7 entry daha
  • insanlık tarihi neolitik çağ’da mülkiyetçi anlayışı ortaya çıkardıktan sonra bir kırılma noktası yaşamıştır. çünkü neolitik’ten önceki kooperatif hayat artık yerini emek-sermaye, özgür-köle çelişkilerinin giderek derinleştiği büyük tarihsel savaşımlara bıraktı. tarihte ilk dini yapı olarak bilinen zigguratlar da avcı-toplayıcı homo sapienslerin yerleşik hayata geçip sermaye biriktirmesi sonucu ortaya çıktı. başlangıçta biriken sermayenin muhafaza edildiği yer olarak kullanılan bu yapılar zamanla dini işlevsellik de kazanarak din ve ekonomi eksenli bir hükümranlık doğurmuştur. dinlerin tarihi de sermayenin tarihiyle başlamıştır. bilgi ve öğrenme kümülatif ilerleyip öyle gelişir. dinler de tıpkı kültürler gibi kendisinden önceki dinlerden ve çevre dinlerden etkilenerek gelişir. günümüz dinlerindeki ritüel ve inanç çeşitlerinin kökenleri pagan imgelemlere dayanmaktadır. bu nedenle dinsel/tanrısal bilgi hiçbir zaman öz ve saf değildir.

    tarihçilik bu savaşımda nerede durmalıdır? bugüne kadar durduğu yerde durmamalıdır en azından. foucault’nun belirttiği üzere “tarih, ritüeller gibi, kutsallaştırma ayinleri gibi, cenaze törenleri gibi, ayinler gibi, söylence anlatıları gibi, bir iktidar yaratıcısı, bir iktidar yoğunlaştırıcısıdır.”

    evet, tarih bir iktidar söylemidir. ya da ernst toller'ın dediği gibi, kazananların propagandasıdır. birilerinin tarihi ötekilerinin tarihi değildir. tarih savaşlarla, hükümranlarla, zaferlerle, işgallerle, fatihlerle yazıldıkça ontolojik sorunlarımız bizi birkaç bin yıl daha uğraştıracaktır –eğer gezegenimiz yok olmazsa.

    öyleyse tarihin rolü, iktidarın olduğundan başka türlü göründüğünü ve tarihçilerin yalan söylediklerini göstermek olacaktır.

    genelde dinler tarihi, özelde islâm tarihini inceleyecek olursak metafizik kavram ve inanışlar ekseninde oluşturulmuş bir siyaset ve bilgi alanı göreceğiz. iktidarın en cüretkâr olduğu yer insan bedenidir. dinler de uyruklaştırılan insanların bedenleri hakkında söz sahibi olmuş, disipline etmiş, ıslah etmiş veya cezalandırmıştır. metafiziğin beden üzerindeki yaşatma-öldürme hakkı nereden geliyordu? tanrısal bir bilgi olmadığı aşikârdı. zira tanrısal bilgi erken dönem ortaçağ ile gelişti. antik yunan toplumunda bugün tanrısal bilgi veya tanrısal disiplinler o zamanda toplumsal bilgiydi. eşcinsellik erkekler arasında serbestti fakat bilgi üreticileri filozof ve düşünürler eşcinselliğe karşıydılar. bu tanrısal bir karşı çıkış değildi. plutarkhos, hippokrates, ksenophon gibi düşünürler sağlık-bilim sorunsalında karşı çıkmaktayken, platon, aristoteles gibi düşünürlerse toplumsal yapı sorunsalında bir karşı çıkış sergilemekteydi.

    islâmiyet’i çözümlerken şarkiyatçı tuzaklara düşmemek gerekir. batı’nın doğu’yu fethedilmeyi bekleyen bir kadın olarak gördüğü bu modern emperyal düşünümler ırkçılık, savaş çığırtkanlığı, islâmofobi gibi gerici tavırlara sevk edecektir. iktisadi bir perspektif ise bizi marksizmin sığ çözümlemelerinden kurtaramayacaktır. rasyonel bilgi, bilimsel bilgi ekseninde yapılan bir çözümleme ise bizi teknokrasinin ve bilimin mekanikliğinden kurtaramayacaktır.

    sorulması gereken soru “neden” değildir, “nasıl”dır. dinler neden ortaya çıktı, neden insanlar savaştırıldı sorularının yerine, din, uyruklaştırma, disipline etme, cezalandırma-ödüllendirme işlevselliğini hangi araç ve yöntemlerle gerçekleştirmektedir sorusu sorulmalıdır.

    şüphesiz ki erken modern döneme kadar tahakkümünü sürdüren tanrısal bilgi, post-modern erklerin, kapatılmaların, ödüllendirme-cezalandırmaların, ıslah etmelerin, disipline etmelerin, kısacası beden üzerinde iktidar üretimi sağlamanın temellerini atmıştır. foucault beden üzerindeki bu iktidar üretimine biyo-politika demekteydi. tanrının ve kralın öldürülüp, boşalan tahta insanın oturtulduğu, aydınlanma evrimini tamamlamış kapitalist modernitede hapishanelerde, ıslahevlerinde hâlâ tanrısal bilginin okutulup beden üzerinde hâkimiyetin sağlandığı bir formülasyonun varlığı söz konusudur.

    şu soruyu sormak elzemdir: aydınlanma öncesi burjuvazinin düşmanı olan tanrı, aydınlanma sonrası burjuvazinin kendi tahakkümünde bir araç olarak mı kullanılmaktadır? peki, islâm bu problematiğin neresinde durmaktadır? avrupa ve amerika’da düşmanlaştırılan, ötekileştirilen, terörize edilen islâm ve muhammed, kapitalist modernitenin sosyalizmden sonra kendi faşizmine ve post-kolonyalizmine meşruiyet sağlayıcı bir aracı olarak mı işlevselleştirilmekte?

    bizler, tarihi egemenlerin yazdığı belgelerle, devasa mimari yapılarla veya salt entelektüel kaygılarla öğrendikçe birilerini ötekileştirmeye, içimizdeki faşizm olgusunu büyütmeye ve iktidarı hâlâ tanımamaya devam edeceğiz.

    constantinopolis fethedilirken, amerika keşfedilirken(!), kavimler göçerken, roma bölünürken başka bir yerde, aynı zaman içinde başka bir tarih de yaşanmaktaydı. rençberler, işçiler, göçmenler, gettolar, serseriler, zibidiler, deliler, fahişeler, cadılar, mülksüzler, köleler tarihin lanetlileriydiler, ötekileriydiler. çünkü efendinin göğe yükselmese de dikenlidir taçları.
14 entry daha
hesabın var mı? giriş yap