176 entry daha
  • kafka ve karga

    herkesten kaçıp sahilde, kafka okurken simsiyah bir kargaya dönüşmüştüm. başı kalabalık bir adamdım o zamanlar. pıt diyeydi. olmaz deme. bankın üstündeydim, gri bulutlar kaplamıştı her yeri. dönüşüm bu, yeri zamanı belli olmuyordu. yalnız uzun yaşamasıyla ve kendine kadar yetebilen bir akılla baş başaydım. yok yok yan yanaydım. artık kendim değildim. dışım kendim olmayınca içim de, içim de işte, ne bileyim. orta yaşlarda bir karga idim, derim kayış gibi sertti, gözlerimin nasıl keskin olduğunu tahmin bile edemezsin; her şeyin kıpırdayışını, hareket edişini görebiliyordum.

    alışkanlıktı herhalde; hemen evimin sokağına uçtum. kim olsa öyle yapardı çünkü benim için hem kaçılacak hem özlenilecek bir yerdi ev... hiçbir şey değişmemişti. yine o dar sokakta, top oynayan çocuklara anneleri bir şeyler bağırıyordu, zabıtanın karısı her cuma olduğu gibi çamaşır asıyor, mahalle bakkalı da dükkanın önünü süpürüyordu. düz ayak evimin tam karşısına düşen tümsekte beyaz bir araba yavaşladı. iş arkadaşım mehmet ali'ydi bu. arabayı kenara çekti. olduğum yerden evin kapısı tam görünmüyordu, elektrik tellerinden birine konmayı düşündüm, sonra korktum, niyeyse korktum işte... fazla uzun olmayan zeytin ağacının üstüne acemi bir karga gibi kondum. mehmet ali üç dört sefer kapıya vurdu. kafasını uzatıp perde arasından bakmaya çalıştı. camda kendine bakmayı da eksik etmedi, hep öyle yapardı. gelmişti ama... arkadaşlık görevini yerine getirmenin ferahlığı ile tekrar arabasına bindi, mesaiye yetişme acelesiyle gitti.

    insan karga olunca pişmanlıklar yaşıyor. önceki hayatı için, keşke şöyle yapsaydım, böyle olsaydı gibisinden. gariptir insanken de böyle yapıyordum. düşününce şimdi, değişmiyorsun demek ki. değişirken değişmiyorsun. bir salkım söğüt de olsan, karga da olsan, insan da olsan değişmiyorsun. değişen neydi o zaman?

    zeytin ağacına doğru aşina olduğum bir bahar esintisi geldiğinde tünedeğim yerden havalanıp gidebildiğim kadar yükseğe, en yükseğe uçmaya çalıştım. insanlar hep bunu ister, en yükseğe, en güzele, en iyiye... en çok ne ise hep ona yani... o da bir yerde bitiyordu ama. nefes alamaz oldum. herhangi bir mesai gününe benzeyen sıradan bir çarşamba sabahı, patates kızartması yerken genzime kaçan patatesi hatırladım. göğüs kafesime yumruğumla vurduğumu, kurtulayım da sonra öleyim yine, dediğimi... korkular da şarkılar veya kokular gibi, tanıtıyor kendini, bir yere götürüyor seni, sonra boşluğa bırakıyor. gökyüzü nefessiz kalmaktı, boğulmaktı. düşüyordum...düştükten sonra alıştım. her şey böyle başladı işte.

    ben de tam adamına anlatıyorum tilki kardeş, hişt sana diyorum, lafonten'in çizdiği yoldan gitmeliydik, herkes rolünü oynamalı, gereğini yapmalıydı. pişmanım şimdi her şey için...doğaya karşı çıkılmazdı, şakaya gelmez, alaşağı ederdi adamı. küçük bir peynir oyunuyla kalmalıydık, küçük çocuklara ana fikir çıkartılsın diye bir türkçe öğretmenin dilinde olmalıydık, veya gece yatmadan okunan bir fabl olmalıydık. şimdi bak. tuhaftır yine dönüşüyoruz; sen karıncaya, ben ağustos böceğine...

    .......
598 entry daha
hesabın var mı? giriş yap