında bir derbi karnesiyle sezonu kapatacak.

    temelde önümüzdeki sezon için düşündürücü olan üç nokta var:

    1- kondisyon bu yıl olduğu gibi yüklenirse, takım ilk haftaları telafi şansı bulacak mı? ayrıca yaş ortalaması daha da yükselecek, form tutmak uzun sürecektir.
    2- takım oyuncu yapısından ötürü kendi planını uygulamakta zorluk çekebiliyor (bkz; emenike'ye uzun top atmak, sow'un savunma arasında kaybolması). buna bir çözüm bulamadan ilerlemek mantıklı olmaz.
    3- ersun yanal'ın eşit ve kendisinden iyilere karşı çözüm üretme sıkıntısı.

    ersun yanal her daim yaptığı gibi hücum futboluyla, kendi oyuncularını yaratarak, mevcutlardan performans alarak, çok gol atarak, yüksek fizik-kondisyonla "tur bindiren" bir takım yaratarak şampiyonluğu hak etti. takımın moral-motivasyonunu yüksek tutabilmesi, takımı bir arada tutabilmesi ayrıca önemli oldu.

    türkiye'de daha çok şans verilmesi gereken bir teknik direktör olduğu gerçekti ve şansını çok iyi kullandı. fakat oksijen seviyesi düştüğünde iş detaylara kalacak ve detaylar konusunda ersun yanal'ın performansı şu an için düşündürücü. haksızlık eder gibi görünmeyelim; bu biraz da hep aynı oyunu oynamak, herkese karşı aynı oynamak istemesinden yatıyor. zaten gençlerbirliği'nde de, manisa'da da, fenerbahçe'ye karşı oynadığını antalyaspor'a karşı da oynuyordu. yine de artık besbelli, gücün bittiği yerde detaylar devreye giriyor ve önümüzde ersun yanal'ın bu sınavı için bir sezon daha olacak.

    geçen birkaç yılda "ütopik", "fazlasıyla kağıt üzerinde" görünen şeylerin sahada uygulanabildiğine şahit olduk ve ersun yanal da bu konuda kendi penceresini açmalı. önceden varmış gibi gözüken, aslında baştan aşağı kendi kurduğu sistem gayet iyi işledi. eğer kazandığı kredi sayesinde ince fırçasını da eline alırsa, hayalindeki güzel resmi herkese gösterme fırsatı bulacaktır.

    yugoslav faulüne eskisi kadar başvurmayan, topun kıymetini daha iyi bilen, elindeki her oyuncuyu silah olarak kullanabilen, sahanın büyük kısmını kenar oyuncuları, pres yapan forvet oyuncuları ve önde kurduğu savunma hattı ile parselleyen teknik adamın şampiyon takımını da not edip, gerisini geleceğe bırakalım:

    -----------------------------------------------volkan demirel-------------------------------------------------------------

    ---gökhan gönül------------bruno alves--------------egemen korkmaz(bekir irtegün)--------caner erkin---

    -----------------------------------------------mehmet topal--------------------------------------------------------------

    -----------------------alper potuk (raul meireles)------------emre belözoğlu (cristian baroni)-------------

    ----------dirk kuyt--------------------------------------------------------------------------moussa sow-------------

    -------------------------------------------emmanuel emenike(pierre webo)---------------------------------------

    diğer oyuncular:

    -hasan ali kaldırım
    -joseph yobo (yarım sezon oynadı)
    -samuel tobias holmen
    -selçuk şahin
    -mert günok
    -michal kadlec
    -mehmet topuz
    -salih uçan
    -serdar kesimal
    -erten ersu
    -ibrahim serdar aydın
10331 entry daha
hesabın var mı? giriş yap